Özel içerik:

ABD ablukasına 60 yıldır direniyorlar! Küba heyeti Türkiye’de

Ercan Küçük Soykırım seviyesine ulaşan ve 60 yılı aşkın süredir...

Sanal kumar bağımlılığı! Zafer Partili Aslan uyardı:  Her 10 çocuktan 8’i…

Zafer Partisi Genel Başkan Yardımcısı Esmaül Hüsna Aslan, dijital...

Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nden Kaybolan Çocuklar Raporu

8 yıldır istatistiği bile tutulmuyor! Diyarbakır’da sekiz yaşındaki Narin Güran’ın...

‘Tarih ve kültür vahşi kapitalizme teslim olmaz’

Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nevzat Çevik MY Gazete’nin sorulanı yanıtladı.

Bilimsel akademik başarıları ve arkeolojik alan çalışmaları yanında, tarihi kültürel değerleri halkla buluşturmuş bir isim Nevzat Çevik. Türkiye’nin ilk arkeoloji belgeseli başarısı ile ‘Tarih Avcısı’ adıyla tanınan Çevik; kültür turizminin, maden ocaklarının kültürel değerlere etkilerini anlatarak acil önlemler için açıklamalarda bulundu.

 

Akdeniz birçok medeniyete ev sahipliği yapmış bir bölge. Sahip olduğumuz bu kültürel değerleri koruyabiliyor muyuz yoksa kültür turizmi için çürütüyor muyuz?

Bu bence ölümcül bir soru, nedeni de bu soruda yatıyor. Biz her şeyi illaki turizmde işe yaradığı kadar değerli olarak benimsemişiz. Bu bizim çıkmaz noktamız. Turizmin başkenti Antalya’da, turizm bizim için en önemlidir, ama her bir şeyin illa turizme, yani ‘ekonomiye’ bağlı olarak değerlendirilmesi ve önemsenme kriterinin salt turizm olması koruma açısından handikaptır. Asıl amacımız, kültürel ve doğal varlıkları korumak olmalıdır. Bundan elde edilecek ekonomi ancak bunun önemli sonuçlarından biridir. Peki, bir doğal ya da kültürel alan/değer eğer gelir getirmiyorsa ona hiçbir şey yapmayacak mıyız, korumayacak mıyız! Turist gitme ihtimali yok diye zor dağlardaki tarihi ve ya doğal bir değerimizi öylece bırakacak mıyız! O zaman bu hedef ve bu davranış politikası yanlıştır. Bu yanlışlığı somut sonuçlarını,  turizmin uzağındaki kimsesiz kalıntıların ve doğanın çaresizliğinden ve hızlı eksilişlerinden anlayabiliriz. Biz, ilk önce tarihin ve doğanın sunduğu tüm özel değerlerimizi koruyacağız, sonra o tutum zaten bize turizm olarak da dönecektir. Ama turizme hizmet etmeyecek diye korumamak olamaz. Ayrıca Antalya turizminin temel varlık nedenleri olan doğal ve tarihsel varlıklar yok olursa zaten turizm de kalmayacak, tüm yatırımcılar ve kıymetli işletmeler atıl kalacağı gibi, onlardan geçinen yüzbinlerce insan da işsiz kalacaktır.

“KAYBETMEYİ GÖZE ALMIŞIZ”

‘Antalya’da kültürel değerleri yeterince biliyor muyuz, bunları turizmde doğru kullanabiliyor muyuz’ sorusu bizim için, tartışmaktan ve konuşmaktan bıkmadığımız kadim bir sorundur.  Antalya en çok göç alan şehirlerden biri olarak, müthiş bir sürekli büyümeye sahne oluyor. Doğal ve tarihi değerler Antalya’nın her yerinde, peki bunları bu büyümeden nasıl koruyacağız. Bunları korurken büyümeyi nasıl sağlıklı olarak gerçekleştireceğiz. Bunun planlaması yapılıyor mu!

Bu soruların yanıtını, şimdiye kadar gerçekleşen sonuçlara bakınca anlayabiliriz. Antalya’nın falezlerine karşıdan bakınca falezlerin üstünde yapay ve çirkin bir yapı duvarı görüyoruz. Demek ki yeterince iyi koruyamamışız. Sadece bu manzarayı görünce bile zaten anlıyoruz ne kadar koruduğumuzu. Böyle bir manzara turizmde de işe yaramaz. Görülmeye gelinen şey çirkin yapı yığınları değil, özgün doğal dokudur. Falezler, bizim jeolojik değerimiz ve kentin kimliğidir. Bunu bozmayı göze alıyorsak o zaman tarihi alan, endemik bitkiler her şeyi kaybetmeyi göze alabiliriz. Bizim sorunumuz fazlaca varlıklı olmamızdır. Şımarık bir mirasyedi gibiyiz. Enteresan olan da bunca hor harcamaya karşın Antalya’nın hala tüm güzelliğiyle parlamasıdır. Ama, hiç bir güzellik kalıcı değildir. Ancak, bakıldığı kadar kalıcı olabilir.

 Tarihi alanlar antik kentler kültür turizmi için oldukça popüler… Bu turizm hareketliliği değerler için bir tehdit oluşturuyor mu?

Turizm hareketliliğini iyi organize edersek, ziyaret alanlarını uygun hazırlar başıboş bırakmazsak tehdit oluşturmaz. Bu, koruma kullanma dengesini gözetmekle mümkündür.  Eğer oradaki anıtı yeterince korumuşsak, turizm dolaşım planını iyi yapmışsak, insanların bilgilenmesi için doğru planlamışsak, gezi güzergahlarını ve duraklarını iyi tasarlamışsak bir mahsuru olmaz. Binlerce insanın geldiği bir yerde, tarihi alana o kadar insan ayak basmış oluyor, bu bile, önlenmezse zarar kaynağı olabilir. Bir zamanlar Kaya Köy ’deki kiliseye gelen ziyaretçiler kiliseden bir diş teserra söküp anı olarak götürüyorlardı, sen bunu engellemezsen bir iki derken orda mozaik kalmayacaktır.

Korumak için bizim yeni icat yapmamıza gerek yok. Dünya Turizm Örgütü ve benzeri örgütler bu gibi koruma olaylarının evrensel kriterleri yazmışlar ve gelişmelere göre her yıl da güncellemektedirler. Buna uysak yeter. Fakat halkın tüm isteklerini karşılamayı her şeyden önemli ve öncel görürsen, falezlerin üstüne bina yaptırmak isteyene izin verir, doğal kaynaklara taş ocağı açanlara ve kalıntı alanlarına yapı yapmak isteyenlere yol açar, izin verirsen, halkın sahip olduğu değerleri halk adına yok edersin. Görev, halkın uzak geleceğinin de kaynakları olan bu değerleri her türlü tehlikeden uzak tutmaktır.

Somutlaştırmak gerekirse dünyanın en iyi yürüyüş rotaları arasında yer alan Likya Yolu turizm için projelendirilmiş bir yol ve binlerce insan bu yol için geliyor. Sizce bunda plansız bir gidişat yok mu?

Bana göre Likya Yolu dünyanın en iyi yürüyüş rotası, en heyecan verici ve çok özel olanı.  Doğal ve kültürel varlıkların içinde yürüten, her noktada inanılmaz Akdeniz manzarasının görüldüğü çok değerli bir rota. Bu güzergâhta bir turizm rotası olması da iyi bir proje, destinasyon olarak da farklı ve özgün, kıymetli bir proje.

2014 Dünya Turizm Örgütü raporuna bakarsak, sürdürülebilir turizmin çok önemli olduğunu ve bunun da temelini kültür turizminin oluşturduğunu belirtir. Bunun için, kültür turizmi sürdürülebilir turizmin bel kemiğiyse, buna imkan tanıyan değerleri korumalı ve gözetilmeliyiz. Kültür turizmi diye o yolu gezmek güzeldir ama kontrolsüz olunca o yol yarına kalmaz, kirlenir, endemik türleri yok olur, antik kentler eksilir…

“LİKYA YOLU PROJESİ TAMAMLANMALI”

Bunları önleyici çalışmalar yapılmadır. Bilgilendirici broşürler olmalı, Turizm Bakanlığı Likya Yolu’nu yürüme kılavuzu vermeli, arazide yer yer kontrol noktaları olmalı, aralarda istasyonlar olmalı. Zamana ve yer hesabına göre belli rotalarda yardımcı ve koruyucu istasyonlar olmalı ve yürüyüşçülerin o istasyona ulaşabileceği elektronik sistemlerle donatılmalı. Elektronik kılavuzla en yakın istasyon bulunabilmeli, gerektiği durumda yardım da istenebilmelidir. Aynı zamanda yürüyüşçünün de doğaya zarar vermemesi için kontrol amaçlı bir sistem olmalıdır bu. Likya rotası diye yeni bir destinasyon koyduysanız ortaya, öylece bırakılmayıp arkasından bunun yapılmış olması gerekir. Yıllardır bu yol var ama hala böyle bir çalışma yoktur. Sürdürülebilir bir turizm istiyorsak turist olarak gelenlere de çağdaş hizmetler verilmelidir: Yani hem görülmeye gelinen değerler hem de görmeye gelen birlikte korunmalıdır.

 Beydağlarında yüzey araştırmaları yaptınız ve yıllarca Likya dağlarında bulundunuz. Tarih ve doğa değerine sahip bu alanda maden ocakları her geçen gün artıyor. Bu sorun ne olacak?

Bunlar bizim sürekli acıyan açık yaralarımızdır. Bazen iyi ve kötü hayatta bir arada karşımıza çıkıyor. Bir tanesi doğa kültür değerler silsilesi, diğeri dağın altındaki maden ve elde edilecek gelir. Kullanma koruma dengesi yapmak gerekiyor. Çok kıymetli doğal kültürel değeri olan bir arazide, mesela Beydağları ve Kekova gibi, buralarda maden ocağı açabilir misiniz! Böyle bir lüks yok. Birisi diyor ki doğamı kültürümü koruyacağım, birisi diyor ki ekonomiden önemli bir mevzu yok ocakları arttıracağım…

 “TEKRAR YAPAMAYACAĞIMIZI SEÇMELİYİZ”

Bu iki değerden birisinden vazgeçmek zorundaysak, bir daha elde edemeyeceğimizden vazgeçemeyiz. Bir daha aynısını yapamayacağımız da, milyonlarca yılda oluşan doğal jeolojik yapı, flora ve fauna, binlerce yılın yaşanmışlığını yansıtan kıymetli kalıntılardır. O değerlerin üstünde maden ocağı yapılmasa da olur. Ya da başka yerde pekala yapılabilir. O zaman biz bir daha yapılamayacaktan vazgeçmeyeceğiz, oysa ocağı başka bir yerde açılabilirler. Mermer olmasa da ölmeyiz. Hesap böyle olursa zaten sorun kalmaz. Kriteri çok basittir. Fakat ekonomi o kadar baskın ki, kapitalizmin ezici gücü çıkıyor karşımıza, vahşi kapitalizm karşısında bu mücadeleyi vermek de büyük mücadele gerektirir.  Bu mücadeleyi de esasında mal sahibi, yani halk verir. Devlet canlı bir varlık değil, bizim seçtiklerimizin yürüttüğü bir örgüttür. Sivil Toplum Kuruluşlarının gücü önemlidir. Bizim Avrupa’dan eksikliğimiz de budur. Orda oy verdikten sonra kimse peşini bırakmıyor yanlışların yapılmasına engel olabiliyor. Halkın seçtiği kişi halkının varlıklarını korumakla mükelleftir. O dağ, o deniz, o kalıntılar halkın varlığıdır ve yüzlerce nesil sonraya aktarılmak zorundadır çünkü.

Her zaman bilimin halka ulaşması, kültürel değerlerin öncelikle halk tarafından tanınması, korunması için çalıştınız ve kazı başkanlığı yaptığınız alanlarda bunu uyguladınız. Bunu nasıl başardınız?

Çok etkileyici binlerce olay yaşadım bunlarla ilgi. Beydağlarını 25 kişilik uluslararası bir ekiple 10 yıl boyunca taradık, araştırdık her yerinde ayak izim vardır. Oradaki ekibime söylediğim bir şey vardı: Çoban, avcı, köylü herhangi birine denk geldiğinizde onlara selam vermeden, bilgi vermeden geçip gitmeyeceksiniz derdim. Çünkü o dağlarda ben yokken onlar vardı, ben gittikten sonra da onlar orada olacak. O dağlar asıl onlarındır. Orayı sen koruyamazsın onlar korur, o doğanın içinde yaşayan onlar. Onlara bilgi vereceksiniz ki onlar tanısın ve korumaya devam etsin. Ben tüm kazılarda oranın köylüleri ile buluşup çalışmaları anlattım, bu değerlerin onların malı olduğunu ve biz bilimcilerin sadece geçici hizmetkarları olduğumuzu söyledim. Sergiler, konserler, etkinlikler yaptım. Derdimiz, bizim geçici olduğumuzu ve yapılan her işin aslında öncelikle onlar ve gelecekleri için yapıldığını anlayıp bizden sonra oralara sahip çıkmaları ve korumalarıydı. Ve bunu başardık, bu tarafı çok mutluluk verici. Kazılarımızı kapsamında yürüttüğümüz halkla ilişkilerin olumlu sonuçları Kumluca ve Demre ilçelerimizde gözlemlenebilir. Hiç olmadığı kadar gönüllü destek almışızdır. Destek alırken de amacımız desteğin kendisi değil, paydaşlığın somutlanması ve yükseltilmesi olmuştur. Köylülerin artık arkeolojiden korkmadıkları aksine kazıların parlak bir gelecek vadettiğini öğrendikleri bir kamuoyu yarattık. Madem onların vergileri harcanmaktadır: Nihayetinde her şey halk içindir.

27.10.2014

MY GAZETE

Son Eklenenler

ABD ablukasına 60 yıldır direniyorlar! Küba heyeti Türkiye’de

Ercan Küçük Soykırım seviyesine ulaşan ve 60 yılı aşkın süredir...

Sanal kumar bağımlılığı! Zafer Partili Aslan uyardı:  Her 10 çocuktan 8’i…

Zafer Partisi Genel Başkan Yardımcısı Esmaül Hüsna Aslan, dijital...

Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nden Kaybolan Çocuklar Raporu

8 yıldır istatistiği bile tutulmuyor! Diyarbakır’da sekiz yaşındaki Narin Güran’ın...

Yeni FETÖ, Menzil mi?

Nasıl bu kadar büyüdüler, zenginleştiler? Hangi bakanlıklarda kadrolaştılar? Yeni...

Gündeme Dair

ABD ablukasına 60 yıldır direniyorlar! Küba heyeti Türkiye’de

Ercan Küçük Soykırım seviyesine ulaşan ve 60 yılı aşkın süredir...

Sanal kumar bağımlılığı! Zafer Partili Aslan uyardı:  Her 10 çocuktan 8’i…

Zafer Partisi Genel Başkan Yardımcısı Esmaül Hüsna Aslan, dijital...

Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nden Kaybolan Çocuklar Raporu

8 yıldır istatistiği bile tutulmuyor! Diyarbakır’da sekiz yaşındaki Narin Güran’ın...

Yeni FETÖ, Menzil mi?

Nasıl bu kadar büyüdüler, zenginleştiler? Hangi bakanlıklarda kadrolaştılar? Yeni...

‘Ekonomist Bilal, babanın saraydaki harcamalarına bir bak’

CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır, Hazine ve Maliye...

ABD ablukasına 60 yıldır direniyorlar! Küba heyeti Türkiye’de

Ercan Küçük Soykırım seviyesine ulaşan ve 60 yılı aşkın süredir devam eden ABD ablukasına karşı mücadele eden Küba devletinden bir heyet, Türkiye’ye geldi. Türkiye Komünist...

Sanal kumar bağımlılığı! Zafer Partili Aslan uyardı:  Her 10 çocuktan 8’i…

Zafer Partisi Genel Başkan Yardımcısı Esmaül Hüsna Aslan, dijital bağımlılığın çocuklar üzerindeki etkilerine dikkat çekerek özellikle sanal kumar bağımlılığına karşı aileleri uyardı. Her 10...

Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nden Kaybolan Çocuklar Raporu

8 yıldır istatistiği bile tutulmuyor! Diyarbakır’da sekiz yaşındaki Narin Güran’ın kaybolduktan sonra cansız bedenine ulaşılması ve bu süreçte yaşananlar Türkiye’deki kayıp çocuklar gerçeğini bir kez...