İşten çıkarılan Ülker işçileri İslami Analiz’e anlattı: Düne kadar arkamızda namaz kılıp bize ‘hocam’ diyenler şimdi bizi gavur yaptılar
İslami Analiz’den Meryem Büşra Dağ sendika değiştirdiklerinden dolayı işten çıkarılan Ülker işçileriyle bir röportaj gerçekleştirdi. Fazla mesaiye zorlandıklarını, çocuklarını görecek vakit bulamadıklarını ve işverenin gözünde makineden bir farklarının olmadığını söyleyen işçiler, “çikolatalar erimesin diye hepimiz fıtık olduk” dedi. Çalışma arkadaşlarını kendilerine katılmaya davet eden işçilerden Bilal Cansu, “Çekinecek bir şey yok. Neticede rızkı veren Allah’tır.” ifadelerini kullandı.
İslâmî Analiz/Haber Merkezi
İslami Analiz’den Meryem Büşra Dağ, direnişlerinin 43. gününde işten çıkarılan Ülker işçileri ile bir röportaj gerçekleştirdi. İşçiler röportajda Ülker’deki çalışma koşullarından ve işten çıkarılma sebeplerinden bahsederken, direniş sürecinde yaşadıklarını da anlattı.
Çalıştıkları süre boyunca geçinmek için fazla mesai yapmak zorunda olduklarını belirten işçiler, cenaze veya düğünlere katılacak fırsat bulamadıklarını, çocuklarını bile hakkıyla göremediklerini anlattı. “Çikolatalar erimesin diye bütün işçilerin fıtık olduğunu” söyleyen ve amaçlarının iş koşullarının iyileştirilmesi ve işlerine geri dönmek olduğunu belirten işçilerden Bilal Cansu, “Buradan Müslümanlara Allah-ı Teala’nın ayetlerle bildirdiği, Peygamber Efendimiz’in de hadislerle desteklemiş olduğu “hakkınızı arayın” mesajını hatırlatıyoruz.” şeklinde konuştu. Cansu çalışma arkadaşlarını kendilerine katılmaya davet ederken, “Çekinecek bir şey yok. Neticede rızkı veren Allah’tır.” dedi.
İşte Ülker’de çalışırken sendika değiştirdiğinden dolayı işten çıkarılan Murat Topal, Bilal Cansu ve Mustafa Çakır ile İslami Analiz’in gerçekleştirdiği röportaj:
Ankara’ya bu gün geldiniz. Sizin için de yoğun bir gündü. Sizi çok meşgul etmek de istemiyorum. Bize öncelikle direnişinizin nasıl başladığı hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
Murat Topal: Bizler Ülker’in İstanbul’da yer alan çikolata fabrikasında, Topkapı Şubesi’nde çalışıyoruz. Hepimiz uzun yıllardır düşük ücretlerle orada çalışıyoruz. Tüm işçiler Öz-Gıda İş Sendika’ya bağlı ve o da zaten Ülker’in kendi kurduğu bir sendika. Sendika bizim aidatımızı kesiyor fakat biz sendikaya hesap soramıyoruz. Yani ben işe gelemediğim zaman, nasıl işveren bana para ödediği için ‘neden gelmedin, ne yaptın’ gibi sorular soruyorsa ben de sendikaya para ödediğimden dolayı sendikaya bunları sorabilmeliyim. Fakat sendikaya hesap soramıyoruz. Aksine bir mağduriyetimiz olduğunda sendika bize tepkisel davranıyor yahut da savsaklıyor. Aslında sendikanın bir yaptırım gücü yok, sendika sadece isimde var. Bir de üstüne üstlük işverene işçiden laf taşıyor. Ama biz sabrettik belki düzelir diye fakat bir şey değişmedi. 30 yıldır orada çalışan işçilerle konuştuk 2004’e kadar bir şekilde idare etmişler. Ben 2002’de girdiğimde iki yıllık sözleşmeli çalıştım. 2004’de bir çıkış oldu. Eski kadroları çıkardılar. Onlar 800 TL’ ye yakın maaş alıyorlardı. Sendikanın oyunuyla o işçiler işten çıkarıldı. Bir ay sonra isteyen 350 Tl’ye geri gelsin dendi. Verilmiş hakkı ellerinden aldılar ve sonra çok daha düşük bir ücretle daha kötü şartlarda çalıştırdılar.
“ÜÇ KİŞİLİK İŞİ BİR KİŞİYE YAPTIRIYORLAR”
Ve buna rağmen zorunlu mesai, üç kişilik işi bir kişiye yaptırmaları, sağlık problemlerinin dikkate alınmaması, makinelerin çok seri üretime geçilip işçilerin üzerinde sürekli baskı uygulanması gibi uygulamalarla tam anlamıyla modern kölelik diyebileceğimiz bir sistemle çalıştırılıyoruz. Gece 12,5 saat, gündüz 11 saat… Bedenimiz yıpranıyor, evimizde ailemize zaman ayıramıyoruz, davetlere icabet edemiyoruz, bakıyoruz cebimizde paramız da kalmıyor. Bunlar birike birike bıçak kemiğe dayandı. Anayasal bir hakkımız doğdu. İkinci bir sendika hakkı çıktı. Bu hakkımızı kullanmaya karar verdik ve fabrikada örgütlü hareket etmek için çalışmalar başlattık. 74’de Ülker’de bir grev oluyor ve DİSK işçilere yardım ediyor. Bu gerçeği öğrenince biz de DİSK’e gitmeye karar verdik. Grup grup görüşmeye başladık. İçerde bir akraba topluluğu olduğu için de çok görünür bir şekilde değil de gizli bir biçimde arkadaşlarımıza anlattık.
ATILMA SEBEBİMİZ SENDİKA DEĞİŞTİRMEK Mİ, AHLAK VE İYİ NİYET KURALLARINA UYMAYAN HAL Mİ?
80-100 kişiyi örgütledik buna rağmen 27 Ekim’de biz 8 kişi olarak DİSK’e geçtik, öncülük ettik. Biz Öz-Gıda’dan DİSK’e geçtiğimiz gün işveren insan hakları müdürü tarafından İş Kanunu’nun 25/2 maddesi uyarınca işimize son verildi. Eğer bu maddeyi kabul edip imzalarsanız tazminatınız yatırılacaktır dendi. Biz de imza atamayacağımızı, bu madde ile bize iftira atıldığını söyledik. Ve sendikanın görevini yapmadığı için başka bir sendikaya geçtiğimizi, bunun da Anayasal hakkımız olduğunu belirttik ama dinlemediler. Biz de imzalamadan çıktık. Ve 28 Ekim günü işe alınmadık. 43 gündür direnişteyiz.
“FAZLA MESAİ YAPMAK ZORUNDA OLDUĞUMUZU BİLİYORLAR”
Çalışma koşullarınızdan biraz bahseder misiniz? 12 saat çalışıyorduk dediniz. Peki ücretler buna göre fazla mıydı?
Bilal Cansu: Çalışma saatleri 8 saat normalde. Yalnız sekiz saat çalıştığımızda aldığımız ücret asgari ücret. İşveren insanların fazla mesai yapmaya muhtaç olduğunu bildiği için herkesi fazla mesaili şekilde çalıştırıyor. Fazla mesaili çalışmak zorunlu. Yani istesek de istemesek de çalışmak zorundayız. Fazla mesaili bir şekilde az da olsa geçinebilecek kadar bir maaş alabiliyoruz. 1400-1600 TL arasında. Sürekli mesai yaptığın zaman sağlığından sıhhatinden gidiyor, ailene, çevrene ve kendine vakit ayıramıyorsun. Mesaisiz çalıştığında cebinde para olmuyor.
“ÇOCUĞUMA HEDİYESİNİ BİLE VERECEK KADAR GÖREMİYORUM”
Mesaili çalışınca az da olsa elimde bir şeyle gidebiliyorum, çocuğuma, aileme hediye götürebiliyorum ama ben giderken çocuğum uyuyor, ben geldiğimde de uyumuş oluyor. Birbirimizi göremiyoruz yani o kadar çok çalıştığım için irtibat kopuyor. Oyuncağını alıyorum ama ben çocuğuma veremiyorum. Başucuna koyuyorum o uyandığında alıyor. Yani aileler birbirinden kopuk, çevreden kopuğuz. Bayramda seyranda, hafta sonunda sürekli çalışıyoruz. Sözde işçi bayramı olan 1 Mayıs’ta bile çalışıyoruz. 1 Mayıs’ta biz değil memurlar çalışmıyor. Zaruri durumda bile izin vermiyorlar.
“ÇİKOLATALAR ERİMESİN DİYE HEPİMİZ FITIK OLDUK”
Ayrıca aşırı soğuk bir ortamda çalışıyoruz. Çünkü çikolataların erimemesi için soğuk ortam gerekli. Merkezi sistemli soğutma yerine bizim çalıştığımız alana tepeden fanlı soğutmayla bu gerçekleştiriliyor. Soğutma sistemi tamamen ikinci sınıf. Bir yandan çalıştığımız için terliyoruz bir yandan tepeden fanlı sistemle soğutma vuruyor. Ve bu da bel fıtığı, boyun fıtığı gibi sağlık problemlerine sebep oluyor. Hemen hemen herkeste bu sorun var. Aynı zamanda çok gürültülü ortamda çalışıldığı için de işitme problemleri de meydana geliyor. Monoton bir şekilde insan makinalarla çalışınca psikolojik rahatsızlıklar da oluşuyor. Bir cenaze olduğunda bile ben bugün çalışmak istemiyorum gibi bir şey deme imkanımız yok. Köle gibi çalıştırılıyoruz.
“MAKİNENİN BİR PARÇASINDAN FARKIMIZ YOK İŞVERENİN GÖZÜNDE”
Sanki makinenin bir parçasıymış, bir dişlisiymişsiniz gibi.
Bilal Cansu: Aynen, makinenin bir parçası dedin de aynı makine dişlisi gibiyiz. Çalışan işçiyi olduğu yerden kaldırsanız; sistem çöküyor. Mesela izin istediğimiz zaman sen gidersen iş durur deniyor. Yani makinenin bir parçası gibi bakıyorlar bize. Hal böyleyken insanların hepsi mutsuz. Bir çoğu kiracı olduğundan, borcu olduğundan, -çoğusu kredi çekmiş, ev almış- çıkıp da hakkını aramaya çekiniyor. E, biz çıktık hakkımızı aradık doğal yollarla. Kanuni haklarımızı kullandık, Anayasa’da var olan hakkımızı kullandık. Ama buna müsaade etmediler.
“ÇEKİNECEK BİR ŞEY YOK, NETİCEDE RIZKI VEREN ALLAHTIR”
On işçiyi aynı gün işten attılar. Şimdi diğer arkadaşlar da bizimle beraber olmak istiyor aslında. Gönülleri bizden yana. Sözlü olarak da bunu söylüyorlar. Fakat fiili olarak yanımızda bulunamıyorlar, çekiniyorlar.
Aslında çekinecek bir şey yok. Neticede rızkı veren Allah’tır. Ama insanımız böyle yani, bu sistem bizi bu şekilde yetiştirmiş. Pısırık, korkak, zayıf imanlı insanlar olarak bizi yetiştirdiler ne yazık ki… İşte onlar da çekindikleri için bırakamıyorlar işi. Ama onlar da anlayacaklar ki burada çalışmanın sonu yok. Burada kaldıkça hem sağlığımızdan hem sıhhatimizden hem de çevremizden kopuyoruz. Onlar da bizim yanımızda olacaklar inşallah.
“TÜM STK’LARDAN DESTEK BEKLİYORUZ”
Aileden de bahsetmişken ben size de sorayım. 43 gündür direniyorsunuz. Herhangi bir kazancınız da yok. Ailelerinizin geçimini nasıl sağlayabiliyorsunuz?
Mustafa Çakır: Şu anda idare ediyoruz. Ama yavaş yavaş sıkıntılar başlıyor. Tabi evden, çocuklardan, aileden destek var. Bununla ilgili artık STK’lar olsun, özellikle DİSK’e bağlı Gıda-İş sendikası ve DİSK’e bağlı bütün sendika örgütleri destek vereceklerini söylediler.
Şu anda bir atılım yok ama bekliyoruz. Tabi biz bu desteği sadece DİSK’e bağlı sendikalardan değil, inancı ne olursa olsun bütün sivil toplum kuruluşlarından herkesten bekliyoruz.
Bilal Cansu: Gelir konusunda biz sendika seçtiğimiz için işten atıldık. Tabi işveren bunu bu şekilde söylemiyor. Bizim sicilimizde atılma sebebi olarak 25/2, yani ahlaki kurallara uymadığımız için atıldığımızı iddia edildi. Bundan dolayı yıllardır SSK’ya ödemiş olduğumuz primler bize işsizlik maaşı olarak dönmesi gerekirken şu an işsizlik maaşı da alamıyoruz. Devlet işverenle birlikte hareket ediyor ve işçiyi de bu şekilde mağdur ediyor. Bizim orada maddi anlamda direnme gücümüz yok. Sonuna kadar hakkımızı arayacağız, direneceğiz. Fakat maddi anlamda sıkıntılarımız var.
“İŞİMİZE İYİLEŞTİRİLMİŞ KOŞULLARDA GERİ DÖNMEK İSTİYORUZ”
Bu direnişle neyi amaçlıyorsunuz peki?
Murat Topal: Direnişle işe DİSK’li olarak geri dönmek istiyoruz. Zaten Murat Ülker’le üçüncü gün bir görüşme oldu. Görüşmeden bir hafta sonra danışmanıyla görüştük. Onlara da bildirdik. İçeriden talep ve şikayetlerimiz var. Taleplerimiz arasında senelik iznimizi istediğimiz zaman kullanmak bulunuyor. Fazla mesailer zorunlu olmasın. 8 saat üzerinden geçinebileceğimiz bir ücret alalım. Sendika temsilcilerini biz seçelim. Sözleşmeler bizimle beraber yapılsın. İyi şartlarda emeğimizin karşılığını alarak çalışmak istiyoruz. İnsanca çalışmak istiyoruz. Düğünümüze, cenazemize vaktinde gitmek istiyoruz. Şimdiye kadar hükümetlerden görüyoruz, oylarımızı almışlar ama hiçbir zaman da işçilerin yanında olmamışlar.
“ÜLKER HAKKIMIZI VERSE DAHA ÇOK BÜYÜRDÜ, KAZANCI BEREKETLENİRDİ”
Ülker’de de aynı durum söz konusu. Biz Ülker’i 70 sene mutlu etmişiz. Onlar bizi 70 yıldır mutlu edememişler. Ben girerken 3-4 tane makinesi olan şirketin şimdi 50 bin tane çalışanı var. Acaba bizim hakkımızı tam olarak verseydi bu kadar büyüyebilecek miydi?
Bilal Cansu: Verse daha çok büyürdü. Daha çok bereketlenirdi.
Murat Topal: Bizi memnun edemedi, bizi mutlu edemedi. Hadis-i şerifte “komşusu açken tok yatan bizden değildir” deniyor. “Kendin için istediğini başkası için istemedikçe gerçek mümin olamazsın” deniyor…
Siz de bahsettiniz. Ülker yönetimiyle de görüşmeleriniz oldu. Bu görüşmelerde ne gibi sonuçlar elde ettiniz?
Murat Topal: Murat Ülker bize sendika değiştirmek sizin hakkınızdır dedi. Onların kafasındaki en büyük soru işareti DİSK…
Bilal Cansu: Oradan bir sonuç çıkmadı anlayacağınız. Bizim anlayabildiğimiz kadarıyla Murat Bey bizi oyalıyor.
“70. YIL KUTLAMALARINA GÖLGE DÜŞMESİN DİYE BİZİ OYALADILAR”
Murat Topal: Yakın zaman önce Ülker’in 70. yıl kutlamaları vardı. Ona gölge düşmesin diye bizi oyalamış olabilirler. İşte o gün bize yemek ısmarlama teklifinde bulundular. Biz onu tabi kabul etmedik. Bizim çocuklarımız evde ekmek beklerken bizim orada kebap yememiz yakışık almaz diye düşündük.
“50-100 KİŞİ OLSAK SIKINTI ÇÖZÜLÜR”
Peki bu süreçte çalışma arkadaşlarınız size destek oluyor mu? Ya da şöyle de sorabiliriz, toplu bir direnişe geçseydiniz sizce işler nasıl ilerlerdi?
Mustafa Çakır: Şimdi içeriden destek var. Var ama… Yani dışarıda bekleyen bir 50 -100 kişi olsak eylemin çok daha fazla ses getireceğine inanıyorum. Sonuçta imalat aksayacak. Piyasa sıkıntıya girecek. Ülker’in malı satılmayacak. Buradan sizin aracılığınızla da seslenmiş olalım. Ülker’de çalışan arkadaşlar bize katılsalar bütün sıkıntı çözülecek diye düşünüyoruz.
Murat Topal: Arkadaşlarımızı bizim için onlar şucu bucu diyerek engelliyorlar.
“BİZE GELMEYENLERİN AYAĞINA BİZ GELDİK”
Peki Ankara’ya geliş amacınızdan da bahsedebilir misiniz?
Murat Topal: Ankara’ya “bize gelmeyenlere biz gelmek için” geldik. Basına, milletvekillerine, bizim yanımıza gelmeyenlere hesap sormaya geldik. Adalet Bakanı yerinde yokmuş. Çalışma Bakanı’na yine ulaşamadık. HDP milletvekilleri oy vermememize rağmen bize başından beri destek verdi. İnşallah sesimizi duyarlar.
“HAKKINIZI ARAMAZSANIZ ONURUNUZU DA KAYBEDERSİNİZ”
Son olarak bu direnişinizde özel olarak Müslümanlara ve İslami kesime mesajınız nedir?
Bilal Cansu: Biz inanmış insanlar olarak hiçbir şekilde işten atılacağız, işsiz kalacağız diye korkmadık. Hakkımızı aradık. Şu anda işten atıldık ama bu hayatın sonu değil. Bir kapı kapayan başka bir kapı açar. Sonuçta bir işe girer, evimizi de geçindiririz. Kimse aç kalmış değil. Buradan Müslümanlara Allah-ı Teala’nın ayetlerle bildirdiği Peygamber Efendimiz’in de hadislerle desteklemiş olduğu “hakkınızı arayın” mesajını hatırlatıyoruz. Hz. Ali’nin bir sözü var. “Hakkınızı arayın, hakkınızı aramazsanız onurunuzu da kaybedersiniz.” şeklinde. Yani Müslümanlar haklarını arasınlar. Sonu ne olursa olsun hiçbir zaman haklarını başkasına yedirmesinler. Ne kimsenin hakkını alsınlar, ne de kendi haklarını başkalarına bıraksınlar. İmanın gereği de budur.
Murat Topal: Haksızlığa boyun eğen haksızlığı yapan gibidir. Haksızlığa sessiz kalan dilsiz şeytandır. “Bana değmeyen yılan bin yaşasın” sözü çok yanlış bir söz. Bugün sana değmiyorsa yarın o yılan büyüyecek, senin çocuklarına zarar verecek, ümmet-i Müslümana zarar verecek.
ÜLKER PATRONLARI HER GRUPLA İŞ BİRLİĞİ YAPIYOR BİZ DİSK’LE YAPINCA ÖTEKİLEŞTİRİLİYORUZ
Şucu bucu diyerek kimseyi bölmesinler. Ülker patronu her kesimle işbirliği yapıyor. Ecnebilerle, Yahudilerle işbirliği yapıyor. Ben ikinci bir sendikayla işbirliği yapınca neden beni işten atıyorlar?
Bilal Cansu: Yani alınan maaş bir lira. Onu bırakmamak için çırpınmak durumundayız. Ya, neye dileniyorsun? Çık hakkını ara. Biz 8 kişiyle çıktık, hakkımızı aradık. İçeride de bunun yansımaları oldu. İmalatta çalışan arkadaşlarımız bunu bize söylüyorlar. Yenilen yemeklerden yapılan davranışlara kadar birçok güzellikler oluyor. 8 kişiyle böyle oluyor. 80 kişi olsa… İnanın 80 kişiyle biz bu işi çözeriz. Sadece arkadaşların bize destek olmalarını istiyoruz. İnşallah olacaklar.
“DÜNE KADAR ARKAMIZDA NAMAZ KILIP BİZE HOCAM DİYENLER ŞİMDİ BİZİ ‘GAVUR’ YAPTILAR”
Yani düne kadar arkamızda 50-100 kişi namaz kılardı, bize hocam derlerdi. Şimdi “neden DİSK’e gittiniz, onlar solcu, din düşmanı, Allah korkusu yok onlarda” deyip bizi gavur yaptılar. Bu şekilde konuşan arkadaşlara biz şunu da söyledik: Bakın arkadaşlar, DİSK şart değil, başka bir sendika da olur. Siz yeter ki gelin, biz DİSK’le ilişkimizi keseriz. Gerekirse yeni sendika kurar, yolumuza devam ederiz. Böyle deyince ses çıkmıyor. O yüzden kimse korkmasın, hakkını arasın. Bizim göstermiş olduğumuz şu cesareti kendileri de göstersinler. İnanın herkes kazanacak. Türk Milleti kazanacak.
“HÜKÜMET OLSAM İŞÇİYE %1 BİLE ZAM YAPMAM”
Bugün asgari ücrete %5 zam geleceği konuşuluyor. Sunmuş oldukları rakam aylık 30 liraya tekabül ediyor. O da günlük 1 lira zam anlamına geliyor. Ben hükümetin yerinde olsam %1 bile zam vermem. Niye vermem? Çünkü kimsenin sesi çıkmıyor ki…
“SEÇTİĞİMİZ İNSANLAR BİZİ DÜŞÜNMÜYOR”
Kimse çıkıp hakkını aramıyor ki… Hakkını aramazsan hükümet vermez tabi. Senin seçtiğin insanlar seni düşünmüyor. Sen çıkıp sokaklarda, meydanlarda, çok aşırılığa kaçmadan çıkıp sesini duyuracaksın. Hakkını arayacaksın. Hakkını aramazsan yarın bir gün çocuğun senden hesap soracak. Bana nasıl memleket bıraktın, sefillik çekiyorum. Diyecek sana. Mustafa Çakır: Bu röportajı gören arkadaşlar. Onlar da artık ellerinden ne geliyorsa… Herkesin elini taşın altına koyması gerekir. Bu sonuçta hepimizin kavgası: Ekmek kavgası
Meryem Büşra Dağ 09.12.2014