Kadın örgütleriyle gerçekleştirdiğimiz ‘Kadınlar Konuşuyor!’ başlıklı röportaj dizimize devam ediyoruz. Dizimizin 4.bölümünde İlerici Kadınlar’dan Yard.Doç Meltem Kolgazi ile görüştük. Kadına çok yönlü saldırı olduğunu söyleyen Kolgazi, bu saldırıların üreticilerinin bugün iktidarda olduğunu belirtiyor.
Yard. Doç Meltem Kolgazi ile kadına yönelik saldırıları, çözüm önerilerini, Dilek Doğan cinayetinin nasıl değerlendirilmesi gerektiğini, pembe taksi uygulamasını, sosyalizm ve kadın mücadelesinin kesistiği noktaları konuştuk.
Röportaj: Cenk Bayoğulları
Foto: Dilek Sarıgül
RÖPORTAJLIK : Meltem Kolgazi kimdir?
Meltem Kolgazi (MK) : İstanbul Üniversitesi mezunuyum. Yüksek lisansımı ve doktoramı Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalında yaptım. Şuanda Acıbadem Üniversitesi’nde Fizyoloji kürsüsünde Yardımcı Doçent olarak çalışıyorum. Çok uzun yıllardır çeşitli platformlarda sivil toplum örgütlerinde gönüllü olarak kadın mücadelesinde elimden geldiğince bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Son 2 yıldır İlerici Kadınlar Meclisleri’nde çalışıyorum. Türkiye Koordinasyonumuz var. Onun bir üyesiyim.
İlerici Kadınlar’ın Kadın Hareketi İçerisindeki Yeri
RÖPORTAJLIK : İlerici Kadınlar, Türkiye’deki kadın hareketi içerisinde hangi konumda bulunuyor?
MK : Türkiye’de kadın hareketlerine baktığımız zaman, ilk kadın partisi kurulması, Cumhuriyet döneminden sonra kadınların çeşitli platformlarda mücadele girişimleri, aydın mücadelesinde varlığını değerlendirdiğimizde çok eski gibi görünse de aslında 30’lu yıllardan 70’li yıllara kadar bir boşluk var. Bu dönemde örgütlü kadın mücadelesinden çok fazla bahsetmek mümkün değil. Daha sonra 70’li yıllarda İlerici Kadınlar Derneği deneyimi var. Sonrasında da 80’li yıllarda daha çok feminist kadın mücadelesinin arttığı ama onun yanında sosyalist örgütlerin kendi çalışmalarını yürüttüğü bir dönem geliyor. Bu çalışmaların hepsi, tabii ki çok değerli ve çok önemli… Biz özellikle kendimizi hem sosyalist geçmişi sahiplenen, hem de Türkiye’deki feminist kadın mücadelesine saygı duyarak bunların dışında, bunları da kapsayan ama yeni bir şey arayışında olan yeni bir oluşum olarak tarif ediyoruz. Bizim esas motivasyonumuz aslında Gezi süreciyle başladı. Öncesinde de Türkiye’de kadınların toplumsal olarak yine bir mücadele biçimi ve yeni bir mücadele kanalı arayışı vardı ve biz de buradan hareketle yola çıktık aslında. Kadınlar kendini son birkaç yıl içerisinde çok farklı şekillerde ifade etti. Kentsel dönüşüme karşı kadınların mahallelerindeki mücadelesi, doğanın talanına karşı kadınların mücadelesi, gerici baskıya karşı kadınların kendilerini ifade etmesi, kadınların bedenlerine karşı saldırılara, özellikle kürtaj gibi yasaklara karşı mücadelesi bizim bildiğimiz geleneksel mücadele biçimlerinin dışında yeni bir arayışın doğmasına neden oldu. Çünkü bu son 10 yıldır bizim bildiğimiz anlamda da kadınlara süreklileşen saldırının çok ötesinde topyekûn bir saldırıyla karşı karşıyayız. Artık kadınlar var olma, yaşama savaşı vermeye başladılar. Zaten bizim arayışımızla beraber Türkiye’de farklı arayışlar da ortaya çıktı. Sadece kadına yönelik şiddeti özellikle mücadele başlığı haline getiren, kadınların ciddi şekilde eğitimin dışına çıkarılması, son dönemde kadınların bedenine karşı müdahalesine, erkek egemen söyleme karşı bizim bildiğimiz feminist hareketlerin de dışında çok yeni ekipler var. Farklı bir mücadele arayışı içindeler. Biz de kendimize kadınların sokakta kendini yeni ifade biçimlerini kapsayan, büyüten, ileriye taşıyan bir yol çizmek istiyoruz. Öyle bir arayışla başladı İlerici Kadınlar.
Kadına Yönelik En Büyük Saldırı
RÖPORTAJLIK : Türkiye’de sizce kadına yönelik en büyük saldırı nedir?
MK: En büyük tehdit diye bir şey diyemeyiz. Çok yönlü bir saldırı var. Bu çok yönlü saldırının bir tarafında kadınların eğitimden uzaklaştırılması meselesi var. 4+4+4’le beraber ortaokuldan mezun olan yaklaşık 30 binden fazla kız çocuğu liselere kayıt yaptıramamış. Son çıkan pakette kadınların hükümet programıyla emeğinin değersizleştirilmesi, güvencesizleştirilmesi, evlilik yardımı, izin hakkı gibi şeyler sunuyorlar ama kadın emeğine yönelik ciddi bir saldırı var. Kadını toplumsal yaşamın dışına atmaya yönelik, kadının doğrudan bedeni üzerinden yapılan müdahaleler var. Bunu her gün çeşitli biçimlerde yeniden yaşıyoruz. Ülkenin Cumhurbaşkanından Başbakanından duyuyoruz. Dini referanslarla kadının toplumsal yaşamındaki yerine büyük bir saldırı var. Bu topyekün saldırıların hepsinin cisimleştiği, yakıcı şekilde görüldüğü şey aslında çıplak şiddet. Yoksa o da bu saldırıların bir parçası. Türkiye’de taciz, tecavüz, şiddet, cinayete varan kadına yönelik şiddet tüm bu saldırıların toplumsal yaşamda karşılık bulması. Çünkü siz, güç egemen devlet politikası olarak kadınlar üzerinde bir hakimiyet kurmaya çalışıyorsunuz. Ve onun bir yansıması olarak erkekler ve kadınlar üzerinde bu gücü deniyorlar. Bu gücün denendiği ölçüde de cezalalandırılmıyorlarsa bunu da devam ettirmeleri için bir fırsat olarak görüyorlar. Dolayısıyla topyekün bir şiddet, sömürü, kadın bedenine müdahale, gerici dinci bir müdahale söz konusu… Hepsi bir bütün…. Sadece cinayetleri ele alalım. Kadınların Türkiye’de eşit bir şekilde bir birey olarak toplumsal olarak tam anlamıyla hakkını almadığı sürece cinayetin de önü kesilemez. Sadece cezai yaptırımlarla olsaydı Hindistan’da olurdu. Çok ağır idam cezaları var. Ama Hindistan’da büyük bir kadın katliamı var. Türkiye’de de Özgecan’dan sonra büyük bir mücadele verdi kadınlar, sokakta güçlerini gösterdiler. Ama sevgilisi kendisine karşılık vermedi diye dayak atarak kadını öldüren adam da var hala. Özgecan davasından 2 gün sonra bunu yaşamaya devam ediyoruz. Sadece cezai yaptırımlarla da çözülemeyecek bir mesele. Dolayısıyla en önemli tehditten ziyade kadınların yaşam hakkına, toplumsal varlığına yönelik bütüncül bir saldırı var diye düşünüyorum.
RÖPORTAJLIK : Kadınların toplumsal varlığına yönelik tehdit eğitimle çözülebilir mi? Sizin önerileriniz nelerdir?
MK : Sadece eğitimle elbette çözülemez. Eğitim bir parçası bunun. Müthiş bir zihniyet değişimi olması lazım. Eşitlik temelinde bir sistem kurmak gerekiyor. Kadını toplumda erkeğin toplumsal yaşamının tamamlayıcısı gibi görmekten çıkıp kendisini bir birey olarak tarif eden, yaşam hakkı, çalışma hakkı, kendi bedeni hakkında karar veren bir birey olarak gören bir sistem yaratılması lazım. Bu, bir takım grupların üzerinde güç kurarak iktidarını yöneten bir siyasi anlayışla olamaz. Bu sistemin üreteceği siyasi anlayışlarla kadınların tam anlamıyla eşitliğe, yaşamsal bir varoluşa sahip olması mümkün değildir. O yüzden eşitlik temelinde bir anlayışla kurulan bir sistem olmalı. Bu, mevcut siyasi anlayışla olamaz. Bu topyekün değişmeli.
Sosyalizm Mücadelesi – Kadın Mücadelesi
RÖPORTAJLIK : Sosyalizm ve kadın mücadelesi hangi konularda birleşir?
MK : Biz İlerici Kadınlar olarak diyoruz ki; yaşamsal olarak eşitlik temelinde bir sistem olmalı. Bu sistem şuanda bizim için sosyalizmden başka bir şey olamaz. Sosyalizm olmadan, mevcut siyasi anlayışla bu mümkün değil. Elbette köklü bir değişim gerekiyor. Köklü değişim kadınlar tarafından da yaratılmalı. Bu köklü değişimin öznesi kadınlar da olmalı. En önemli şey bu. Kadınlarla beraber yeniden yaratmak… Bunun adı bugün sosyalizmdir. Bu bizim kuruluş manifestomuzda da açık olarak ifade edilmiştir. Biz topyekün bir dönüşüm olmadan ve bu dönüşümün kadınların da bir öznesi olarak yaratmadığı sürece çok da değişik olmayacağını düşünüyorum. İyileştirmeler olabilir. Bunun için de mücadele ediyoruz. Etmeliyiz de. Kadınlar mücadele etmezse daha ilerisini de kuramazlar. Tacize tecavüze uğrayan bir kadının saat 3’te ne işi vardı sorusuna karşı mücadele etmez, kazanım elde etmezsek yarın öbür gün hayatı da, düzeni değiştirmeyi de isteyemeyiz. Bugün kürtaj meselesinin yasaklanmasını, kadının kendi bedeni üzerinde hak talebi etmesinin mücadelesini vermezsek ilerideki yaşamlarımız için de mücadele edemeyiz. Bu bütünlüklü. Bu düzende hiçbir şey değişmez deyip mücadele ertelenemez. Ama bu mücadele kadınların özne olabilmesi için. Türkiye’de kadının varoluşuna karşı bir saldırı var. Kadın katlediliyor, sokakta varlıkları sorgulanıyor. Küçük yaşta evlenmeye özendiriliyor, zorla evlendiriliyor. Kadınların eşit bir biçimde var olması için bugünden mücadeleyi büyütmekte etmekte fayda var.
RÖPORTAJLIK : Kadın mücadelesi içerisinde tartışılan konulardan birisi de feminizm. Siz İlerici Kadınlar olarak feminizmi nasıl değerlendiriyorsunuz?
MK : Biz başka bir şeyiz. Feminist bir sürü akım var. Ve onlar kendilerini tanımlıyorlar. Bizim yeniden yorum yapıp kendimizi onlara göre tanımlamanın bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. Kadın mücadelesinde var olan her özne bence çok değerlidir. Onlar kendi mecralarında çok değerli mücadeleler veriyorlar. Türkiye’de bence önemli deneyimler var, bunları reddedemeyiz. Ama bugün baktığınızda bu mücadele deneyimlerinin kök salamadığını görüyoruz. Demek ki büyük bir sıçrama yaratamamış. Yasalar konusunda hem sosyalist hem feminist örgütlerin verdikleri mücadeleler var, bunlar yadsınamaz. Ama ileriye dönük daha fazlasını istiyoruz. Köklü bir değişiklik istiyoruz. Orada bulsaydık çözümümüzü öyle bir mücadele verirdik. İlerici Kadınlar kendilerini feministlere göre tarif etme ihtiyacı duymuyorlar. Bence siyasi olarak bizim karşı durmamız gereken başlıklara göre kendimizi tarif etmemiz lazım.
Dilek Doğan Olayına Nereden Bakmak Gerekiyor?
RÖPORTAJLIK : Geçtiğimiz aylarda Dilek Doğan olayını yaşadık. Sizce bu olayı siyasi eksenli mi, kadına şiddet ekseninde mi tartışmak daha doğru olur?
MK : Burada birinci olarak tabiki bir devlet şiddeti var. Gece bir kişinin evine gidiyorsunuz; suçlu ya da suçsuz. Kişinin kendini savunma, konuşmama hakkı, adil bir şekilde yargılanma hakkı var. Gecenin bir vakti gidiyorsunuz, savunmasız bir şekilde zaten. Burada bir belirsizlik var. Yargılanan kişinin verdiği ifadeler çelişkili. Burada devlet eliyle uygulanan bir şiddet var.
Kadına yönelik şiddetle doğrudan tarif edilemez. Çünkü burada, babası, ağabeyi, kocası vs değil, bir devlet şiddeti var. Ama Dilek Doğan kadın olduğu için onu daha savunmasız daha zayıf görerek şiddet dozu arttırılmıştır. Bir kadın cinayeti olarak tarif edemeyiz, kadın olmaktan kaynaklı cinayet tarifi var. 1.dereceden yakını olup, kadın olmaktan, savunmasızlığını kullanarak, üzerinde güç ilişkisi kurmak için yaralamak, öldürmek, taciz etmek gibi durumlar kadın cinayeti olarak tarif edilebilir. Burada devlet şiddeti var. Uygulayıcısı kadını daha zayıf gördüğü için daha fazla şiddet uygulamayı hak görmüş olabilir ve tabii ki bu vurgulanmalı fakat hukuki olarak kadın cinayeti diyemeyiz.
Kadına Şiddet Nasıl Önlenebilir?
RÖPORTAJLIK : Bu kadar kadın örgütleri var. Ama kadın cinayetleri, kadına şiddet gün geçtikçe artıyor. Bu nasıl önlenebilir?
MK : Gerçekten çok acı verici bir durum bu. Çok tartışmalar var. Bu kadar mücadele ediyoruz. Ben Özgecan olayının her açıdan bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum. Bir kere kadınlar kendilerini sokakta ifade ettiler. Diyanet’in fetvasından sonra NTV’ye gidecektik. Ama Diyanet Başkanı gelmedi. Yoksa biz NTV’ye gerçekten güçlü bir şekilde gidecektik. Sosyal medyaya yansımasa dahi iyi bir hazırlık vardı ve bütün kadınlar NTV’de kendisini ifade edecekti ve gereken cevabı verecekti.
Diğer taraftan saldırının üreticisi iktidarda… Böyle bir problemimiz var bizim. Aile Bakanı “algıda seçicilik var, o kadar şiddet yok” diyor. Türkiye’de ciddi bir şekilde dincileşme, gericileşme toplumsal olarak kök salıyor. Bu da kadına yönelik şiddeti arttıran bir unsur… Bunun da üreticisi iktidarda. Toplumsal olarak bunu kendi iktidarını sürdürmek için bir politika olarak izliyor. Eğitimden uzaklaştırıyor, niteliksizleştiriyor. Eğitimi dincileştiriyor. Söylediğim gibi bu çok yönlü bir saldırı. Bunların hepsine karşı mücadele etmek gerekiyor. Bir de bunun üzerine devletin yasa koyucuları cinsiyetçi kararlar alıyor. Kadın katillerine olmayacak cezai indirimler uygulanıyor. Bu da bir cesaret veriyor. Yani hem zemin hazırlıyorsunuz, hem de ceza vermiyorsunuz. Bu da mücadele edilmesi gereken büyük bir sorun. Bunların hepsi topluca, cinayetlerin artmasının nedeni… Yasada büyük değişiklikler oldu bir kaç yıl önce. Bugün bazı kadın katilleri müebbetle yargılanabiliyorsa bu değişiklikler sayesindedir. Ama bu yasayı uygulayanlar da cinsiyetçi. Hakim indirim kararı veriyor. Bu çok ciddi bir problem… Bunun üreticisi iktidarda olduğu sürece biz daha çok mücadele ederiz. Bazı hatalarımız da var. İyiniyetli olsa da sadece cezaya odaklı bir mücadele de zayıflatıcı. Sadece yasal uygulamalar olsa mevcut yasa ile müebbetle de yargılanabilir. Bu bir yorum meselesi… O yüzden bunların tümüyle mücadele etmek gerekiyor. Cezaya odaklanmamak, kadının eşitlik ve özgürlük temelinde toplumsal olarak kadının konumunu, yaşamını yeniden yaratacak bir mücadele gerekiyor. Bugün en fazla gerici, dincileşmeye karşı mücadele verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun üreticisi iktidarda olduğu için iktidara karşı bir mücadele verilmesi gerekiyor.
Kadın-Evlilik Programları, Diziler…
RÖPORTAJLIK : Kadın programları, evlilik programları ve diziler de çok tartışılıyor. Bunlar kadına zarar veriyor mu? Siz bu programlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
MK : Çok ciddi zararlar veriyor. İnanın takip etmedim. Birkaç gün önce bir dizide çift eşli bir adamın hikayesi komik bir şekilde veriliyormuş. Türkiye’de çok eşlilik demek kadının toplumsal olarak silinmesi demek. Bunun hikaye edildiği diziler var. Kadının bedeninin metalaştırıldığı programlar, diziler var. Kadının sadece toplumsal konumunu doğurganlık olarak gören, tek amacının evlilik meselesi olduğunu empoze eden programlar var. Kendini var edemeyen kadınlar, kendini ancak evlilik müessesesi içinde var etme anlayışına giriyorlar. Bunun diğer yönünde kadının kurtuluşu evlilik olarak gösteriliyor. Yalnız kadın her türlü saldırıya açık… Bu kadar evlilik programlarının popüler olmasında şaşılacak bir şey yok. Bir de “sen ancak anneysen değerlisin” diyen bir iktidar var.. Kadınlar da kendilerini evlilik programlarında ifade ediyorlar. Bu şaşılacak bir şey değil.
Pembe Taksi Uygulaması
RÖPORTAJLIK : Geçtiğimiz günlerde Sivas’ta pembe taksi uygulaması başladı. Bu taksiler belli saatler içerisinde olacak. Burada kadına ‘o saatten sonra dışarı çıkma’ denmiyor mu? Siz bu pembe taksi konusunda ne düşünüyorsunuz?
MK : Biz bu konuda çok ciddi bir tepki verdik. İlerici Kadınlar Meclisi olarak karar verdik, elimizden gelen her şeyi yapacağız. Avukat arkadaşlarımız da olayı araştırıyor. Çünkü bu aleni şekilde kadınların sokaktan silinmesi, yaşam alanından uzaklaşması demektir. Bunun da Sivas’tan başlamış olması gerçekten simgesel. Çünkü bir kadının Anadolu’nun pek çok ilinde tek başına yürüyemez durumda olması, sanki yürümemesi gerekip mutlaka bir taksi kullanması, bunun için de sanki kadını koruyormuş gibi gösteren ama kadını tamamen sokaktan uzaklaştıran bir uygulama. Tecavüzcüleri engelle, onları durdur. Türkiye’de tecavüz olayını kaldır, cezalandır. Bunu durdurmuyorsun, kadını sokaktan siliyorsun. Bu zihniyet; “sokakta dolaşan her kadın şeytani bir objedir, her an her şeye neden olabilir, o yüzden sokaktan silinmelidir” diyor. Ben yıllar önce arkadaşlarımla bir doktor arkadaşımın yanına gitmiştim. Rahatsız olur bölge halkı diye perdeli minibüsle gezdik. Böyle bir yaşamı reva görüyor iktidar şuanda kadınlara. 2 yıl önce de pembe metrobüs, pembe otobüs istiyoruz diyenler oldu. Kızlı-erkekli yaşanmaz, kızlı-erkekli eğitim yapılmaz şeklinde sürekli kadını yaşamdan uzaklaştıran uygulamalar şiddetlenerek artıyor. Pembe taksi uygulaması olamaz. Pembe taksi değil kara taksi yapsınlar ona da tecavüzcüleri bindirsinler ki onlar sokakta dolaşmasın. Biz bunu diyeceğiz. Eğer tecavüzden korkuyorsanız, tecavüzcüleri izole edin. Demir parmaklıkların arkasına koyun, caydırıcı uygulamalarda bulunun. O zaman kadınlar istedikleri saatte istedikleri yerde istedikleri nedenle dolaşabilsinler. Bu Bağdat Caddesi’ndeki olaydan sonra 1 hafta boyunca ‘sokakları terk etmiyoruz’ diye eylem yaptık. Bunu çok önemsiyoruz. Kadınlar hem mücadele hem de varlık açısından sokakları bir kez terk ederse dinci gericilik kadının toplumsal olarak var olduğu her yere dahil aynı saldırıyı uygulamaya devam edecek. O yüzden bu pembe taksiye çok büyük bir tepki vermek gerekiyor.
RÖPORTAJLIK : 14 yıllık bir iktidar dönemi var. AKP iktidara geldikten sonra türban meselesi ortaya attı. Fakat bu türban meselesini 18 yaş altı bugün merdiven altı diye tabir edilen yerlerde çalışan genç kızları hiç dile getirmeden söyledi. Lüks jiplere binen, en güzel hayatları yaşayan kadınlar için söyledi. Sizce bunun temelinde bir sömürü mü yatmakta?
MK : Türban da bence çok yönlü bir şey. Bu bizim ilk zamanlarda feminist arkadaşlarla da tartıştığımız meseleydi. Türkiye’de türban meselesi bir varoluş meselesi olarak gösterildi. O dinci iktidarın kendi iktidarını hem kamusal alanda hem toplumsal alanda kurma mücadelesiydi türban mücadelesi. Onlar kendi iktidarlarını kurdukları oranda bugün toplumu esir almak için kullanıyorlar. Bu çift yönlü bir şey. Birinci olarak bu ideolojinin üreticisi kadınlar jiplerle geziyorlar, yeni zenginler dedikleri bu hayatı yaşıyorlar. Altın varaklı saraylarda oturuyorlar. Diğer tarafta var olabilmek, sokakta rahat yürüyebilmek için kendini tacizden koruyabilmek için bir çok kadın türban takmak zorunda kalıyor. Örtünmeyen kadının şeytani bir varlık olarak tarif edilebilme riski taşıyor. O yüzden de bu sonuç olarak kadınları hem teslim almaya, hem de onların kendi ideolojik ortamlarını üretmelerine yaradı. Diğer taraftan da erkek egemen kültürü besleyen bir hal aldı. Şuanda 13-14 yaşında genç kızlar türban takıyorlar. Bu dinci referanslara dayanarak kadınları teslim alma, kız çocuklarını hayattan uzaklaştırma girişimidir. Şimdi kamusal alanda türban serbestleşmesin, bu doğal karşılanmasın denmesinin, mücadele edilmesinin ne kadar önemli olduğunu bugün anladık. Şu anda artık çocuk yaştaki kız çocukları türbanlı dolaşıyorlar. “Kız çocukları şeytani bir cinsel obje olarak görüldüğü için mutlaka örtünmeli”. Buraya kadar geldi durum. Çok üzücü. Diğer taraftan ama tekstil işçisi bir kadın sabah evden çıkıp herhangi bir saldırıya uğramadan akşam evine rahat dönebilmek için türban takmak zorunda kalıyorsa o kadını bireysel olarak yargılayamayız ki. Çünkü bunu yaratan bir ideolojik salgı var. Bu kadınlar kendilerini nasıl koruyacaklar? Buna karşı mücadele eden kadınlara da ciddi bir saldırı var. Laik ya da farklı dini inançları nedeniyle örtünmeyen ya da bunu seçmeyen kadınlar baskı altındalar. Bu ciddi bir problem. Baskının dışında kalmak için bazı kadınlar türban takmayı seçiyorlar. Bu baskıyı yaratanı, bunu bir seçim değil, siyasi otoriterleşmenin bir simgesi olarak dayatanları bu ülkeden def etmek zorundayız. O zaman kadınların türban diye bir sorunu kalmaz. Kadınların ne giydiğinin önemi kalmaz. Bu kişisel bir renklilik olur. O kadar.