Güya ne futbol ne de Beşiktaş’la ilgili konulardan söz edecektik. Ben sormayacaktım, Hakkı Yeten anlatmayacaktı. Havadan sudan konuşmaktı niyetimiz. Bu nedenle ilkten “Fiyatlar neden boyuna artıyor?” diye sordum Beşiktaş’ın başkanına. Sigarasını yaktı, kahvesinden bir yudum içti, düşündü, ağır ağır konuştu: “Herkes birbirine kazık atmaya çalıştığı için fiyatlar da durmadan artıyor. Tıpkı; bizim kulüpteki hiziplerin sayısının artması gibi.” “Bizim kulüp” sözü, anlaşmamızı daha başlangıçta bozacağa benziyordu. Konuyu değiştirmek istedim: “Yeni danslar hoşunuza gidiyor mu Kaptan?” Sanki hiç dans etmemiş ya da fırsat bulamamış kişilerin öfkesiyle baktı yüzüme: “Gençler çok hoşlandıklarına göre her hâlde özellikleri vardır. Bence bizim Yusuf gibi fazlaca kıvırmazlarsa, yeni danslar gençlere çok yaraşıyor.”
Düşünceye Saygı
Önce “Bizim Kulüp”, sonra da “Bizim Yusuf” sözleri inancımı yarı yarıya sarstı. Hakkı Yeten’le “futbol” ve “Beşiktaş” sözleri geçmeyen bir konuşma yapamayacak mıydım? Hayatının 25 yılını futbol oynayarak yaşayan Hakkı Kaptan’ı “futbolsuz” konuşturmanın güçlüğünü biliyordum. Hakkı Kaptan sadece futbolculukla kalmayıp 38 yaşında futbolu bıraktığı 1948 yılından bu yana tüm yaşantısını Beşiktaş için parsellemişti. Düşünceye saygı beslemenin gerekliliği, ilk 2 denemenin ışığı altında, başlangıçtaki kararı bozmaya zorluyordu beni. Yine de, bir deneme daha yapmak istedim.
Üçüncü sorum şuydu: “Brigitte Bardot’un, Günther Sachs ile olan evliliği de sarsıntı geçiriyormuş. Acaba BB mutlu olmayı bilmiyor mu?” Hakkı Yeten güldü, gözleri kısıldı, sesi daha bir derinden çıktı : “Vallahi ben kulüp işleriyle uğraşmak yüzünden evlenemediğim için evlilik konusunda, hele de Brigitte Bardot’un evliliği konusunda bir düşüncem olamaz. Efendim.”
“Hey gidi günler…”
Olmuyordu, olmayacaktı. “Boş verelim Kaptan” dedim. Dileğinizce konuşun. Hem de bol bol Beşiktaş ve futbol edin. Beşiktaş Başkanı rahatlamıştı. Yine bir sigara yaktı. “Ne anlatayım, bilmem ki? Beşiktaş Kulübüne 1930 yılında gelip 1948’e kadar oynadığımı mı? Önce Fenerbahçe, sonra Arsenal’den aldığım transfer tekliflerinin üzerinde bile durmadığımı mı? 1941 yılında kurduğum takımın 7 yıl üst üste şampiyon olup attığı 116 gole karşılık 13 gol yediğini mi? 30-35 metreden attığım şutlarla topu Hicaz pulu gibi filelere yapıştırdığımı mı? En hızlı yıllarımda, harf çıktığı için milli takımda ancak 3 kere oynadığımı mı? Yoksa Ankara’daki bir maçtan önce soyunma odasında sağ bacağımdaki kan çıbanını yardırıp sahaya çıktığımı mı? Efendim.”
Hakkı Kaptan o günleri yeniden yaşıyor gibiydi. Bir Fenerbahçe maçından önce çok hasta olduğu için Doktor Necmettin Bey’in oynarsan ölürsün tehdidini dinlemeyip sahaya çıktığı ve karşılaşma sonunda duş yaparken bayılıp kaldığı da vardı anlattıkları arasında. “Hey gidi günler, hey” diyordu Hakkı Kaptan.
Başkan Hakkı Yeten
Futbol anıları gerçekten doyumsuzdu Hakkı Kaptan’ın. Ama ben, biraz da Beşiktaş Kulübü Başkanı Hakkı Yeten’i dinlemek istiyordum. Herhalde futbolu bıraktın sonra Siyah-Beyazlı Kulübün genel kaptanlığını, yönetim kurulu üyeliğini, ikinci başkanlığını ve 1960 yılından beri de başkanlığını yapan Hakkı Yeten’in bu konularda da diyecekleri olmalıydı. Özellikle Siyah-Beyazlı kulübü için için kemiren hizipleşmeler konusundaki düşüncelerini öğrenmek dileğindeyim. Hakkı Yeten biraz daha eskiden açtı paragrafı.
“Futbol yüzünden iki dizim de kireçlendi. Bedenimin her yanı delik deşik. Hasta oldum, evlenemedim, sırası geldiğinde evimi ipotek ettim. Çalışıp çabaladık. Çok şey kaybettim ve karşılığında Hakkı Kaptan adını kazandım. Bunlardan yakınmıyorum. Beni asıl dertlendiren kulübümüzü yıpratan hizipleşmelerdir. Bu da herkesin yönetim kuruluna girmek istemesinden, lider bulunca gruplaşmaların doğmasından oluyor. Bunlar kulübe fayda getirmez.”
Yeten sözlerine, 1960’dan bu yana Beşiktaş’ın iki şampiyonluk aldığını, 12 kere teknik hata yüzünden ikinci olduğunu, Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı kazandığını ekliyor ve bunları inkar nankörlüktür diyordu.
Her şey Birlik İçin
Bir yanda idealistler, bir yanda divan kurulu üyeleri, bir yanda amigolar, bir yanda da kendilerine muhalifler adını verenler boyuna çekişiyorlardı Beşiktaş’ta. Bir de Hakkı Yeten’in grubu vardı. Hepsi de Beşiktaş için çalışacaklarını söylüyorlardı. Hakkı Yeten tüm bu çekişmeyi anlamsız buluyor ve şunları söylüyordu: “Gruplardan birisi başkan adayı olarak Talât Asal’ı seçti. İyi çocuktur Talât, efendim. Kendisine başkanlığı bırakabilirim. Bunun için de tek şartım var. Seçime tek listeyle gidilsin. Anlaşma sağlamaya çalışacağım. Grupların liderleriyle toplanacağız. Ya anlaşırlar, ya da boş yere akıntıya kürek çekerler.”
Bir durulup, bir hırslanıyordu Hakkı Yeten. Gülüyordu arada bir. “Bu işler hep-rahmetli Hüsnü yüzünden açıldı başıma. O beni Beşiktaş’a getirmese şimdi belki de çok rahat bir kişi olurdum” diyordu. Sonra hüzünleniyordu birden. Sözcükler dudaklarından tane tane dökülüyordu: “Ben ölmedikçe kimse meydanı boş bulamayacak. Birlik içinde, anlaşarak çalışmaya yanaşmadıkça hepsinin karşısında olacağım. ”
Arada bir telefonun zili çalıyordu. Hakkı Yeten, avukatlığıyla ilgili konuşmalar yapıyordu. Ve ben düşünüyordum. Beşiktaşlılık, Yeten’in mesleğini de değiştirmişti. 1930 yılında Halıcıoğlu’ndaki askeri lisenin öğrencisi Hakkı Yeten, futbolculuğuyla Beşiktaş’ın formasında yıldızlaşırken okulundan ayrılmak zorunda kalmış fakat bu kez hukuk Fakültesine atmıştı adımını. Yeten bu konuda da “Tuvalete gittiğim zaman bile ders çalışırdım” diyordu.
Takımıyla Övünüyor
Bir de takım hakkındaki düşüncelerini öğrenmek istiyordum Siyah-Beyazlı başkanın. Sordum. Hakkı Yeten’in gözleri ışıl ışıl oldu. Sert ve toktu sözleri: “En iyi futbol oynayan takım Beşiktaş’tır. İlk yarıda şartlar tarafsız olsaydı şimdi Beşiktaş lider olurdu. Bu işte kimse bana külâh giydiremez. Süreyya ve Yusuf’a ceza veren terazinin Fenerbahçeli futbolcular için nasıl ayarsız kaldığına da biliyorum. İki maçı hakemlerin hatası yüzünden kötü bitirdik. Eskişehirspor maçında golümüz ve penaltımız yendi. Fenerbahçe maçında faulle hazırlanan ilk ve üçüncü gollerle yıkıldık. Türk hakemlerini toptan suçlamak istemem. Tarafsız olurlarsa maçları çok iyi yönetiyorlar. Bu işin asıl suçlusu federasyondur.”
İki saattir konuşuyorduk. Bu arada Yeten’in imambayıldı yemeğini, beyaz rengi, kovboy filmlerini ve incesaz programlarını sevdiğini öğrenmiştim. Bir de “BEŞİKTAŞ, BENİM İKİNCİ PEYGAMBERİM” demişti Hakkı Kaptan. Ve işte, Hakkı Yeten’le, Beşiktaş’ı ilgilendirmeyen konuda konuşmanın zorluğunu bu sözden sonra daha iyi anladım. Evet, güya ne futbol ne de Beşiktaş’la ilgili konulardan söz edecektik Hakkı Yeten’le. Ben, bunu başaramadım. Günün birinde başaran olursa önünde saygı ile eğileceğim.
*Bu röportaj Volkan Yarman tarafından yapılmış ve 15 Ocak 1968 tarihinde FotoSpor Mecmuası’nda yayımlanmıştır.
Kaynak: Socrates Dergi