Savash PORGHAM 27.05.2014
VİVAHİBA
Adnan Oktar, söylemleri, eserleri ve özellikle televizyon yayınlarındaki üslubuyla gündemdeki yerini koruyan bir kişi. Materyalizm, ateizm ve anti darwinizm konuları başta olmak üzere, pek çok konuda değerlendirmeler yaptığı 300’e yakın eseri bulunuyor. 1979 yılından buyana, kitapları ve çalışmaları 73 farklı dile çevirildi. Söylemleriyle ilgili pek çok kez eleştirilen Adnan Oktar, bu konuda şunları söylüyor:
“İtiraz dediğiniz şeylerin hemen hepsi demagojiden ibaret. Bundan bir kaç yıl önce evrimcilere çağrı yaptım. Evrimin yaşandığını gösteren tek bir tane ara form fosili getirene 10 Milyon TL vereceğimi söyledim. Hala bir kişi bile çıkıp işte delilimiz budur demedi. Diyemezler, çünkü yok.”
Adnan Oktar’ın talebeleri de en az kendisi kadar dikkat çekiyor ve çok konuşuluyorlar. Özellikle kadın talebelerinin giyim tarzı konusunda eleştiriler de sıkça yapılıyor. Geçtiğimiz günlerde Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın da bu minvalde bir eleştirisi olmuş, Oktar’ın kadın talebeleri bir bildiriyle bu eleştirilere sert bir yanıt vermişlerdi. Adnan Oktar’ın bu konudaki görüşleri ise şöyle:
“Biz bir cemaat veya tarikat değiliz. Birbirini seven, değer veren, koruyan, kollayan bir arkadaş grubu olarak düşünebilirsiniz. Benim hocalık, mürşidlik iddiam yok. Arkadaşlarım da mürit değil. Devlet makamında olan bir insanın hanımların kıyafetlerinin İslam’a uygun olup olmadığını değerlendirmek gibi bir sorumluluğu yoktur. Bülent Arınç bu sözleriyle sadece arkadaşlarımı değil, en başta kendi gelini olmak üzere, dekolte giyinen, denize giren, müzik dinleyip dans eden tüm hanımları, Türkiye’nin çok geniş bir kesimini hedef almış oldu.”
Adnan Oktar’la ilgili en çok merak edilen ve eleştirilen konu şüphesiz Mehdiyet ile ilgili söylemleri ve kendini Mehdi olarak görüp görmediğidir. “Ben hiçbir zaman Mehdilik iddiasında bulunmadım, bulunmam da. Çünkü böyle bir iddiada bulunmak demek, dinden çıkmak demektir” diyen Adnan Oktar, Mehdi’nin fiziksel özelliklerinin kendisine benzemesinin onun Mehdi olabileceği anlamına gelmediğini de sözlerine ekliyor.
Sayın Adnan Oktar’la Mehdiyetten eserlerine, anti darwinizmden anti semitizme, PKK’dan AKP-Gülen Cemaati savaşına ve açtıkları davalara varıncaya kadar pek çok konuda konuştuk ve kendisinden samimi cevaplar aldım. Söyleşiye zarif tavrı ve desteğiyle katkı sunan kıymetli Meltem Arıkan’a da teşekkür etmeden geçmek istemiyorum. Gelin, Adnan Oktar’ın pek çok konuda merak edilen değerlendirmelerini kendisinden öğrenelim.
***
-Cemaatinizle ilgili merak edilen pek çok nokta var. Cemaatiniz tam olarak hangi mezhebe bağlı ve kendinizi tasavvufi bir tarikat olarak görüyor musunuz?
Adnan Oktar: Biz bir cemaat veya tarikat değiliz. Birbirini seven, değer veren, koruyan, kollayan bir arkadaş grubu olarak düşünebilirsiniz. Benim hocalık, mürşidlik iddiam yok. Arkadaşlarım da mürit değil. Kimseye beni örnek alın, benim gibi olun demiyorum. Kuran’a uyun, Peygamberimiz (sav) gibi olun diyorum. Ben Hanefiyim, ancak arkadaşlarım arasında farklı mezheplerden olanlar, ailesi Alevi olanlar var. Ben kendimi sadece Allah’ın bir kulu olarak görüyorum. Her türlü övgünün, iltifatın asıl sahibinin Allah olduğunu biliyorum. Allah’ı çok seviyorum, Allah’tan çok korkuyorum. İnsanların özgürce üzerlerinde ağır yükler olmadan, birbirlerine değer vererek, şefkat duyarak, merhamet ederek yaşamalarını istiyorum. Arkadaşlarım da bu ahlaka sahip insanlar. Dünyaya da bu güzel ahlak sahip olsun diye bir araya geldiği bir arkadaş grubuyuz biz. Aynı ahlaka sahip aynı değerleri koruyan insanların birlikte olmaktan zevk alması, beraber bir fikri çalışma içinde olması çok normal.
-Bir iddiaya göre 300’e yakın yayınlanmış eseriniz var. Yaradılış Atlası başta olmak üzere, eserlerinize yönelik eleştirilerden biri islamiyetten ziyade, daha çok köktendinci hristiyanlık yaradılışçılığına yakın oldukları noktasında. Bu eleştiriye yönelik değerlendirmeleriniz nelerdir?
Adnan Oktar: İddia değil bu, gerçek. 1979’dan bu yana devam eden bir fikri mücadelem var. Eserlerimin sayısı 300’e yaklaştı. Ve bu eserler 73 farklı dile tercüme edildi. Dünyanın bir çok ülkesinde ilgiyle okunuyor. Çin’e gitseniz benim eserlerim var. İran’da, Rusya’da, Belçika’da, Sudan’da, Nijerya’da benim eserlerimle karşılaşırsınız. Endonezya’da müfredata dahil edildi. Malezya’da üniversitelerde kullanılan temel kaynak eserlerden biri. Tabi bu, Allah’ın takdir ettiği güzel bir başarı. Ben samimiyetle yola çıktım, samimi olarak Darwinizmin materyalizmin geçersizliğini anlatmak amacıyla başladım. Allah da bu samimiyeti, eserlerimi tüm dünyaya duyurarak ödüllendirdi. Hamdolsun.
Söz konusu eleştiriyi yapan arkadaşlar, özellikle evrim konusunda pek bilgi sahibi olmayan kişiler. Biz Hristiyan Yaratılışçılardan değil, onlar benim eserlerimden faydalanıyorlar. Hristiyan Yaratılışçıların anlattıkları bilimle uyumlu değil. Dünyanın ömrü 6 bin yıldır diyorlar, yüz milyon yıllık fosiller var, bunları açıklamaları mümkün değil. Dolayısıyla onların öne sürdükleri bilgi, evrime karşı baştan yenilmiş bilgi. Benim eserlerimde, özellikle Yaratılış Atlasında ortaya konulan bilgiye karşı ise bilimsel olarak hiçbir cevabı yok evrimcilerin. Atlas’ta uzun uzun bir konuyu anlatmıyorum. Fosil örneklerini ortaya koyuyorum, yanlarında da o canlının günümüzde yaşayan hali var. Aralarında en ufak farklılık yok. 200 milyon yıllık örümcek fosiliyle bugün yaşayan örümcek tıpatıp aynıysa, canlılar evrim geçirerek bugünkü halini aldı masalı baştan aşağı çökmüş demektir. (Fosil örneklerini incelemek isteyenler www.yaratilisatlasi.com adresine bakabilirler.) Bundan sonra evrimci arkadaşlar istedikleri kadar detaylar üzerinde tartışmalara girsinler fark etmez, netice elde edemezler. Çünkü ne ilk proteinin nasıl olduğunu açıklayabiliyorlar, ne de canlıların yüz milyonlarca yıldır kusursuz yapılarıyla var olmalarını. Yenilgiyi kabul etmek gururlarına ağır geliyor olabilir, ancak evrim teorisi gibi tamamen içi boş bir teoriyi savunmak çok daha küçük düşürücü bir durum.
-Mehdilikle ilgili 200 hadisin size uyduğunu iddia etseniz de mehdilik iddiasında olmadığınızı da belirttiniz. Mehdinin adı ve çıkacağı yere dair de söylemleriniz var. Mehdiyet bağlamında, tam olarak düşünce ve perspektifiniz nedir, kendinizi Mesih olarak görüyor musunuz?
Adnan Oktar: Ben hiçbir zaman Mehdilik iddiasında bulunmadım, bulunmam da. Çünkü böyle bir iddiada bulunmak demek, dinden çıkmak demektir. Ben Allah’tan çok korkan bir insanım asla böyle bir şeye tevessül etmem. Yemin de ettim ömrüm boyunca Mehdilik iddia etmeyeceğim diye. Mehdi’nin fiziksel görünümünü de İstanbul’da çıkacağını da anlatan ben değilim, Peygamberimiz (sav).
Türkiye’de de İslam aleminde de bu geleneksel yaklaşım vardır: Bir kişi Mehdiyeti anlatıyorsa, “tamam bu Mehdilik iddiasında bulunuyor” denilir. Mesela Bediüzzaman Risale-i Nur’da yüzlerce sayfa Mehdiyeti anlatmıştır. Ona da aynısı söylenmiştir. Halbuki Üstad, ben Mehdi değilim, Mehdi Hicri 1400 (Miladi 1979)’de gelecek diyor. Darwinizmi ve materyalizmi tamamen yıkacak, İslam birliğini oluşturacak, samimi iman ahlakını dünyaya hakim kılacak diye yapacağı faaliyetleri tek tek anlatıyor.
Peygamberimiz (sav), o kadar çok detay vermiş ki Mehdi hakkında; Orta boylu olacak, geniş omuzlu olacak, alnı açık olacak, gözleri çekik ve yeşil olacak, karnı geniş olacak, tek kaş çatma çizgisi olacak, dişleri güzel olacak, kaşları hilal şeklinde olacak, cildi parlak olacak, yanağında inciyi andıran açık renkli ben olacak, sırtında nübüvvet mührü olan ben olacak, teni kırmızıyla karışık beyaz olacak gibi çok kapsamlı anlatıyor. Ve dediğiniz gibi bu detaylar bana benziyor. Ama bu benzerlik Mehdi olmak anlamına gelmez, böyle benzeyen onlarca insan bulursunuz. Mehdi kaderde takdir edilmiş kişidir. Çalışarak gayret ederek Mehdi olunmaz. İslam ahlakı dünyaya hakim olduğunda, Hz. İsa (as) “omuzlarından hafifçe öne itip” arkasında namaz kıldığında biz o zaman “bu kişi Allahualem Mehdi’dir” diyeceğiz.
Mehdi’yi anlatmak tüm Müslümanlara Peygamberimiz (sav)’in bir emridir. Taa sahabe döneminde dahi Mehdiyet sürekli anlatılıyor ve müjdeleniyordu. Sahabe günde 5 vakit Peygamberimiz (sav)’e Mehdi’yi soruyordu. Yakın zamana kadar da tüm alimler Mehdiyeti çok detaylı anlatırdı. Sonra nedense son 30 yılda yani Hicri 1400’ün başlamasıyla ve alametlerin ortaya çıktığının görülmesiyle birlikte birden bire alimler Mehdiyet’i anlatmaktan vazgeçtiler. Aslında bu da Resulullah (sav)’in söylediği alametlerden biri. Mehdi çıktığında, minberlerde deccaliyet mehdiyet anlatılmaz olur diyor. Gerçekten de artık nedense kimsenin ne alametleri ne ahir zamanı ne kıyametin yakın olduğunu anlattığını duymuyoruz. Bu konuda ısrarla anlatım yapan bir tek ben varım, çünkü bu konuya samimi yaklaşıyorum. “Mehdilik iddia ediyorsun” dediklerinde Mehdiyeti anlatmaktan vazgeçeceğimi sanıyorlar. Peygamberimiz (sav)’in bu kadar önemle üzerinde durduğu, dünyanın bu kadar ihtiyacı içinde olduğu bir konuyu anlatmaktan vazgeçmem.
-Yaradılışçığa yönelik savunmalarınız ve evrim teorisini çürütmek için ileri sürdüğünüz argümanlara yönelik pek çok bilim adamının itirazları var. Sizce darwinizm ve yaradışçılık noktalarında söylemleriniz neden bu kadar eleştiriliyor? Bu eleştirilere cevabınız nedir?
Adnan Oktar: İtiraz dediğiniz şeylerin hemen hepsi demagojiden ibaret. Bundan bir kaç yıl önce evrimcilere çağrı yaptım. Evrimin yaşandığını gösteren tek bir tane ara form fosili getirene 10 Milyon TL vereceğimi söyledim. Hala bir kişi bile çıkıp işte delilimiz budur demedi. Diyemezler, çünkü yok. Ben fosilleri yani somut delilleri ortaya koyuyorum, karşımdakilerden beklediğim de somut delil. Fosil gösterecekler, zor bir şey değil. Ama yapamıyorlar işte… Eğer evrim yaşanmış olsaydı bu süreci görebileceğimiz en net, en tartışmasız, en somut bilimsel bulgu fosiller olurdu. Fosillere baktığımızda yarım organlar, az gelişmiş uzuvlar, birinden diğerine dönüşmek üzere olan yapılar görürdük. Bugüne kadar yaklaşık 400 milyon fosil gün ışığına çıkarıldı. Ama içlerinde bir tane bile evrim olduğunu gösteren fosil yok. Bunun anlamı nedir? Açık ve net, evrim diye bir şey yok demektir.
Evrimcilerin ikinci çıkmazı ise ilk proteinin nasıl oluştuğu sorusu. Dawkins’e bu soruyu sorduklarında uzun uzun gökyüzüne bakıyor, düşünüp taşınıyor sonrasında verdiği tek cevap “uzaylılar getirdi” oluyor. Yani bilimsel itiraz dediğiniz şeyin temeli bu. İlk proteinin uzaydan geldiğini iddia etmek… Evrimciler eskiden insanların bilgiye zor ulaşıyor olmasından istifade ediyor, Latince terimler vs kullanarak “bu konu sizin anlayabileceğiniz bir şey değil, biz diyorsak siz kabul edin” diyorlardı. Bugün ise bilgiye ulaşmak çok kolay. Allah’ın izniyle nereye gitseler fosil sergimiz, hangi internet sayfasını açsalar evrimin geçersizliğini anlattığım kitaplar var. Üstelik herkesin anlayabileceği kadar açık anlatıyorum konuları, bu yüzden ilkokul çağındaki çocuklar dahi gülüyor evrimcilere. Çünkü tesadüfle bir şeyin oluştuğuna inanmak insanlık tarihinin en utanç verici mantık çöküntüsüdür.
-Semitizm ve siyonizme karşı pek çok söylem ve çalışmalarınız var. Ancak son dönemlerde bu konuda bir yumuşamanız söz konusu. Bunun sebebi nedir?
Adnan Oktar: Bu konuda insanlarda genel bir bilgi eksikliği, bilgi karışıklığı var. Öncelikle bir Müslümanın anti Semit olması mümkün değildir. Bir Müslüman Peygamber soyuna karşı olamaz. Tam tersine onları korur, kollar, şefkatle yaklaşır. Sadece Museviler değil Hristiyanlar da bize emanettir. Hz. Musa’nın ve Hz. İsa’nın evlatlarının güzel yaşamasını sağlamak Müslümanların sorumluluğudur. Osmanlı’nın 1492’de Musevileri kurtarmak için donanmasını göndermesinin de temelinde bu ahlak vardır. Benim de bakış açım her zaman bu olmuştur. Biliyorsunuz Museviler ve Araplar aslında kardeşler, aynı soydan geliyorlar. Biri Hz. İsrail (Yakup)’un evlatları diğeri Hz. İsmail’in evlatları. Hepsinin babası Hz. İbrahim. Bir arada kardeşçe yaşamak varken, 19. yüzyılda doruğa tırmanan Darwinist materyalist ideolojilerin körüklemesiyle ortaya çıkan anlamsız kavgalar yüzünden her iki taraf da acı içinde yaşıyor. Bu kavgayı bitirmek mümkün. İki topluluğun bir arada kardeşçe (tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi) yaşamalarını sağlamak mümkün. Ben de bunun için gayret ediyorum. Kini, intikamı, öfkeyi bir kenara bırakıp sevgiyi, affediciliği, şefkati öne almak gerekiyor. Musevilerin de Arapların da Türklerin de Hristiyanların da ataları bu topraklarda yaşamış. Her üç dinin kutsal mekanları bu topraklarda. İsraillilerin de Filistinlilerin de bu topraklarda dilediği gibi yaşamaları lazım.
-Kadın talebelerinizin giyim tarzı ile ilgili pek çok eleştiri var ve İslam’a uymadığı söyleniyor. Geçtiğimiz günlerde Bülent Arınç’ın da bu minvalde bir eleştirisi olmuştu. Bu konudaki görüşleriniz nelerdir?
Adnan Oktar: Devlet makamında olan bir insanın hanımların kıyafetlerinin İslam’a uygun olup olmadığını değerlendirmek gibi bir sorumluluğu yoktur. Bülent Arınç bu sözleriyle sadece arkadaşlarımı değil, en başta kendi gelini olmak üzere, dekolte giyinen, denize giren, müzik dinleyip dans eden tüm hanımları, Türkiye’nin çok geniş bir kesimini hedef almış oldu. İnsanların yaşam tarzına, kıyafetine, gülmelerine, müzik dinlemelerine bakarak insanlara namussuz demek kabul edilecek bir söz değil. Türkiye’de tüm televizyon kanallarında, neredeyse tüm dizilerde, sohbet programlarında her türlü eğlence, müzik, dekolte kıyafet var. Gelini mini etek giydiği için namussuz olmadığına göre, oğlu eşiyle evlenmeden önce flört ettiği için namussuz olmadığına göre, bu ülkedeki dekolte giyen milyonlarca hanım namussuz olmadığına göre ve kimsenin de onları bu yaşamları için yargılama hakkı olmadığına göre, Bülent Bey’in konuşurken daha dikkatli olması gerekir.
Kadını haşa yarım gören, kadınların neşeli güzel yaşamasından rahatsız olan, kendilerine her şeyi hak gören ama kadınlara da her şeyi yasaklayan bir anlayış İslam’da yok. Her kadın kendi aklı ve vicdanıyla namusunu nasıl koruyacağını bilir. Erkeklerin ayrıca kadınların ne konuşacağına, ne giyeceğine, nereye gideceğine, nereye gitmeyeceğine karışmasına gerek yoktur. Kadını adeta ikinci sınıf olarak gören bu zihniyet inşaAllah Hz. Mehdi devrinde tamamen değişecek. Peygamberimiz (sav), o devirde kadınlar yanlarında kimse olmadan Şam’a kadar giderler diyor. Demek ki kadın üzerindeki tüm baskılar ortadan kalkacak ve kadınlar alabildiğine özgür olacaklar inşaAllah o devirde.
-PKK’ya karşı sert söylemleriniz var ve onları bir tehlike olarak görüyorsunuz. Bu bağlamda, PKK’nın Türkiye Cumhuriyeti devletiyle müzakere sürecini ve Abdullah Öcalan’ın duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Adnan Oktar: Bunca zamandır hiç şehit haberi almıyor olmamız elbette sevinç duyulacak bir durum. Buna kimse bir şey diyemez. Önemli olan PKK’nın ideolojisinin ve bu ideolojinin hedefi olan dünyanın ne olduğunun göz ardı edilmemesidir. Karşımızda felsefesi olan bir yapı var. Bu felsefenin ön gördüğü bir Güneydoğu ve hayat idealleri var. Dağa çıkan her gence sözde akademi denilen ortamda 7 gün 24 saat bunun eğitimi veriliyor ve bu gençler bir şeye inandırılıyor. Nedir bu? PKK’nın Marksist Leninist Stalinist bir yapılanma olduğu gerçeğini düşünmeden adım atılırsa isabetli sonuç elde edilemez. Ben de hem konuşmalarında hem de yazılarımda bu yönü üzerinde duruyorum. Bölgede yaklaşık 30 yıldır devam eden bir propaganda çalışması var. Bu propagandaya karşı bilimle, felsefeyle, anlatımla cevap verilmezse sorunun çözüme kavuşması mümkün olmaz. PKK’nın ilk günden beri hedefi Marksist Leninist Stalinist düşünceye dayalı Bağımsız Kürdistan kurmak. Şimdi bunun adını kibarlaştırıp özerklik, federasyon, kanton bölge vs gibi şeylerle insanlara telkin etmeye çalışıyorlar. Biz de bu telkinin, bu oyunun amacının ne olduğunu bildiğimizi ve gördüğümüzü söylüyoruz. Bölgede komünist ideolojiye dayalı bir özerk yapı oluşması demek, iddia edilen ergenekonun elinde çok acı çekmiş canlarımızı bir başka belanın içine terk etmek demektir. Özgürlüğün, neşenin, sevincin, aile değerlerinin, ahlakın olmadığı, baskının, yıldırmanın, şiddetin hakim olduğu bir özerk yapıya Kürt kardeşlerimizi bırakacağımızı kimsenin düşünmemesi lazım. Yıllarca Kürtleri yok sayanlar, onlara haşa insan değilmiş gibi muamele edenler, onların güzel ahlakının kıymetini anlamayanlar şimdi gitmek istiyorlarsa gitsinler diyorlar.
Kürtler dindardır ve gitmek istemiyorlar. Zorla bizden ayırmaya kalkan olursa da buna müsaade etmeyiz. Bu süreç başladığında PKK’lılar yurt dışına çekilecek denildi. Ben de o zaman, ellerindeki silahı değil beyinlerindeki silahı bırakmaları önemli, beyinlerindeki silahı bıraktıktan sonra gitmelerine de gerek yok demiştim. İşte bu beyindeki silahın bırakılması ancak ilmi çalışmayla mümkün olur. Nitekim son zamanlarda sayısı artan adam kaçırma, iş yeri yakma, baskın yapma vs gibi eylemler ne ellerindeki ne beyinlerindeki silahı bırakmadıklarını gösteriyor. Öcalan’ın son dönemlerde İslam’a yakınlaştığını ima eden açıklamalar yapması, samimi ise, güzel bir şey. Israrlı anlatımlarımızın etkisi olduğunu gösteriyor. Ancak göz boyamak için değil, samimi olarak bizim anladığımız anlamda Kuran talebesi olmaları, samimi olarak İttihadı İslam’ı savunmaları önemli.
-Geçmişte Türkiye’de laikler ile muhafazakarlar arasında süren bir mücadele vardı. Bugün ise iki islami tandanslı gurup, yani aynı mahallenin çocukları birbiriyle savaşıyor. AKP ve Gülen Cemaati arasındaki savaşı nasıl değerlendiriyorsunuz ve hangi tarafa kendinizi daha yakın hissediyorsunuz?
Adnan Oktar: Ben laikler ve muhafazakârlar arasında bir mücadele olarak görmüyorum geçmişte yaşananları. Kendi insanına tepeden bakan, kendi insanının değerlerinden kopmuş, bir çok Ortadoğu ülkesinde örneklerine rastlanan derin devlet yapılanmasının kendi insanıyla mücadelesi olarak görüyorum. Laiklik Kuran’ın özünde olan bir kavram, demokrasi de öyle. “Senin dinin sana benim dinim bana” hükmü laikliğin en hikmetli anlatımıdır. Ama laikliği dinsizlik olarak algılayıp insanları da zorla dinden ayırmaya kalkanlar olursa bunların uygulamasının adı laiklik değil baskıdır. Oysa insanlar dindar olmaya zorlanamayacağı gibi dini değerlerinden uzaklaşmaya da zorlanamaz. Son dönemlerde Ak Parti ile Gülen Camiası arasındaki tartışma ise Cumhuriyet tarihinde örneğine rastlanmadık bir olay. En başından beri aralarında uzlaşma olması gerektiğini savunuyorum. Tayyip Hocam’ın 12 yılda bu ülkeye çok güzel hizmetleri oldu, daha da olacak inşaAllah.
Ekonomik istikrar, altyapı yatırımları, imar projeleri ve hepsinden önemlisi demokratik gelişmeler, işkencenin iyice azalması, faili meçhullerin bıçak gibi kesilmesi çok önemli icraatlardır. Şimdi bunların hepsini yok sayıp, “seninle artık işimiz bitti” diyerek bir Başbakanı anti demokratik yollardan kenara almaya çalışmayı ben vicdani bulmuyorum. Eğer böyle bir yöntemi kabul edersek o zaman her Başbakanın sonu böyle olacak demektir. 3. Dünya ülkesi değiliz biz. Eğer Ak Parti’de suç işleyenler varsa hukuk devreye girer. Tayyip Hocam’ın bir hatası olmuşsa söylenir, doğrusunu yapar. Ama bu öfke dalgası, sürekli kin, sürekli hakaret normal bir durum değil. Gülen Camiası da geniş, özellikle yurt dışındaki okullarla önemli hizmetleri olan bir camia. Böyle büyük bir camianın ezilmesini, yok olmasını istemem. Hatalı olan varsa, suç işlemiş olan varsa devlet bunları tespit eder, gereken hukuki işlem yapılır, ama koskoca bir Müslüman grup yok olsun diyenleri de vicdanlı bulmuyorum. Müslüman yok olsun demez, ıslah olsun der. İnsanlar sevginin dilini bilmiyorlar. Acımasızlığı, gaddarlığı, alaycılığı iyi öğrenmişler, ama sevmeyi, merhamet etmeyi, şefkatle bakmayı, koruyup kollamayı hiç öğrenememişler. Yazılara, televizyon programlarına, sosyal medyaya bakıyorum hep öfke sözleri, hep kin nefret ülkenin üzerini adeta bir grilik kaplamış. Oysa sevgi gözüyle baksalar insanlar her şeyi çözüme kavuşturmak çok kolay.
Allah, Hucurat Suresi’nin 9. ayetinde iki mümin topluluk arasında anlaşmazlık olduğunda, aralarını bulup uzlaştırın diye emrediyor. Ben de bu ayete uyarak, iki tarafın uzlaşması için gayret ediyorum.
-Son olarak, cemaatinize yönelik eleştiri yapanlara tahammül göstermediğiniz söyleniyor ve pek çok dava açtığınız da biliniyor. Neden bu kadar çok dava açma yoluna gidiyorsunuz?
Adnan Oktar: Ben değil avukatlarım dava açıyorlar, tek tek takip ettiğim veya ilgilendiğim bir konu değil. Ama bir hukuk devletinde, devlet vatandaşını hakarete, tehdite karşı korumakla yükümlüdür. Ben her türlü eleştiriye açık bir insanım. Yayın sırasında gelen eleştirileri sesli okuyorum, tüm Türkiye duyuyor. Eleştiriden asla çekinmem. Karikatürler vs oluyor ben de çok gülüyorum, hatta onları da yayında gösteriyorum. Ancak kimsenin kimseye ağır hakaret etmeye ya da tehditte bulunmaya hakkı olmadığını düşünüyorum. Hakaret, çirkin söz, tehditi kimse kabul etmez. Kendisine hakaret edilen makul bir insan ne yapar, cevap verip kavga etmeyeceğine göre, doğal olarak hukuka başvuracaktır. Hukuk hakarete karşı en etkili yöntem. Dikkat edin, sürekli çirkin üslup kullanan, insanlara rahatsızlık veren bir çok insan, hukukla karşılığını alınca çok özenli konuşmaya başlıyor. Bu da hukuki yola başvurmanın iyi bir yöntem olduğunun delillerinden biri.