HDP İstanbul 3. Bölge Adayı Garo Paylan ile 100. yılda Ermeni Soykırımı’nı, hükümetin söylemini, soykırım belgelerini ve HDP’nin seçimlere dair tutumunu konuştuk…
Ermeni Soykırımı’nın yıl dönümünde gerek Başbakan tarafından gerekse Cumhurbaşkanı tarafından yapılan açıklamalarda, 100 yıldır süren inkâr politikalarının devam ettiğini gördük. Üstelik Avrupa Parlamentosunun soykırımı tanıyan kararının ardından Mecliste grubu olan diğer siyasi partilerin de hükümetten çok farklı düşünmediği bir kez daha görüldü. Biri hariç; HDP.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez Ermenileri temsil eden vekiller Mecliste olacak. Ancak Ermeni halkının acıları ne kadar yansıyacak, talepleri ne kadar dile gelecek… İşte bu soru işareti. Çünkü AKP, CHP ve MHP’nin ‘soykırım’ ifadesine gösterdiği tepki önümüzdeki döneme dair bir işaret. Ermeni okulları yöneticisi ve HDP İstanbul 3. Bölge Milletvekili Adayı Garo Paylan diğer partilerin de Ermeni aday göstermesinden memnun. Ancak Paylan, diğer üç partinin 100 yıl önce soykırımı gerçekleştiren İttihat ve Terakki zihniyetinin devamcısı olduğunun altını çiziyor. Paylan ile 100. yılda Ermeni Soykırımı’nı, hükümetin söylemini, soykırım belgelerini ve HDP’nin seçimlere dair tutumunu konuştuk…
Ermeni Soykırımı’nın yüzüncü yılında hükümet kanadından oldukça gerilimli açıklamalara şahit oluyoruz. Bu açıklamaları gören, duyan Ermeniler ne hissediyor?
Ermeniler 100 yıldır çözülmemiş, inkar edilmiş, hâlâ aynı zihniyetin tezahür ettiği bir iklimde yaşıyor. Bu da onlara ‘güvercin tedirginliği’ yaşatmaya devam ediyor. Son günlerde Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanı, eski içişleri bakanının dile getirdiği söylemler tamamen 1915 zihniyetinin tezahürüdür. ‘Ermeniler zengindir’den başlayan bu söylemler 1915 soykırımının, Varlık vergisinin gerekçelerinden biridir. Sanki “Onlar rehinedir ve mallarına mülklerine el konulabilir” sözünün tezahürleridir. “Ermenileri deport edebiliriz” lafı vardır. Bu rehine olarak görmenin tezahürüdür. Efkan Ala “Tehcir ettik” dedi. Tehcir etmek; bir yerden başka yere götürmek… İsterseniz tahterevalliyle, isterseniz yaldızlı arabalarla götürün; bu bir soykırımdır. ‘Soykırım’ tanımının tam da kendisidir. O insanların binlerce yıldır yaşadığını kökünden söküp başka yere atmak, isterseniz öldürmeyin ki yüz binlercesi öldürülmüştür, işte bu soykırımdır. Bugünkü söylem de o dönemin muktedirlerinin yaptıklarını sahiplenmektir aslında. Halbuki bizim istediğimiz şey, o dönemin muktedirlerini fail olarak göstermeleri. Ancak katillerimizi sahiplenmeye devam ediyorlar.
KULLANILAN DİL FAİLLERİN DİLİ
Geçen sene 24 Nisan’ın arifesinde Erdoğan taziye mesajı yollamıştı. Ancak bugün, ‘soykırım’ sözüne tahammül dahi edemiyor. Bu değişimin seçimlerle mi alakası var? Yoksa zaten var olan düşüncenin dile gelmiş hali mi?
Geçen yılki taziye mesajı olumlu bir adımdı. Yani samimiyetini sorgulamadan söylüyorum; devletin başbakanından gelmiş bir üzüntü beyanıydı. Hepimizi heyecanlandırmıştı. Ancak son bir yıla baktığımızda, o dönemin muktedirlerini sahiplenircesine ‘soykırım’ kelimesine karşı pozisyon aldılar ve tam da 1915’i gerçekleştiren faillerin dilini kullandılar. Aba altından sopa gösterdiler. Bu üzüntü beyanlarını da havada bırakıyor ve Ermeniler şu cümleyi duyuyor; “Biz tehcir yaptık.” Aslında ‘ayağınızı denk alın, yaptık yine yaparız’ diyorlar. Ermeni Patrikhanesine ortak acılar ayini yaptırıyorlar. Bakın, benim acım bana aittir. Benim acım hiçbir acının ne üstünde, ne altında, ne de ortağıdır. Oysaki onlar ‘ortak acılar’ diyerek, Ermeni’nin başına gelen büyük felaketin artık kabul edilmesinin ardından, Ermeni’nin acısını başka acılarla eşitlemeye çalışıyorlar. Bunu da Ermeni Patrikhanesi ile yapmaya çalışıyorlar. Bu artık uluslararası dünya için de, Türkiye’den pek çok insan için de ‘mide bulandırıcı’. Çünkü siz buradaki Ermenileri rehine gibi kullanıyorsunuz. Ateş düştüğü yeri yakar; ben kendi acımla yüzleşilmesini ve adaletin verilmesini istiyorum. Gelin 24 Nisan günü bunu yapalım. Ama 25 Nisan günü Balkanlarda öldürülmüş Müslümanların acısının peşinde koşalım; hangi devlet, hangi muktedir bunu yapmışsa onun hesabını soralım. Kafkaslarda kim Çerkes halkına kıydıysa, onu soralım. Her acının kendi içinde idrak edilmesini sağlayalım. Bu olduğu zaman o acıyı yaşayanlar iyileşir.
Hükümetin Çanakkale’de eş zamanlı bir anma gerçekleştirmesi de bununla mı alakalı? Acıları yarıştırmak…
Anzaklar 25 Nisan’da çıkarma yapmışlardır, 24 Nisan’da değil. Yıllardır orada şafak ayini yapılır. Şimdi bu anmanın 24 Nisan’a çekilmesi şunu gösteriyor; devlet artık yeni pozisyon aldı. Evet, Ermeniler öldürüldüler, sürüldüler. Bu artık kabul ediliyor ama yeni pozisyon başka; acıları ortaklaştırmak. Çanakkale de bunun tezahürüdür. 25 Nisan’da Çanakkale’de çıkarma olmadan hemen bir gün önce, 24 Nisan’da İstanbul’da Ermeni aydınlar avlanıyorlardı. Doktorlar, sanatçılar… bu ülkenin aydınlarıydı onlar. Bu ülkenin diğer demokratları ile beraber eşitlik mücadelesi veriyorlardı. Bugünkü Kürt hareketi gibi düşünelim. Düşünün ki Çanakkale’de Türkler Kürtler birlikte savaşmışlardı, pek çok kimlik oradaydı, Ermeniler de oradaydı, diğer halklardan insanlar da oradaydı. Diyelim ki Kürtler orada savaşırken, Kürt aydınları da Kürdistan’da tutuklanmış olsalar, sürülmüş olsalar siz orada yaşanan acıyla Çanakkale’de savaşmayı ortaklaştırabilir misiniz? Tüm Ermenilerin tutuklandığı, sürüldüğü, soykırımın başladığı günü, tarihi çarpıtarak ‘ortak acılar’ diye anlatarak, hangi vicdanlara çözüm getirecek.
‘HAK ETMİŞLERDİR’ DEDİRTEN BİR TARİH ANLAYIŞI VAR
Yüzleşmeden neyi anlamalıyız? Kimi kesimler tazminat talebi olarak tarif ediyor…
Tazminat sonuçtur. Bugün Almanya’ya baktığımızda Yahudi Soykırımı ile öyle büyük bir felaket yaşandı ki; bununla yüzleşilmesinin sebebi, bunların bir daha yaşanmaması içindi. Öncelikli motivasyon bu olmalı. Bu Ermeniler için iyileşme vesilesidir. Hem Türkiye’deki hem de Diasporadaki Ermeniler için önemlidir ama büyük toplum için çok daha önemli. Yüzyıldır yaşayan bir zihniyet var. Her gün şehirlerimizde dolaşıyor. Bugün Ermeni’yi döven zihniyet yarın Alevi’yi dövüyor. Öbür gün Kürt’ü dövüyor. Öbür gün dönüp dolaşıp, Gezi gençliğini dövüyor, Berkin’i öldürüyor, Roboskî’de çocukları bombalıyor. Bu kara bulut her gün üzerimizde kol geziyor ve hiç mahkum edilmiyor. Bunları mahkum etmenin yolu; o zihniyetin yaptığı en büyük suça bakmaktan geçiyor. Bizim çağrımız budur. Çocuklarımız Talat Paşa isimli okullarda eğitim görüyor, caddelerinde yürüyor. ‘Hak etmişlerdir’ dedirten bir tarih anlayışımız var. ‘O gün hak etmişlerdir’… Ermenilerden sonra Dersim’deki Aleviler de hak etmişlerdir, Roboskî’de çocuklar da hak etmişlerdir…
BURADA YAŞANDI, ÇÖZÜLECEKSE BURADA ÇÖZÜLECEK
Bir belge tartışması almış yürüyor. Katliam belgelere yansıdı mı?
Ermeniler zaten belgeleri ile doğuyor. Benim belgem benim babaannemdi. Ben aynı evde büyüdüm. 1915’de, 8 yaşında bütün sülalesini kaybeden, yetim olarak tek başına ayakta kalabilmiş biri. Belge benim dedemdi. Anneannemdi, diğer dedemdi. Onların anlattıklarıydı. Belge dediğimiz şey onların ailelerinin olmamasıydı. Onların anlattıkları; önce erkeklerin toplanarak hemen şehrin kenarında katledilmeleri, kadınların, çocukların sürünmeleri, kendilerinin bir komşuya sığınarak hayatta kalabilmeleriydi ve giden hiçbirinin geri dönmemesiydi. Bu bana anlatılanları devletin hangi belgesi karşılayacak ki. Yani devlet dediğimiz aygıt suç işler, provokasyon yapar ve belgelere istediklerini yansıtırlar. Mesela Roboskî’de öldürülenler, ‘Onlar kaçakçılık yapıyorlardı’ diye geçer devlet belgelerine. Dersim’e baktığımızda ‘İsyan ettiler, hak ettiler’ diye geçer devlet belgelerine. Bu nedenle devletin ne kendisine ne de belgelerine güveniyorum, ama buna rağmen devlet belgelerinde o kadar çok şey var ki. Yani mesela sevkiyat defterleri var. Yok edilmiştir mesela. Devletin yazdığı tehcir yasası var. Telgraflar var. İnsanlar oradan oraya sürülürken, yollarda salgın hastalıklardan ölüyor ve ‘Cesetleri ne yapacağız?’ soruları var. Talat Paşa’nın kendi el yazısıyla defteri var mesela. ‘900 bin Ermeni sürüldü’ diye. Yani, bütün bunlar belge. Bir de ‘Karşı taraf belgesini açsın’ deniyor. Karşı taraf denilen kim acaba? Mesela Osmanlıysa bahsedilen, Osmanlı bizim de devletimizdi. Orada belge varsa onlar benim de belgelerim. Ermenistan dediğiniz başka bir devletin belgeleri. Önemli olan, Osmanlı Ermenilerinin belgeleri de bu devletin belgeleri. Yani neyi neyin karşısına koyuyorsunuz? Bu mesele uluslararası bir mesele değil, burada yaşandı. Çözülecekse de burada çözülecek.
Bunca zaman sonra, geçmişe göre toplumda bir değişim görüyor musunuz?
Uzun yıllardır verilen mücadeleler… Özellikle Hrant Dink’in verdiği mücadele ve büyük toplumda da verilen mücadeleler… Artık şu noktaya gelindi: Evet kötü bir şey oldu. Başlarına büyük felaket geldi. Benim çocukluğumda, Ermenilerin bir zamanlar bu ülkede yaşadığını bilmeyen büyük bir çoğunluk vardı, hâlâ da var ama gittikçe azalıyor. Artık insanlar başımıza bir felaketin geldiğini biliyorlar. Ancak, soykırım kelimesini kullanmak istemiyorlar… Hepimiz Nazilerin Yahudilere yaptığı soykırım filmleri ile büyüdük. Ermeni soykırımı düşünüldüğünde ‘Benim devletim böyle büyük bir kötülük yapmış olamaz’ refleksidir toplumdaki ki anlaşılır. Çünkü onlara büyük bir yalan söylendi, dört kuşaktır söyleniyor. Bu devlet büyük bir cinayet üzerine kuruldu. Bilmiyorlar ama artık bunun değiştiğini görüyoruz. İdrak noktasına gelindi. Adını koymakta zorlanıyoruz. Ben soykırım olarak tanımlıyorum ama açıkçası bu suçu kapsayan ve kabul eden herhangi bir kelimeye ben razıyım. Yeter ki o suçu kapsasın. O suçun mağdurlarının yüreğini soğutsun. O suçun faillerini de mahkum etsin. Talat, Enver, Cemal üçlüsünü katil olarak tanımlasın. İsimleri okullarımızın adlarından silinsin.
AKP, MHP, CHP… ÜÇÜ DE İTTİHATÇI
Seçimlere kısa bir zaman kaldı. Siz HDP’nin adayısınız. Cumhuriyet tarihinde ilk kez üç Ermeni milletvekilinin üç ayrı partiden Mecliste görev yapması söz konusu olacak…
Olumlu bir gelişme bu. HDP’nin Türkiye siyasetine feyiz verdiğini düşünüyorum. CHP’nin de böyle bir adım atması önemlidir. AKP’nin de adayının olması önemlidir. Kişisel olarak benim açımdan şundan önemli; ‘Ermeniler’ diye bir bakış var toplumda. Sanki Ermeniler bir meseleye tek tip bakan bir toplulukmuş gibi ortaya konuluyor. Ya çok kötücül sıfatlarla anılıyor ya da çok yüceltiliyor. Yani Ermenilerin de iyileri ve kötüleri var. Farklı ideolojilere sahip insanlar. Bu nedenle Mecliste birden fazla Ermeni’nin olması, farklı partilerden olması kimliğimizi normalleştiren bir durum olacak.
Bir taraftan ‘soykırım’ ifadesini kullandığı için danışmanlıktan alınan Etyen Mahcupyan’ın da partisi AKP’nin adayı var; Markar Eseyan… CHP’nin de bir Ermeni adayı var; Selina Doğan. Sizi onlardan ayıran nedir?
Sanırım üç aday içinde en şanslı olanı benim. Çünkü benim partimin Ermeni meselesinde duruşu çok net. Soykırım ile ilgili, kimliğim ile ilgili, hem de eşitlik temelinde kuracağımız gelenekle ilgili. Diğer partiler buna hazır değil bence. Diğer partilerde bir üst kimlik var, ötekiler de en fazla ‘hoş görülebilir’ bir unsur. Selina’nın da Markar’ın da işlerinin zor olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda CHP’nin içinde de AKP’nin içinde de ‘yüzleşme’ çabasında olanlar var, ama partileri öyle değil. Mesela Avrupa Parlamentosunun soykırım kararının ardından verdikleri tepki; çok manidar. Başkaca konularda birbirlerinden ayrı düşüyorlar ama iş Ermeni Soykırımı’na geldiğinde milli birlik hükümetini kuruyorlar. Zaten biri İttihat ve Terakki Cemiyeti geleneği temsilcisi CHP’dir. Biri muhafazakar ittihatçı AKP’dir. MHP’yi zaten söylemeye gerek yok. HDP ise kendisini soykırımcı zihniyetten ayrıştırdı. Ermeni
NEFES ALDIRAN BİR BİLDİRGE OLDU
HDP geçtiğimiz günlerde bildirgesini açıkladı. Nasıl tepkiler aldınız?
Hayal ettiğimiz şeyi toplumsallaştırdığımızı görüyorum. Şöyle bir algı vardı: HDP Kürt partisidir, Kürt’ün mücadelesini yapar… HDP’de bütün kimlikler buluştuk. Yeni habitatımızda ortak cümlelerimizi oluşturduk. Birbirimizin hassasiyetlerini gözeterek, birbirimizi etkileyerek, ortak cümlelerimizi oluşturduk. Buna emek mücadelesi, kadın mücadelesi çevre- ekoloji mücadelesi, sol-sosyalist mücadele birikimi eklendi. Ve artık Türkiye’nin sıkışmışlığında, tek adamlığa giden sürecinde herkese iyi gelen, nefes aldıran, romantik, umut veren, coşkulu, genç, cıvıl cıvıl bir kampanya ve seçim bildirgesi ortaya konuldu. Bu da teveccüh buldu. Bakın biz orada ortaya koyduğumuz her şeyi 8 Haziran’da bir anda hayata geçiremeyeceğimizi, tek başımıza iktidar olamayacağımızı biliyoruz Ancak, Türkiye siyaseti asla ve asla bunlar söylenmemiş gibi davranmayacak. Biz güçlü bir grupla Mecliste olduğumuz anda Türkiye siyasetini çok daha güçlü bir şekilde etkileyeceğiz.
Çağrı Sarı 29.04.2015