‘Kadınlar Konuşuyor!’ başlıklı röportaj dizimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Dizimizin 3.bölümünde İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği (İKKB) Koordinatörü Nazan Moroğlu’yla görüştük. İKKB, kadın mücadelesinde önde gelen örgütlenmelerden birisi. İKKB bünyesinde bulunan örgütlerle birlikte kadın mücadelesinin yanında gündemde yer alan, kadınları dolaylı yoldan da ilgilendiren konularda da tepkisini gösteriyor. Şimdilerde gündemlerinde yeni anayasa ve Başkanlık Sistemi tartışmaları yer alıyor. Biz de RÖPORTAJLIK ekibi olarak İKKB Koordinatörü Nazan Moroğlu’yla hem kadın mücadelesini, kadın haklarını hem de gündemde yer alan konuları konuştuk.
Röportaj: Sinem Hançerigüzel – Cenk Bayoğulları
Fotoğraf: Dilek Sarıgül
RÖPORTAJLIK : İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği hakkında bize genel bir bilgi verebilir misiniz? İKKB altındaki kuruluşlar nelerdir? Ne amaçla kurulmuştur, hangi yolda ilerlemektedir?
NAZAN MOROĞLU (NM) : İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği 17 Şubat 1995 yılında bir protokol çerçevesinde kuruldu. Ama tabi 17 Şubat 1995’e gelen adımlar 1993’te başlamıştı. Bildiğiniz gibi, Birleşmiş Milletler’in kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın kaldırılması sözleşmesini Türkiye onayladıktan sonra kadın hareketleri daha da aktifleşti. Öncelikle o sözleşmede de öngörülen şekliyle- Türkiye artık taahhütte bulunduğu için- yasalardaki ayrımcılık içeren maddelerin kaldırılmasıydı. Bunun da en önemli temel yasası Medeni Kanun. Medeni Kanun’da Aile Hukuku bölümünde tam da ayrımcılık içeren maddeler vardı. “Koca ailenin reisidir.” diye başlayan ve kadını hep ikincil, ev içerindeki görevlerle sorumlu tutan kurallar vardı. O tarihteki aile yapısına uygun ama demokratikleşme sürecinde artık eşler arası eşitlik bütün dünyada da medeni kanunlara yansıdı. İşte bu kuruluşların bir araya gelmesinde ilk adım Medeni Kanun değişikliği için oldu. O tarihte, 1993’te 100 bin imza toplandı. Bu herkesin, “Ben okudum evet, Medeni Kanun değişikliğini istiyorum.” diyerek imzaladığı metinlerdi. Bu imzalar Meclis’e götürüldü, Adalet Bakanı ve Meclis Başkanı’na. “Medeni Kanun’da eşler arası eşitlik gelsin, eşit paylaşım gelsin.” şeklindeki talepler iletildi. Daha sonra laiklik karşıtı birçok- yine dönem dönem Türkiye’de yaşandığı gibi- bazı söylemler ve eylemler tabi ki kadın hareketini çok derinden incitiyordu. Kadını yine hor görmeye yönelik bazı söylemler… Laiklik yürüyüşü yapıldı. Büyük bir yürüyüştü bu da. Ondan sonra artık bir birlik adı altında ‘bir arada çalışalım’ düşüncesi doğrultusunda, 21 yıl önce bunun adımı atıldı. Dönem dönem 35’e çıkıyor, tabi heyecanlı bir süreç yaşanırsa, bir yasa değişikliği ya da bir tepki ve eylem verileceği zaman çok sayıda kuruluş tekrar “Ben de sizinle çalışayım.” diyerek geliyor. Onun için 30 ile 35 arasında değişen kadın kuruluşlarından oluşan bir birlik bu. Türkiye’deki ilk kadın dernekleri üyelerimiz. Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği gibi çok köklü ve şubeleri olan, aynı zamanda Türk Kadınlar Birliği, Türk Hukukçu Kadınlar Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, bazı okulların mezunlar derneği, Fatih Kız Liseliler gibi . Bu dernekler partiler üstü bir birlik ama partilerin kadın kolları da doğal üyelerimiz; çünkü onlarla da işbirliği yapıyoruz. Daha yaygın çalışma imkanını onlarla sürdürebiliyoruz. Ortak paydalarımız var. Laiklik, demokrasi, kadının insan hakları, eşitlik ortak paydaları çerçevesinde isteyen her kuruluş bize katılabilir.
RÖPORTAJLIK : Yaşanan tüm süreçleri göz önüne aldığımızda sizce günümüz Türkiyesi’nde kadına yönelik en büyük saldırı nedir?
NM : Kadının kimliğine saldırı en başta. Çünkü kadını birey olarak görmeyen bir zihniyetle yönetiliyoruz, özellikle son 10 yıldan itibaren. Zaten kadın-erkek eşitliği çok zor gelişmiş bütün dünyada da Türkiye’de de. 1975’te ilk defa, bir kadının on yılı bütün dünyada izlenmesi gereken bir süreç diye ele alındıktan sonra kadın birey olarak dikkate alındı. Ailenin içinde bir üye değil, tek başına bir birey olarak ele alındı. Bu süreç aslında- tabi ki Türkiye açısından çok büyük önemi var- Cumhuriyet’in kuruluşu ile beraber bizim ülkemizde başladı. Cumhuriyet devrimlerinin o ilk on yılındaki çağdaşlaşma amacıyla, çağdaş uygarlığı yakalama amacıyla kadınlara tanınan haklarda, hem devletin yapısında bir hukuk devleti anlayışı vardı hem de aynı zamanda toplumda da kadın-erkek eşitliği hep ön planda tutuldu. Devrimlerin birçoğu tabi topluma yönelikti ama çok önemli-Medeni Kanun gibi, Tevhid-i Tedrisat, Eğitim Birliği yasası gibi ve doğrudan kadınların hayatını etkileyen seçme seçilme hakkı gibi- bu devrimler ilk adımların, doğru adımların atılmasını sağladı. Fakat zaman içinde bu kararlılık sürdürülemedi. Ne yazık ki dini referanslı bir yaşam biçimi, partilerin oy endişesiyle ön planda tuttuğu konular oldu. Son dönemde ise doğrudan doğruya din referanslı bir düzen oturtulmak isteniyor ve kadın burada birey olarak yok. Kadının kaç çocuk doğuracağı, nasıl doğuracağı, kalabalık içinde iffetli bir kadınsa kahkaha atmayacağı, inanılmaz şekilde daha sonra Diyanet İşleri’nden çıkarılan fetvalar ve sözler, bunların hiçbir zaman tekzip edilmediği bir iktidar… Bu sözlerin hiçbirine “Bu doğru değildir.” demiyor; ama her konuda görüş açıklıyor iktidarın başındakiler, Türkiye’nin başındakiler. Ama konu kadın-erkek eşitliğine geldiği zaman en küçük bir söz söylemiyorlar. 6 yaşındaki kız çocuğuna şehvet duyan bir baba örneği veriliyor. Bu ensesttir, ne yazık ki yasamızda suç olarak yok, henüz girmedi. Ama buna karşı “Bu ne demek?” diyen bir ne Aile Bakanı var-Kadın Bakanlığı da kaldırıldı ya- ne Adalet Bakanı var ne de tepedekiler, hiçbiri “Bu ne demek, Türkiye Ortaçağ’a mı gidiyor?” demiyor.
Kadın Sorunu, Eğitim Sorunu Çözülmeden Çözülmez
RÖPORTAJLIK : Toplumsal süreçler içerisinde kadının rolünü ne olarak görüyorsunuz? Geçmişle bu günü karşılaştırdığımızda kadının durumu nedir?
NM : “Suları tersine akıtamazsınız.” diye bir söz vardır. O yolunu bulur ve gider. Dolayısıyla eğitim hakkını ta 1923-1924’te kazanan kadından söz ediyoruz. Seçme seçilme hakkına birçok Avrupa ülkesinden önce sahip olan kadından söz ediyoruz. Eğitim almış, eğitim fırsatına ulaşmış kadınların haklarını kullandığını görüyoruz ama bu sayı çok az. Onun için kadın sorunu bizde çok yoğun bir şekilde yaşanıyor. İnanılmaz bir şekilde Tüik’in son sayılarına bakarak söylüyorum. Okuma-yazma bilmeyen iki milyondan fazla kadın var. “Bir okula gittin mi?” sorusuna “Hayır, okula gitmedim; ama okuma-yazma biliyorum.” diyen, bir kurstan mezun olan kişi sayısı inanılmaz bir şekilde büyük bir sayı, 7 milyondan fazla. Şimdi bütün bunları dikkate almak lazım. İlkokul mezunu 8 milyon civarı, ilköğretim 8 yıla çıktıktan ise sonra 5 milyon civarı. Bunları alt alta topladığınız zaman kadın nüfusunun 38 milyon olduğunu düşünürsek, 23 milyonu en üst düzey eğitim olarak ilköğretimden mezun. O zaman eğitim fırsatına ulaşamamış kadınlar çalışma hayatına giremiyor. Erken yaşta okuldan ayrılmak zorunda bırakılan kız çocuklarının küçük yaşta evlendirildiklerini biliyoruz. Aslında erken evlilikler bütün çocukların sorunu. Ama eğer erkek çocuk, kız çocuk diye bakarsak, kız çocuklarının evlilik yaşının altında, 18 yaşın altında evlendirilmesi, erkek çocuklarınkinin 21 katı fazla. Bu da alan araştırmalarına göre 3.5 milyondan fazla. Medeni Kanun’umuzda evlilik yaşı olarak 17 yaşın doldurulması yazar. Ama olağanüstü bir neden varsa aile mahkemesinden evlilik izni alınabilir, o da 16 yaşın doldurulmasını gerektirir ama 16 yaşındaki çocuktur tabi ki. Ama Medeni Kanun’a göre böyle bir izinle evlendirilebiliyor. İşte bu sayı sadece geçtiğimiz yıl 36 bin. Son 4 yıla bakıyoruz, 226 bin kız çocuğu çocuk yaşta evlendirilmiş. Şimdi o zaman sorun zaten bir kısır döngü halinde devam ediyor. Eğitim alamamış, çalışamıyor, aile içinde birey olarak söz hakkı yok, şiddetin her türlüsüne katlanmak zorunda kalıyor, başkaldıran kadınların halini de görüyoruz ne yazık ki. Eğer güçlü bir destek yoksa-aileden, çevreden- koruma kararı alsa bile yolda öldürülen kadınları biliyoruz. Dolayısıyla kadın sorunu, eğitim sorunu çözülmeden çok zor çözülecek. Bu açıdan eğitim, kadın haklarının eşitliğe giden kapısının anahtarı. O kapıyı açacak anahtar.
RÖPORTAJLIK : Kadının toplumsal yerinden, konumundan ve cinsiyet eşitsizliğinden bahsettiniz. Sizce kadına yönelik şiddete neden olan toplumsal cinsiyet eşitsizliği sorunu nasıl çözülür?
NM : Bu o kadar zor bir konu ki çok ortaklı bir çalışma yapılırsa ancak çözülebilir. Eğitim tabi bunun başında. Kadına yönelik şiddet diyoruz. Zaten çocuklar ailede şiddeti görerek büyüyor. Anne ve babanın davranışlarından etkileniyor ve kendi hayatına da taşıyor. Önce okula taşıyor, kendinden küçükleri dövüyor, sonra kendi hayatına taşıyor büyüdüğü zaman da. Bu kısır döngüyü kırmamız için eğitim çok önemli. Ama kararlı bir eğitim politikası olmalı bu ülkenin. O da nasıl olacak? Ailede veremediğiniz, o toplumsal cinsiyet eşitliği dediğimiz, kadın erkek arasındaki eşitlik ruhunu eğitim yoluyla vermek mümkün. Bunu yapan ve başaran çok sayıda ülke var. Türkiye de okul öncesi eğitimden başlayarak böyle bir uygulamaya geçebilir. Ama “Ben kadın-erkek eşitliği, demokrasi kitabı yayımladım.” demekle olmuyor. O kitabı anlatacak hocaların yetiştirilmesi gerekir önce. Sadece eğitim değil, tabi ki yasaların çıkarılması lazım. Yasalar çıktıktan sonra da amaca uygun alt yapının hazırlanması gerekir. Emniyet’teki polisi de eğiteceksiniz, yargıçlara da bunun eğitimini vereceksiniz. Sivil toplumda kadın hareketi gerçekten çok amaca uygun çalışıyor, özellikle Cumhuriyet’in kazanımlarının değerini bilen kadın hareketi. Onların deneyimlerinden de yararlanacaksınız. Yani el ele koordinasyon içinde yapılacak bir çalışmaya ihtiyaç var. Bunun da Bakanlık tarafından sahiplenilmesi, kararlı bir devlet politikası olması lazım.
“Kadın Programları Toplumu Uyuşturmak İçin Hazırlanmış Programlardır”
RÖPORTAJLIK : Kadın programları, evlilik programları, diziler hakkında ne söylemek istersiniz?
NM : Toplumu uyutmak, uyuşturmak, “İyi uykular!” demek için hazırlanmış programlardır. Ne yazık ki biraz önce eğitim durumumuzun sayılarını verdim. Televizyon çok önemli bir araç. Her evde o kutuya bakan binlerce, milyonlarca göz var. Eğer Türkiye bu televizyon programlarını amaca yönelik düzenleyip kullanabilse birçok şey değişirdi. Hem eşit haklar açısından, hem çağdaş bir yaşam biçimi açısından ve tabi ki bilgi çağını yakalayabilmek açısından. Hayır, ben demiyorum ki “Televizyon bir okuldur. Bütün programlar buna göre düzenlensin.”. Öyle değil. Dizi de yapılabilir ama dizinin içinde öyle mesajlar verebilirsiniz ki kişi heyecanla izlerken eğitimin önemini anlar. Şiddet gören bir kadın izliyorsa, nereye nasıl başvuracağına dair oradaki bir diziden ipucu edinir. Kadın hakkını kullanırsa birey olarak güçleniyor. Bunların yerine verilenler; İki eşli, ikisi de memnun, ikisinin de çocukları var. Peki, Türkiye laik bir hukuk devleti, Medeni Kanun’umuz var, orada tek eşlilik yazıyor 1926’dan beri. Ama dizilere bakıyorsunuz sanki bir İslam devletiyiz. Kadın, evin içinde her şeye katlanmak zorunda. İşte o cinsler arasındaki eşitliği tamamen ortadan yok eden bir anlayışı odanızın içine getiriyor anlatıyor. Bunu değiştirmek o kadar kolay değil. O evin içinde aile büyüğü varsa, kayınvalide diyor ki “Dizideki kadın ne güzel hiç baş kaldırmıyor. O da, kadın da memnun diğer kadın da memnun.”. Biz alan araştırmalarında bunları görüyoruz. Bazen bir kayınvalide çıkıyor diyor ki “Hiç iş yapmayan birisi de herhalde dayağı hak ediyor değil mi?“ diye soruyor. O zaman “Kadın kadının kurdudur.” diyoruz, dayanışma yok oluyor. Bu biraz televizyonların olumsuz etkisinden kaynaklanıyor diye düşünüyorum.
RÖPORTAJLIK : Kadının toplumdaki konumlandırılması nasıl olmalıdır? Kadını toplumda nereye koyuyorsunuz?
NM : ‘Kadın da erkek de insandır’ diye bakmak lazım. İnsan hakları gereği doğuştan eşit konumda, onurlarının korunması açısından da eşit konumda olmaları lazım. Kadın ve erkeğe birey olarak bakarsa Türkiye, işte gerçek demokrasiyi hayata geçirebiliriz. Türkiye’de ağzını açan “Demokrasi yok.” Diyor; ama ağzını açan da demokratikleşme istiyor. Nasıl olacak? En temel kriteri kişiler arasındaki eşit haklar. Burada kadın ve erkek nüfusun, ikisinin arasındaki eşitlik gerçek demokrasiyi hayata geçirebilecek. Onun için kadın ve erkek eşit konumda dikkate alınmalı.
RÖPORTAJLIK : Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Kadının vatabi görevi doğurmaktır.” söylemi vardı. Bu söylem Türkiye’de kadına bakış açısını belirleyen bir söylem midir?
NM : Bu iktidarın kadına bakış açsını tam da belirleyici bir söylem. Peki “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda acaba Atatürk ne demiş?” diye bakarsak, “Kadınlarını geri bırakan milletler geri kalmaya mahkumdur.” demiş. Ama şimdiki iktidarın ağzından çıkan her cümle kadının ikincil konumda olduğuna işaret ediyor. Kadını sadece üreme aracı olarak dikkate alıyor, yani sadece cinselliği açısından dikkate alıyor. Halbuki kadın bir birey, bu toplumun kalkınmasına da katkıda bulunur tabi ki nüfus artışında da katkıda bulunur yaradılışı gereği. Burada bir şeyi karıştırıyorlar ülkeyi yönetenler, özellikle son dönemlerde. Bundan önceki Başbakan “Kadın-erkek eşitliği fıtrata aykırıdır.” demişti. Tabi ki kadın ve erkek ayrı yaratılmıştır. Genetik özellikleri budur. Ama kadın ve erkek insandır ve o zaman haklar açısından eşittir. Bütün mesele bu iki ayrımı yok farz etmeleridir. Tabi ki bu da iktidarın kadına bakış açısının nasıl olduğunu açıkça gösteriyor.
Medeni Kanun Açısından Kadın-Erkek Eşitliği
RÖPORTAJLIK : Devletin en üst kademelerinden gelen bu tarz söylemleri ve doğal olarak bu söylemlerin topluma yansımalarını görüyoruz. Bu bağlamdabakacak olursak Medeni Kanun’un kadın-erkek eşitliği açısından önemi nedir?
NM : Çok güzel bir soru, teşekkür ediyorum. Belki de sormasanız bunu dile getirmeyecektim. Şimdi uzun yıllar “Medeni Kanun değişsin, aile içinde eşler yani kadın ve erkek eşit haklara sahip olsun.”un mücadelesini verdik. Yasa değişti, şu anda eşit haklar var. Çocuk hakları açısından da çocuğun üstün yararı kuralı geldi Medeni Kanun’umuza. Fakat geldiğimiz noktada Medeni Kanun uygulanmıyor ve ihlal ediliyor. “Evlilik yaşı uygulansın, çocuk gelinler olmasın” diye bir kampanya açtık. Aynı zamanda çocuk yaştaki evliliklerin resmi kayda geçmesi mümkün değil. Çünkü imam nikahı ya da dini merasim denilen şey resmi kayda geçecek bir uygulama değil. Dolayısıyla resmi nikahlı kadının hakları var Medeni Kanun açısından, Aile Hukuku’ndan kaynaklanarak. Dedik ki “Evlilik yaşı uygulansın, çocuk gelin olmasın, resmi nikah kadın haklarının güvencesidir, ihlal edilmesin.” Yani özetle “Laik hukuk kuralları uygulansın.” dedik ve “Medeni Kanun’a sahip çıkıyorum” kampanyasını açtık. O kampanyada bir milyon imzayı hedeflemiştik. Amacımız şuydu: 1 milyon kişi o imzayı atarken evlilik yaşının 17 yaş olduğunu bir kere daha hatırlasın. Resmi nikah olmazsa haklarının olmayacağını, miras hakkının bile olmayacağını hatırlasın veya öğrensin. İnanılmaz bir şekilde destek bulduk. Özellikle sosyal medya üzerinden de 500 bini aştı. Dolayısıyla 1.5 milyon imza topladık. Şişli’deki bir etkinlikte küfelere koyduk imzaları, yürüyüş ve sonrasında bir açıklama yaptık. Meclis’e bir çağrıda bulunduk. İmzaları Meclis’e de götürmek istedik; fakat Haziran seçiminden sonra Meclis kapalıydı, muhatap bulamadık. Mart ayının sonunda götüreceğiz bu imzaları, diyeceğiz ki “Türkiye’de yasalar var. Eşit haklar yaşama geçerse demokrasi tam anlamıyla uygulanabilir. Dolayısıyla Medeni Kanun uygulansın ve bu mağduriyet ortadan kalksın.”.
Üniversiteli Kadın Hareketi
RÖPORTAJLIK : Türkiye’deki üniversiteli kadınların hareketiyle ilgili ne söyleyebilirsiniz? O hareket bugün istendiği yerde mi?
NM : Özellikle Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği’nin genel başkanlığını yaptığım için de biliyorum. 1949 yılında kurulan bir dernekti o. Kız çocuklarının eğitimin en üst kademesine kadar gelmesini amaçlamıştı. Çünkü eğitimin getirisinin farkındaydı Cumhuriyet’in ilk neslindeki kadınlar. Süreyya Ağaoğlu, Fazıla Giz, Beraat Zeki Üngör gibi çok önemli değerli büyüklerimiz. Üniversite mezunu olunca kadının önünde birçok kapı açılıyor. Hangi kapı? İstihdam kapısı açılıyor. Şimdi bu dernek çatısı altında bir araştırma yaptık. “Üniversite mezunu üyelerin yüzde kaçı çalışıyor?” diye. Hali hazırda çalışanlar yüzde 65’ti. Emekli olanlar da vardı içlerinde, yaş dolayısıyla. Bu tabi sadece dernek üyeleri içerisinde yapılmış bir araştırmaydı ama üniversiteyi bitirmiş bir kadının iş bulmasının ne kadar kolaylaştığını gösteriyor. İşte bunun için üniversite eğitimi hep destekleniyor. Özellikle kız öğrenciler çok destek buluyor bu konuda. Bugün kadının istihdamında Türkiye ortalaması yüzde 28’lerde. Hatta ekonomik forumun sonuçları açıklandı. İstihdamda Türkiye kadın-erkek eşitsizliği açısından 142 ülke arasında 126. sırada. Şimdi bu bir şeyi gösteriyor. Eğitime ulaşamamış kadınlar çalışma hayatında da sosyal güvencesizce ve kayıt dışı çalışıyorlar. Ama üniversite mezunuysa nitelikli işlerde çalışıyorlar. Onun için üniversite eğitimi teşvik edilmeli.
Kadın Bakanlığı’nın Kaldırılması
RÖPORTAJLIK : Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yerine Kadın Bakanlığı kurulması gerektiğini dile getirmiştiniz. Sizce Kadın Bakanlığı kurulursa ilk ve asli görevi ne olmalıdır?
NM : 1990 yılında kurumsallaşma açısından kadın konusu ön planda olduğu için, kadından sorumlu bir devlet bakanlığı kurulmuştu. Yani devlet bakanlarından biri kadından sorumlu olarak görevlendirilmişti. Daha sonra 2011 yılına kadar, sivil toplumla el ele ve kadına destek olan, eğitim konusunda, hakları konusunda, kadının istihdama katılması konusunda destek veren bir bakanlıktı. 2011 yılında “Bakanlıkları yeniden yapılandırıyoruz.” dediler ve Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı kaldırılınca yerine kadın sözcüğü de kaldırıldı ve Aile Bakanlığı kuruldu. Aile Bakanlığı’nın kadına bakış açısı, tamamen iktidarın doğrultusunda. “Kadının yeri evidir.” anlayışı. “Evinde ne sorun varsa bakalım, kocası ölmüşse maddi yardım yapalım.”. Bu değil, Bakanlık’ın görevi bu olmamalı. Asıl, asli görev olarak öncelikle eğitime destek vermesi lazım. Eğitim fırsatına ulaşamamışsa onlara beceri kursları çerçevesinde meslek edindirme sertifika programı açması lazım, yani kadını birey olarak ekonomik bağımsızlığını elde edecek şekilde ayakta durur hale getirmesi lazım; ama Aile Bakanlığı şu an bunu yapmıyor.
Pembe Taksi Uygulaması
RÖPORTAJLIK : Bildiğiniz üzere Sivas’ta bir pembe taksi uygulaması başladı. Bu taksi belirli bir saate kadar çalışıyor. Bu, kadına “Şu saatten sonra dışarı çıkmayın.” dendiği şeklinde algılandı. Bu uygulamayla ilgili neler söylemek istersiniz?
NM : Toplumda bu algıyı daha da kökleştirmek için uygulama başlatıldı. Hatırlayacaksınız Bağdat Caddesi’nde tecavüz edilen genç kızımız için “O saatte ne işi vardı?” dediler. İşte pembe taksi belli bir saatte çalışacak. Kadınlar sadece o saatler arasında evden bir yere gidebilecekler. Ondan sonrasında ise “Kadının yeri evi.” demektir bu. Sarı taksiye binmiş ve herhangi bir cinsel saldırıya uğramış kişiye, “O hak etmiş.” gözüyle bakılacak adeta. Şimdi bu, ayrımcılığın en kökleştirici uygulaması. Bu nedenle tepkiyle karşılıyorum.
RÖPORTAJLIK : Özgecan davasında, kadın cinayetlerine yönelik verilen en büyük cezayı gördük. Fakat buna rağmen 2016’nın ilk ayında 40 kadın cinayeti vakası olduğunu ve 2015’in ilk ayına göre artış olduğunu görüyoruz. Davalarda “iyi hal indirimi”, “tahrik indirimi” gibi indirimlerle cezanın aşağı indirildiğine de, tam tersi yüksek cezalara da şahit oluyoruz. Sizce yasalar kadını korumaya yeterli mi? Yasalarla ilgili bir eksiklik mi var, yoksa uygulamayla ilgili sıkıntılar mı var?
NM : Şu anda Türkiye’de yasalarla ilgili sorunumuz çok az. Eşitliğe uygun şekilde değiştirildi bu AB sürecinde, tempolu bir şekilde. Bütün yasalar, Ceza Kanunu da değiştirildi. Dolayısıyla “Cezalar yetersiz değil.” diyemeyiz, bütün sorun uygulamadan kaynaklanıyor. Tabi toplum bir bütün. Ülkenin ve iktidarın başındakilerin kadın için söylediklerini, yargı kurumlarından birileri de aynı şekilde düşünüyor ve kararlarıyla söylüyor. Toplumda, toplumsal cinsiyet eşitliği yönünde bir değişiklik olmazsa, bu ayrımcılık kafalara yerleşmişse, yasayı değiştirin ama kafalar değişmiyor. Siyaset söylemiyle topluma mal ediyor bu düşüncesini, hakim ve savcı da kararıyla. Yoksa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen durumlar da var. Ama ne yazık ki “tahrik” ve “iyi hal indirimi” verilen durumlar da var.
“Çocuk Gelin Oranı Edirne’de de Çok Yüksek”
RÖPORTAJLIK : Toplumumuzun yarayan kanası çocuk gelinler konusu. Türkiye’de bölgesel anlamda bir değişiklik gösteriyor mu?
NM : Çocuk gelinler her yerde var. Çok enteresandır, mesela Güneydoğu’da yüksek olduğu düşünülür. Evet, yüksek oranlar. Ama Edirne’de de çok yüksektir. Çünkü orada da bir başka Roman kültürü var, küçük yaşta evlendirme var. Dolayısıyla sayılara baktığınız zaman çok farklılık yok. Doğu’da da var Batı’da da var. Özellikle büyük kentlerde göçlerle gelenler, çok daha erken evlendiriliyor. Onun için Türkiye çapında yaygın ve yoğun bir şekilde çocuk gelin sorunu var.
RÖPORTAJLIK : İKKB’nin önümüzdeki dönemde ne gibi çalışmaları olacak?
NM : Biraz önce ortak paydamızı söyledim. Hukuk devleti, eşitlik, demokrasi, kadının insan hakları. Tabi insan haklarının temeli de Anayasa. Dolayısıyla kadın kuruluşları Anayasa’da laiklik karşıtı bir hareket varsa her zaman onun da karşısında olmuştur. 2007’de bir anayasa taslağı ortaya çıkmıştı, yine kadın kuruluşların çağrısı üzerine bir Çağdaş Anayasa Platformu kurulmuştu. Kadın kuruluşlarındaki tek tek dernekler kendi amaçları doğrultusunda çalışıyorlar, her biri tüzüğü çerçevesinde. Ama birlik olarak bu dönem, kadının insan hakları konusundaki çalışmaları sürdürüyoruz, özellikle haklar bağlamında. Ama Anayasa’yı değiştirme girişimi, kalkışması var ne yazık ki. Burada bölücülüğün yanında bir gerici zihniyetin de egemen olacağını görüyoruz. Bunu görmek o kadar zor değil. Bunun için “Gerici ve bölücü anayasaya geçit vermeyeceğiz.” diyerek bir çağrı yaptık. Bir platform oluşturduk, İKKB de bu organizasyonun başında.
Yeni Anayasa, Başkanlık Sistemi Tartışmaları
RÖPORTAJLIK : Yeni anayasa çalışmaları, “sivil anayasa”, “demokratik anayasa” söylemleriyle gündeme getirildi. Yeni anayasa ve bunun getireceği Başkanlık Sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
NM : Yeni anayasa söylemi çok yanlış, hukuken yanlış. Çünkü yeni anayasalar ancak bir darbe sonrası ya da bir devlet yeniden kuruluyorsa, çatısını kurmak üzere yapılır. Burada ancak anayasada değişiklik yapılabilir. Söylem de şu: “1982, darbe anayasasıdır. Darbeden arda kalan her şeyi değiştireceğiz.” Zaten Anayasa’da 18 defa değişiklik yapıldı demokratikleşme sürecinde. O ruhu koklasalar zor bulacaklar. Buradaki amaç, bir Başkanlık Sistemi getirmek. Bir de ne yazık ki emperyalist güçler tarafından Türkiye’ye işaret edilen o bölücülüğü Anayasa’ya “Nasıl yerleştirebiliriz?” ya da “İlk adımını özerklik olarak Anayasa’da nasıl atabiliriz?” diye düşünülüyor. Bu, Türkiye’nin bölünmesi anlamına, Türkiye’nin geriye gitmesi anlamına gelir. Henüz demokratikleşmesini sağlamamışız, konfederasyonlardan oluşan bir devlet değiliz biz. Ülke bütünlüğüne sahip bir devletiz. Onun için başkanlık Türkiye’de uygulanamaz. Bunun mücadelesini veriyoruz. “Başkanlığa ve gerici bölücü zihniyete hayır!” diyoruz. Önümüzdeki aylarda da tamamen bu konuyla ilgili çalışacağız.
RÖPORTAJLIK : Son olarak ne söylemek istersiniz?
NM : Kadın erkek eşitliği bir demokrasi meselesi olarak ele alınmalı. Kadını birey olarak ele almadıkça, kadını birey olarak dikkate almayan zihniyet her kuruma ve her ailenin içine siner.