Sinop’umuzu diğer illerden ayıran, kendine özgü birçok rengi var. Sinop’umuzu oluşturan bu renklerden birisi de ‘Kotra’ olarak da bilinen tekne modellemedir. Büyük ilgi ve sabır isteyen bu sanat zamanla el işçiliğinden fabrikasyon sistemine geçmeye başlamış durumda. Fabrikasyon sisteme direnen, bu sanata yüreğini, emeğini, sabrını veren Ülgen Tekne Modelleri’nin, kendi deyimiyle patronu, yetkilisi, işçisi olan Doğan Ülgen ile sanatının dününü, bugününü, Sinop’u konuştuk.
Sinop Dergisi (SD) : Sanatınızın dünü ve bugünü hakkında bilgi verir misiniz?
Doğan Ülgen (DÜ) : Sinop’ta bu iş 1930’lı yılların sonuna doğru Sinop Cezaevi’ndeki mahkum Derviş Usta ve Mehmet Ustaların hobi olarak başlattıkları klasik, basit, aslında tamamen denize aykırı fantastik teknelerle başlıyor. Daha sonra aftan faydalanarak tahliye olup, Sinop’a yerleşiyorlar. Cezaevinde başladıkları sanata evlerinin altından devam ediyorlar. Benim babam ve amcam da merakla başlıyorlar. Babamlar evin bodrumunda dedemin aletleriyle kotra yapmaya başlıyorlar. Sinop’ta o dönemde bu işi çok kişi yapıyor. Limana gelen yolcu vapurlarına hediyelik eşya olarak satmaya başlamışlar. Bakıyorlar ki para kazanmaya başlıyorlar, iş büyüyor, dükkan düzenine geçiyorlar. Bizim 60. Yılımız. Artık hayal ürünü kotralar bitti. Burada özellikle vurgulamak istediğimiz biz deniz kültürünün bir parçasıyız. Bize özgü otantik gemileri de yaşatmak gibi bir misyonumuz var. Biz yaptıklarımıza hikayesi olan gemiler diyoruz. Tarihi doksu, hikayesi olsun istiyoruz. Sadece bir kütüğü alıp gemiye benzetip yelken çakmaktan ziyade yapılan ürün bir anlam ifade etsin, sanatsal değeri olsun istiyorum. Kanada’ya kadar gemi gönderdik. Şimdi uluslar arası fuarlara katılmak için teklifler geliyor. Kültür Bakanlığı bizi Almanya Dusseldorf Boat Show’a götürüyor. Ocakta oradayız. Kurumsal firmalara tekne yapıyoruz. Ankara Sinema Derneği vasıtasıyla son 2 yıldır Cannes Film Festivali ve Berlin Film Festivali’ne yaptığımız teknelerimizi gönderdik. Sunay Akın Oyuncak Müzesi’ne 7 yıldır tekne yapıyoruz. Şuanda Rahmi Koç Müzesi’ne tekneler yapıyoruz.
Tarihi dokumuzla birleştirip insanlara nasıl lanse ettiğimiz nasıl verebiliriz biz bunun derdindeyiz. Plastikten yapıyorlar. Kalıba dök, plastik boya sonra da ahşap diye sat. Çok ahlaki etik değil. Buna tepki gösteriyoruz. Kanserojen maddesi olarak da tehlikeli ve işin başka boyutudur. Biz bu işi ne emeklerle öğrendik. Belli bir tarihi geçmişimiz var. Bizler nitelikli ürün yapalım diye uğraşırken, plastik ve boya ile işlerin yapılması akıl alacak iş değil. Ticari olarak düşünüldüğünde onun da müşterisi olabilir. Ama biz ona yaklaşmıyoruz. Finansal olarak daha az maliyetli olabilir ancak etik bulmuyoruz.
SD : Şu anda kaç kişi istihdam ediyorsunuz?
DÜ : Şu an itibari ile 8-9 kişiyiz. Yaptığımız işlerde günlerce aylarca yıllarca çalıştığımız oldu. Eczacıbaşı için yaptığımız tekne 2 sene boyunca sürdü. O zaman 18-19 kişiyle bunu başardık. Evlere part time parça başı işler verdik. Bundan özellikle ev hanımları para kazandı.. Bunları evlerinde yaptılar ve getirdiler, kendilerine paralarını verip parçalarımızı aldık. Yoğun bir taleple karşılaştık. Duyan insanlar yapmak için bizim kapımızı çaldı. Günlük kazanç olarak 2003 yılında 25 TL veriyorduk. Bir ev hanımı için oldukça iyi bir kazanç oldu. Günlük daha fazla çalışanlar bu meblayı katladılar. Bu üretim konusunda bir pazara sahibiz. Çin gibi bir pazar oluşturabiliriz. Bu potansiyele sahibiz. Sadece pazarı kurmak değil; sonrasında kurumsallaşma olarak da büyümek gerekir. İşin muhasebesinden, atölyesine, pazarlamasına kadar biz ilgileniyoruz. Marka olmak bu işi en iyi ben yapıyorum demek değil, eğer eleman yetiştirebilmişseniz, kurumsallaşabilmişseniz, gelecek kuşaklara aktarım yapabilmişseniz işinizi iyi bir şekilde sürdürüyorsunuz demektir. Ben bu dükkan da ne yazık ki %80 gerekliyim. Ben bunu istemiyorum. Ben olmadan da işlerin yürümesi gerekiyor. İşte o zaman markalaşma yolunda ilerliyoruzdur. Biz gelen herkese bu işin sırrını öğretiyoruz. Kimseden sakınmıyoruz. Biz senelerden beri uzunca bit yol kat ettik. Gençlerimizde bunu yavaş yavaş öğreniyorlar. Amacımız daha kaliteli daha nitelikli teknelerle piyasaya çıkmak istiyoruz. Onun için de araştırmalarımız sürüyor. Bir sürü özellikte gemilerimiz var. Yaptığımız teknelerin hep bir anısı olmasını istiyoruz. Bu iş biraz da arz talep işidir. Tüketiciler son iki yılda aslında şöyle bir mesaj veriyor; Biz artık bu tür ürünlere bakmıyoruz. Bizden ucuz ama büyük, daha gösterişli, niteliği önemli olmayan tekneler istiyorlar. İstiyorlar ama bunu yapmanın bir esprisi yok. Çok az bir kitle orijinal ve sanatsal değeri olmasını istiyor.
SD : Size yurt dışı talepleri daha mı fazla geliyor?
DÜ : Bizim kıymetimizi dışarıda ki insanlar daha fazla biliyor. Biz Ege’de ki müşterilerimize Karadeniz tekneleri yolluyoruz. Orada neden diye sorduklarında gidemedik bari teknelerini alalım diye yaklaşanlar oluyormuş. Boğazburun’da bir ağabeyimizin dükkanı var. Ona sorduğumuzda Bodrum tekneleri de yapıyorlarmış ama çektirme tekneleri daha fazla satılıyormuş.
SD : Bu iş sizin için bir sevda olmuş. İşleri bu kadar büyütmenize rağmen el sanatlarına devam mı edeceksiniz? Fabrikasyon sisteme geçmeyi düşünmüyor musunuz?
DÜ : Kesinlikle el sanatı olarak kalacak. Hiçbir zaman hiçbir teknemizi baskı kalıp içine sokmayacağız. Teknolojiden faydalanıyoruz ama tamamen de bir baskı kalıp üzerinde çıkarmıyoruz. Robota koyup da teknenin hazır halde çıkartılmasına karşıyız. Ama aynı hazır tezgahlarda teknelerin bazı kısımlarını yaptırabiliriz. Esas ana gövdeyi oluşturacak malzemeyi kalıptan çıkartarak teknenin yapılmasına tamamen karşıyız. Biz bu düşüncemizden asla vazgeçmeyeceğiz. Biz bu yüzden farklıyız. Hiçbir zaman vitrinlerimiz bizim dolu dolu olmadı. Çok üretip de vitrinlere uğramadık. Bundan dolayı da üretim sıkıntımız oluyor.
SD : Türkiye’de el sanatlarının çoğu unutulmaya başlandı. Siz bu mesleğin geleceğini nasıl görüyorsunuz ve sizden sonra yeni ustalar yetişecek mi?
DÜ : Benim karamsarlığım hiç yok. Bizim peşimizden gelen aman aman kimse yok. Birkaç arkadaş var. Onları elimizden geldiğince desteklemeye ve yetiştirmeye çalışıyoruz. Ama arz talepten dolayı ben karamsarlığa düşüyorum. Ekonomik yapı bizleri çok zorluyor. Şirket olarak bizler direniyoruz ama nereye kadar bunu devam ettireceğiz bilmiyorum. Benim yanımda ki eleman 10 yıl sonra diyecek ki “Artık teknoloji gelişiyor direnmenin anlamı yok”. Bu konuşma gerçekleştiği takdir de iş o zaman bitmiştir. Biz yetiştirdiğimiz çocuklarımıza bu işi para için değil sevdikleri için yapmayı öğretiyoruz. Bir işi severek ve hakkıyla yaparsanız devamında para olarak size geri dönüş olur. Para sıkıntımız olmuyor. Bu ürün bu çalışma prensibi ile her zaman kazandırır. Yalnız ülkenin pozisyonu da bunu makul kılmıyor. Çünkü ekonomimiz küçük. Bu konuda insanlarımız da haklılar. Geçen bir müşterimiz bizim için bir örnekte bulundu. Yolda geceleri otobüsler mola verirler. Eşe dosta hediyelik eşyalar ya da pişmaniye alınır. Bir de kendimize fıstıklı helva alırız. 5 tane pişmaniye alınırsa 1 tane de kendimize fıstıklı helva alırız. Fıstıklı helva biraz daha pahalı olduğunda öyle herkese alınmaz. Sizde aynı onun gibisiniz dedi. Pişmaniyeciler dışarıda pişmaniye yapsınlar. Siz fıstıklı helva yapıyorsunuz. Siz sakın fıstıklı helva’nın tadını bozmayın dedi. Önemli olan o fıstıklı helva ne zaman bozulursa bu iş bitmiştir. Biz de daha ucuza kaçmadan el işçiliğini unutmadan üretimlerimizi sürdüreceğiz. Şu anda demiyoruz. Nereye kadar bunu devam ettireceğimizi de açıkçası bilmiyorum.
Ayaklar Altında Çiğnenecek Ürün Satmak İstemiyoruz
SD : Mola yerlerinde kotra satılan yerler vardı. Orada ki yerler ile buralardan yapılan satış arasında ki fark nedir?
DÜ : Bizim müşterilerimiz seçilidir. Kimseyi küçümsemek anlamında değil ama kime satacağız biz bunları? Bizim ürünümüz nerede olacak? Tahtakale’de yerde çok ürün gördük. Biz ayaklar altında çiğnenecek ürün satmak istemiyoruz. Biz nitelikli, marka olmuş bir şekilde ürünlerimizi tanıtmak ve satmak istiyoruz. Örneğin, deniz müzeleri, Rahmi Koç müzesi gibi yerler de ürünlerimizin satılması bizim içinde bir prestij oluyor. Ülgen ismini ürünlerimizin altına etiketleyerek koyuyoruz. Herkes yerinden almak istiyor. Bazı işleri kaybediyoruz belki ama bizden alışveriş yapmak isteyenler oluyor. Biz demek ki belli bir kaliteyi tamamlamışız. Dışarıda bizim etkimiz çok fazla oluyor. İnsanlar bizlerden almak istiyor.
SD : Sinop’un tanıtımı hakkında ne düşünüyorsunuz?
DÜ : Biz şirketimiz adına tanıtımlarımızı en iyi şekilde yapmaya çalıştık. Film festivallerinde olsun gerekli fuarlarda olsun bizler tanıtımımızı en iyi şekilde yapmaya çalıştık ve devamını da getiriyoruz. Tuncer Kurtiz bile bunların nerede satıldığını öğrenerek almak istedi. Geçen sefer düzenlediğimiz film festivaline kendisinin özel nedenleri ile gelememişti. Biz aralık ayında Ankara Sinema Derneği ile gene bir film festivali gerçekleştireceğiz. Tuncer Kurtiz, yeni bir diziye başlayacağı içinde bu sene yer alamayacağını belirtti. Kendisi sadece atölyeyi görmek istediğini ve çok merak ettiğini belirtti. Örneğin Uğur Yücel geldi ve kendisi de yaptığımız çalışmalardan etkilendi. 15 günde bir Uğur Yücel ile görüşüyoruz. Biz bu tarz insanların daha çok gelmesini istiyoruz. Uğur Yücel’in çok güzel bir lafı var. Keşke her yer Sinop gibi olsa diyor. Anlayış, hoşgörü, sıcakkanlılık burada toplanmıştır. Gelen çoğu kişi de bunu söyler. Bunları Uğur Yücel gibi önemli bir isimden duymak da güzel oluyor. Kayahan geldi bu sefer. Beyaz Ev’de kaldı. Hiç haberimiz olmadı. Basından gizli olarak gelmiş. Gazeteler daha sonra haberlerini yaptı. Haberlerde herkes güneye giderken Kayahan kuzeye gitti diye. Kendisi de Sinop hakkında güzel ifadelere yer vermiş. Bunlar güzel örneklerdir.
Sinop coğrafya olarak çok özel bir yere sahiptir. Sinop’u güzel yapan etkenlerin başında insan yapısı gelmektedir. Bizi biz yapan coğrafi konum değil, insanların karakteristik yapılarıdır. Coğrafi yapılarda diğer etkenler olabilir ama insan yapısı daha önemli kılar. Burada coğrafya ile insan entegreli bir şekilde yetişiyor. Sinop, güven ve hoşgörü kentidir. Ramazan geldiği zaman sahilde ki lokantalarda yemeğini yiyen de var; alkolünü alanda var; camii de orucunu tutanda var. Hiç kimse kimseye karışmaz. Böyle bir yer çok nadirdir ve Türkiye üzerine böyle bir yer yok. Sinop’ta zaman geçtikçe bozulmaya başladı. Sinop’un yerlisinde bir sorun yok ama Sinop’a dışarıdan gelenlerden dolayı çok olumsuzluklar yaşacağız. Bu kaçınılmaz bir nokta. Sinop tanıtıldıkça buraya göçler olacak ve Sinop’a kaba bir tasvirle ipini koparan gelecek. Daha çok sirkülasyon olacak. Niteliksiz insanlar da gelecek. Her toplumun yaşam tarzı ayrıdır. Diğer yerlerden gelenlerde kendi kültürlerini buralarda uygulayacak. Burada ki yapı çok farklı. Sinop’u Sinop yapan değerler diğer yerlere oranla farklıdır. Amerikan kültüründe kalmış Amerika üssünün sayesinde 1958’den 1995’e kadar burada 2 bin Amerikan askeri şehirle çok entegre olmuş. Apartmanlarımızda 2 Amerikan aile falan yaşardı. Dil bilmememize rağmen çok iyi anlaşırdık. Biz onları severdik. Onlarda bizlerle iyi bir şekilde iletişime geçerdi. Sinop’u Sinop yapan bir farklı değer ise diğer toplumlarla anlaşabilme kabiliyetidir.
Termik Santral Tüylerimizi Diken Diken Ediyor
Bir de başımızda termik santral belası var. Yani karşımıza termik santral kuruluyor olması tüylerimizi diken diken ediyor. Hem kültür kenti hem de turizm kenti diyorsunuz, karşınıza termik santral kuruluyor. Nasıl turizm yapacaksınız? Ben kişisel olarak karşı olmama rağmen nükleer’i bir şekilde kabul ettik. Öyle bir noktaya getirdiler ki bize sanki seçenek sunulmuş gibi gösterildi. Bu da benim aklıma Sinop’un tamamen gözden çıkarıldığı anlamını getiriyor. İl bazında nüfusumuz 204 bin kişidir. Diğer illere oranla komik bir rakam kalıyor.
SD : Bu konuya Vali ve Kaymakam’ın bakışı nedir?
DÜ : Vali bey, çok taraf olamıyor. Ama nereye kadar karşı olacaksın ki? En fazla karşı çıkabilecek insan sayısı 30 bin. Termik santral sadece bizim sorunumuz değil. Topyekun olarak karşı çıkmamız gerek. Burada kurulduğu takdir de sadece biz etkilenmeyeceğiz. Bafra ovası falanda etkilenecek. Birçok etken var. Sinop’u enerji ili yapacaklarmış. Böyle bir şey yok. Benim kabul edebileceğim bir şey değil.
SD : Son sözlerinizi alabilir miyiz?
DÜ : Sinop’a mal olmuş bu işi daha markalaşma yönünde Sinop markasıyla birlikte geliştirmek için elimizden geleni yapıyoruz. Yeni pazar arayışı içindeyiz. Tabi en önemli sıkıntımız nitelikli eleman sorunumuz var. Bir taraftan bunu da çözmek için uğraşıyoruz. Hedefimiz daha nitelikli ve kaliteli bir üretim. Biraz daha dış pazarlara açılmak istiyoruz. Almanya’dan bir promosyon firması ile görüşüyoruz. Orası ile anlaşırsak dış pazarda önemli bir konuma geleceğiz. Bizim içinde ayrı bir deneyim olacak.
Röportaj : Ercan KÜÇÜK