Bugün Şair Ceketli Çocuk Kazım Koyuncu’nun 45.doğum günü. Kansere kurban verdiğimiz Kazım Koyuncu türkülerde, yüreklerde, Anadolu’nun her yerinde yaşamaya devam ediyor.
RÖPORTAJLIK olarak elimizden geldiğince Kazım Koyuncu’nun verdiği röportajları toparlamaya çalıştık.
Radikal-28.08.2001
Kazım Koyuncu, Zuğaşi Berepe hayranlarının ‘Viya!’yı da beğeneceğini söylüyor.
Rock dünyasına Lazca giriş yapan Zuğaşi Berepe’nin gitaristi Kazım Koyuncu’nun ilk solo albümü ‘Viya!’ çıktı. Ancak Koyuncu bu kez rock değil, geleneksel Laz ezgilerinden oluşan ‘sıkı’ bir albümle karşımızda
ASLI ATASOY
İSTANBUL – Peter Gabriel’a etnik müziğe tecavüz ettiği gerekçesiyle küfredenler, Davut Güloğlu ve türevlerini dinleselerdi acaba ne yaparlardı? Sorunun yanıtı tabii ki belli ama yine de burada zikretmeyelim. Evet, Karadeniz müziğinin deformasyonundan mustarip olanlar için ‘müsekkin’ niyetine bir albüm çıktı. Kazım Koyuncu, ‘Viya!’ dediği albümüyle bozulan sinirlerimizi düzeltiyor.
Koyuncu’yu aslında tanıyoruz. ‘Dünyanın ilk Lazca rock müzik yapan grubu’ diye nitelendirilen Zuğaşi Berepe’nin, yani 1993-99 yıllarında yaptıkları müzikle, sisteme ve doğayı kirletenlere ‘çürük domates atan’ grubun gitaristiydi. Onlar sayesinde Lazca rock yapılabileceğini de öğrenmiştik. Şimdilerde yoluna tek başına devam eden Koyuncu yine Lazca söylediği şarkılarla çıkıyor karşımıza ve sorularımızı yanıtlıyor.
Çok dolu bir müzikal geçmişiniz var. Biraz geriye dönelim isterseniz…
1992 yılında Ali Elver ile Grup Dinmeyen’i kurduk ve ‘Sisler Bulvarı’ albümünü çıkardık. Sonra Mehmedali Barış Beşli ile birlikte ‘Zuğaşi Berepe’yi (ZB) kurduk. İlk defa Lazca rock yaptık ve 1995 ‘Va Mişkunan’, 1998’de ‘İgzas’ ve ‘Bruxell Live’ isimli albümleri çıkardık. 99’da grup anlaşmazlıklar yüzünden dağıldı. Sonra başka projelerde yer aldım. Ardından solo albüm projemi hayata geçirmek için çalışmalara başladım. Türkçe sözlü bir albüm olacaktı. Ancak çeşitli nedenler yüzünden bunu hayata geçiremedim.
Siz, ‘Zuğaşi Berepe’de özgün ve besteleri rock formatında yorumluyordunuz. ‘Viya!’ ise yerel ezgilerden oluşan bir albüm.
İçinde yine elektrik ve bas gitar var ancak daha bir etnik form karşımıza çıkıyor.
2000 yılında ‘Salkımsöğüt 2’ isimli albümde üç tane türkü seslendirdim. Bunun üzerine Beyoğlu Metropol Müzik ve ben fikrimizi değiştirerek etnik temelde bir albüm çıkarmaya karar verdik.
Tabii ki teknik olarak farklar var ama özde çok ciddi farklar yok. ZB döneminde de türkü yorumluyorduk. Zaten o dönemde salt türküden oluşan bir albüm fikri vardı. Fakat Türkçe albüm projesi biraz ertelenmiş oldu.
Aşağı yukarı repertuvarları altı ayda topladık. Bu albümde bulunan ‘Koçari’ ve ‘He Yana’ isimli iki şarkı seslendirilmişti önceden. Diğerleri ilk defa bu albümde yer alan parçalar. Ve albümün toplamı sekiz ayda ortaya çıktı.
Lazca söylemenin temelindeki şey ne? Sanırım ticari kaygı sözkonusu olamaz…
Memleketteyken Lazlıkla ilgili fazla bir duygu yaşamıyordum. İstanbul’a geldikten sonra Memedali Barış Beşli’nin isteği üzerine Lazca söyleme fikri gelişti. Söyledikten sonra hoş bir şey çıktı ortaya. Sözler güzel. Bestelerin de iyi olduğunu düşünüyorum.
Ayrıca Lazca müzik yapmanın kolay olmadığını belirtmekte fayda var. Ve Lazlar gerek ZB için gerekse Lazca yapılan müzikler için genelde saygı duyma ve psikolojik sahiplenme içerisindeler. ZB döneminde bölgedeki insanlardan çok üniversite gençliği ve diğer sanatsever kişilerle kitleselleşebilmiştik. Ancak Lazca söylememde tabii ki maddi bir kaygı yok.
Şimdi biraz daha farklı tarzda müzik yapıyorsunuz. Gerçi bunun özde olmadığının özellikle altını çiziyorsunuz ama…
Evet. Bu tarz değişiklik özde olmadı. Zaten ZB’deyken de türkü seslendirmiştik ve salt türkülerden oluşan bir albüm fikri vardı. Şimdi biraz daha ‘world music’ ya da etnik olarak nitelendirilebilecek bir tarzda çalıştım. Bu yüzden ‘Viya!’, bizim için çok anlamlı…
Bu arada ‘Domivamis’ isimli şarkı çok ilgi çekici ve sanırım eski bir kayıttan alınmış.
Evet. Bu şarkının girişinde yer alan kadının sesi yaklaşık 20 yıl önce Artvin’de bir köyde yapılmış. Ve bu şarkı benim ve arkadaşlarımın rastlayabildiği tek toplumsal içerikli şarkı. İçinde yokluktan ve bu durumun yarattığı sıkıntıdan söz ediyor. Genelde Laz ezgilerinde aşk ve doğa yer alır. Bu yüzden bu şarkının anlamı çok önemli.
Albümünüz hayata dair neyi ifade ediyor peki?
Artvin ve Bergama’da siyanürle altın arama belası. Akkuyu’da nükleer santral, Gökova’da termik santral, Fırtına Vadisi’nde hidrolik santral… derken şimdi de -ki aslında çok zaman önce başlayan Samsun-Sarp sahil yolu projesi. Bu proje kapsamında yok edilen ve durdurulamazsa tümüyle yok edilecek olan sahillerimiz ve çocukluğumuz ve geleceğimiz ve tarihimiz ve yaşam!
ZB hayranlarıyla buluşacak mı bu albüm?
Ben buluşacağına inanıyorum açıkçası. Artık onlar da aslında bu tarz albümler dinliyorlar. Biz çıktığımızda ilk ay içinde 10 bin satmıştı. Bu sonuçta Lazca ve rock yaptığımız halde bu başarıyı sağladık. Ama ona rağmen albümlerimiz çok satmıştı. Ve bu albümü sadece rock’severler değil etnik müzikten hoşlananlar da dinliyorlardı. Bu anlamda eskiden ZB dinleyenlerin şimdi ‘Viya!’yı da dinleyeceklerini düşünüyorum.
Sizce Karadeniz müziğinin moda olması bir rastlantı mı? Lazlar çok uzun zamandır bu coğrafyada yaşıyorlar.
Aslında doğrusu ZB’nin Lazlar özelinde baktığımızda kendi kimliklerine sahip çıkma ve kültürel faaliyetler yapma noktasında çok ciddi etkisi oldu. Çok fazla televizyona çıktık ve meşrulaşma durumu oldu. Bunun yarattığı etkiler sanırım Karadeniz müziğine karşı bir eğilim oluşturdu.
Peki bu son dönem çıkan Karadeniz müziğini şortlu kızlarla yorumlayanlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bana direkt kusma hissi veriyor. Bu durum devam etse etse bir sene daha gider. Bazı şarkılar gerçekten güzel olsa bile o adamların elinde rezalet bir şeye dönüşüyor.
Bu noktada yapımcılar büyük sorun aslında. Bu nedenler yüzünden kendi albümümün ticari olarak yanlış bir döneme düştüğünü düşünüyorum. Ancak bu albümün bu noktada çıkması belki de ‘panzehir’ etkisi yaratır. Bunu sadece kendi albümüm için değil Fuat Saka, Birol Topaloğlu ve Volkan Konak’ı düşünerek de ifade ediyorum.
Kazım Koyuncu/Viya!/Beyoğlu Metropol Müzik
Evrensel-31.08.2001
Aşk ve doğa üstüne söylenmiş halk türkülerinin çokça yer aldığı Karadeniz ve Laz müziğinde, iş türkülerinin yanı sıra, toplumsal sorunları da yansıtan eserlerin de olduğunu belirtiyor Kazım Koyuncu
Sinan Gündoğar
Grup Dinmeyen’le başladığı müzik yaşantısını daha sonra Zuğaşi Berepe ile sürdüren Kazım Koyuncu, “Viya” adlı yeni bir albüm çıkardı. Albüm, geleneksel Laz şarkılarının yanı sıra iki tane de Türkçe eseri içeriyor. Koyuncu ile albümün oluşum süreci, albümün içeriği, düzenlemeleri ve son dönemlerde furya haline gelen Karadeniz pop konularında görüştük.
Bu albümün gerçekleşme süreci hakkında biraz bilgi verir misiniz?
’99’da Zuğaşi Berepe dağıldıktan sonra, tamamen Türkçe şarkılardan oluşan “pop-rock” saundunda eserlerin yer aldığı bir solo albüm projem ortaya çıktı. “Salkım Söğüt”te üç Lazca şarkıyı yorumladıktan sonra Metropol Müzik’le ortaya çıkan dostane ilişkiler solo albüm projemin biraz değişmesine yol açtı ve Lazca solo albüm şekline döndü.
Bu albümün hazırlayıcısı olan diğer bir etmen de, Zuğaşi Berepe döneminde, rock saundundan uzak, otantik sayılabilecek, modern düzenlemelerin az olduğu bir Lazca albüm hazırlama düşüncemizin var olmasıydı. Grup dağılınca bunu yapamamıştık. Yeni solo albüm projesi, önceki düşünceyle yan yana gelince de, albümün gerçekleşmesi kaçınılmaz oldu.
Konulardaki geniş yelpazeyi bilinçli olarak mı seçtiniz, yoksa hoşunuza giden şarkıların bir araya gelmesiyle mi oluştu, repertuar?
Karadeniz ve Laz müziğini birbirinden ayrı tutmak gerekiyor, ama ortaklaşılan bazı noktalar var. Her ikisinde de içerik açısından doğa ve aşk üzerine kurulan eser sayısı çok fazla. Toplumsal sorunlara değinen bir Laz halk şarkısına ilk defa rastladım. Ama, buna benzer birçok eserin olması gerekiyor. Bence bunda bizim eksikliğimiz var, biz ortaya çıkaramadık. Anadolu’da yaşayan bütün halklar, bütün insanlar gibi Lazlar da çok zorlu süreçlerden geçtiler. Zaten bu şarkı, yokluğu, kıtlığı anlatan bir dönemin şarkısı. Sözler yer yer değişebiliyor. Başka yerlerde de bu melodi kullanılmış. Fakat benim elime geçen kayıtta bu sözler vardı ve çok da güzel oturuyordu. Şarkı sanki yüzyıllardan beri varmış gibi duruyor, ancak şarkıdaki “kaymakam” ifadesi, en azından sözlerin yeni dönemin ürünü olduğunu gösteriyor. İlgi çekici diğer bir tema da, Xelimişi Xasani’nin Sarp kapısıyla, ikiye bölünen Sarp köyünü anlattığı “Sarpi Moleni-Sarp’ın Ötesi” şarkısında karşımıza çıkıyor. Bir tarafı Hopa’da bir tarafı da Batum’da kalan Sarp köyünü işleyen şarkıda, hem özlemler hem de, öteki tarafta Laz kızına duyulan aşk ifade ediliyor. Ayrıca iş türküleri var, albümde.
Albümün düzenlemelerinde, ne tam anlamıyla geleneksel bir yapı söz konusu, ne de önceki grup çalışmalarınızdaki “rock” saundu kalıpları hissediliyor? Arada kalmış bir düzenleme söz konusu. Albümü düzenlemeler açısından değerlendirir misiniz?
Albümün düzenlemeleriyle ilgili olarak, kendiliğinden gelişen bir ifadeyle “etnik üstü az modern bir çalışma” olduğunu belirtmiştim birkaç yerde. Bu, albümü tanımlıyor bence. Çünkü rock duygum var, öbür taraftan da Lazlık var. Albümü geliştirirken, çok etnik, Lazlığı ifade edecek bir saundu hiç düşünmedim. Birol Topaloğlu olmasaydı, belki bunu düşünebilirdim. Ancak Birol Topaloğlu, özellikle yaptığı son iki çalışmayla, otantik Laz müziğini başarılı bir şekilde ortaya çıkardı. Ben buna bir şeyler katma kaygısı hissettim. Fakat bir şeyleri katarken de, tamamen modern bir şeyler olsun diye çaba sarf etmedim. Albüm de, her iki yönelimin etkileriyle oluştu.
Son dönemlerde Karadeniz popun bir furya haline getirilmesi konusunda neler düşünüyorsunuz?
Volkan Konak, Birol Topaloğlu, Fuat Saka’nın albümlerinin bu konuda panzehir etkisi yapabileceğini düşünüyorum. İyi ki bunlar var. Bunlar olmasaydı, bu kadar çirkinlik içerisinde kendimi çok daha kötü hissederdim. Bir tek umut olarak bu gibi çalışmaları görüyorum. Buradan hareket ettiğimizde, olanları o kadar korkunç olarak görmüyorum. Neyin gelip geçici olduğunu zaten biliyoruz.
Ancak şöyle ters bir durum var. Kürt müziği de, abuk sabuk sözlerle Türkçeleştirildi, taverna ve arabesk müziğini besleyen unsurlar oldu. Bizimkiler de, yıllardır bunu yapıyorlardı. Ama yerel tavernalarda, düğünlerde klavyelerle çalarlardı, o zaman çok zararlı değildi. Şimdi, oradaki arkadaşları İstanbul’a getirip, tuhaf kıyafetler giydirip piyasaya sunmaya çalışıyorlar. Bunların albümleri çıktığı zaman Türkiye’nin müzik tarihindeki en iğrenç görüntüler ortaya çıkacak. Sadece Karadeniz müziğinin kıvrak ritmini ve insanlara çok değişik gelen sözlerini sömürmeyle ortaya çıkabiliyorlar. Sonuçta müzik adına başka bir şey ifade etmiyorlar.
Albüm kapağında, nükleer santrallerden, Fırtına Vadisi’ne, Karadeniz sahil yolu projesine kadar, doğa katliamıyla ilgili bir tepkin yer alıyor. Bu tepkiyi şarkılarına yansıtmak, ya da düzenlenen etkinliklere taşımayı düşünüyor musunuz?
Eğer mümkün olursa, bundan sonraki albümde bunları şarkılara taşımayı isterim. Ancak, şarkılarınız neyi anlatırsa anlatsın, her koşulda eylem yapmanın mümkün olduğunu düşünüyorum. Ne tarz müzik yapıyorsanız yapın, siz eğer hayata muhalif bir noktadan bakıyorsanız -bana göre de bakmak gerekir- her zaman yapacak bin tane eylem söz konusudur. Kendimi iyi veya kötü politik bir insan olarak görüyorum. Tek başıma eylemler yapmam mümkün değildir kuşkusuz. Ama düzenlenen etkinliklere çağrıldığım anda, bütün olanaklarımla katılmaya hazırım.
Koyuncu’dan Horona Davet
KOYUNCU’DAN horona davet
Kazım Koyuncu’nun ‘Hayde’ ismi ile çıkan albümünde, sadece horon yok elbette. Duygusal Karadeniz ezgileri, Gürcü şarkıları, ritmik ezgiler var. ‘Gülbeyaz’ dizisinden hatırladığımız kıpır kıpır Laz ezgileri de bu kasette.
ERCAN ÇELİK
Lazcanın ve yok olmak üzere olan birçok dilin ve kültürün tepkisini ortaya koyduk. Lazca şimdi 10 sene öncesinden daha iyi durumda. Artık gençler Lazcadan utanmıyor çünkü; önceden böyle bir durum vardı. Öncelikle ‘Zuğaşi Berepe’ ve ‘Dinmeyen’ adlı müzik grublarından tanıdığımız Kazım Koyuncu’nun, ‘Viya’dan sonra ikinci solo albümü ‘Hayde’ Beyoğlu Metropol Müzikten çıktı. Uzun bir çalışmanın ardından, bir sene rötarlı çıkan albüm Lazca, Hemşince, Gürcüce, Megrelce ve Türkçe 14 sarkıdan oluşmakta. Konser performansına yakın bir soundla yapılan albüm oldukca renkli.
Kazım Koyuncu’nun, bölge müziğini rock, reggae ve ska gibi Batı soundlarıyla başarılı bir şekilde birleştirdiği ve yorumladığı albümde ‘Gülbeyaz’ dizisi için hazırladığı iki enstrümantal eser de yer almakta. Albümde ayrıca iki şarkı vokaliyle Kazım Koyuncuy’a Şevval Sam eşlik ediyor. Gökan Birben, Selim Bölükbaşı, Hilmi Yarayıcı gibi önemli müzisyenler de vokalleriyle sanatçıya destek oluyor.
‘Hayde de Asiye’, ‘Denizde karartı var’ gibi duygusal türkülerin yanında, ‘Mohevis Kalo’ gibi ritmik bir Gürcü ezgisi, ‘Lazca’ horonlardan oluşan potpori, elektronik altyapısıyla Laz destanlarına farklı bir yorum getiren ‘Selimina’yı da ilgiyle dinleyebilirsiniz. Son dönem Laz müziğinin önemli isimlerinden olan Kazım Koyuncu ile son albümü ‘Hayde’ ile ilgi kısa bir söyleşi yaptık.
-Son dönemde müzik kariyerinize, film müziklerini de eklediniz ve besteler yapıyorsunuz. Bu çalışmalarınızı biraz anlatır mısınız?
İşin yaratıcılık boyutunu, sadece film müziklerine yöneltiyorum; Karadeniz boyutunu daha çok anonim şarkılarda. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim, anonim şarkıları yorumlamakla, yeni besteler yapmak arasında çok fark yok diye düşünüyorum. Özellikle bazı anomim şarkılara o kadar çok şey katmaya çalışıyoruz ki bir sürü yeni melodiler ekliyoruz. Bu melodilerin üstüne sahibinin sen olduğun bir eser yaratmakta mümkün ama anonim şarkılara yeni bir şeyler katarak, onları bozmadan seslendirmeye çalışıyorum. Büyük zamanımı film müziği ve sahne aldığı için, sözlü eser yapamıyorum son birkaç yıldır.
-İlk abümünüzde Hemşince söylediniz, özel bir ilginiz mi var? Hemşinliler ve Lazların dilleri farklı mı?
Aslında Lazca şarkıların müzisyeniyim. Ama ilk albümümde olduğu gibi Hemşince söylememi şöyle ifade edebilirim: Bu albümde de bir Hemşince şarkıya yer verdim. Ben Hopalıyım. Hemşinliler ve Lazlar yaşar, orada ikisinin de dilleri ayrı dillerdir. Ama sonuçta aynı havayı, toprağı paylaşan insanlar. Bu dillere aşina olduğum için bu işi gelenekselleştirdim. Söylediğim şarkıların yanında Hopalı dostlarımla kurduğum dostluk ve sevgi, ilişkimi geliştirdi; bu nedenle her albümde bir hemşinçe şarkı koymaya özen gösteriyorum.
–Sizin albümünüz adeta kuzeye, Doğu Karadeniz’e yapılan bir yolculuk hissi veriyor…
Tiflis’ten, Trabzon’a kadar uzanan o sahil hattında çok enteresan ve zengin kültürlerin olduğunu ve buraların beni çok etkilediğini söylemeliyim. Esas olarak Karadeniz ve Laz şarkılarıyla ilgilenmeme rağmen, bütünlüklü olarak baktığımda kendime, Tiflis’ten, Trabzon’a kadar uzan bir hat var. Çok enteresan şarkılar, kültürler ve insanlar var o coğrafyada. Çok güzel şeyler yaşıyorsunuz o yolculuklarda, geçen yaz Gürcistan’a yaptığım yolcukta çok güzel dostluklar kurdum. Bu dostlukların bir ifadesi olarak onların dilinden şarkılar söyledim.
-Sizin için ‘Lazcayı gençlere sevdiren kişi’ diyorlar. Siz bu misyonu üstleniyor musunuz?
Daha önceki çalışmalarımın bir misyon müziği olabileceğini, ama bugün yaptıklarımın daha evrensel çalışmalar olduğunu söylemek durumundayım. Kaybolmakta olan Laz kültürünü ve şarkılarını yaşatmak için daha önce kurduğumuz Zuğaşi Berepe, Lazca sözlü rock yapıyordu. Grubun kuruluşunda böyle bir misyon vardı. Lazcanın yaşatılması ve mümkün olduğunca o şarkıların ortaya çıkarılması için çalışılıyordu. Sonrasında bir misyon gibi duran bu durum kendini çok fazla aştı. 98’de yaptığımız albümün bu misyonu üstlenme gibi bir durumu yoktu. Sadece şarkılar Lazcaydı ama sözlerimiz bütün dünyayı ilgilendiren şeylerdi. Daha evrensel sözlü şarkılara yöneldik, evrensel aşkı ve acıyı işledik şarkılarımızda. Biz, hiçbir zaman Lazca şarkılar yaşasın diye müzik yapmadık, sadece Laz türkülerini ve memleketimizin müziklerine kendimizi katarak, yükseltmek ve insanlarla paylaşmak istedik. Ama şunu da gerçekleştirdik: Lazcanın ve yok olmak üzere olan birçok dilin ve kültürün tepkisini ortaya koyduk. Lazca şimdi 10 sene öncesinden daha iyi durumda. Artık gençler Lazcadan utanmıyor, önceden böyle bir durum vardı.
-Bu kültüre ve insanlara karşı kendinizi sorumlu hissediyorsunuz. Bu yönlü neler yapmak istiyorsunuz?
Ben onlar için varım, onlar için şarkı yapmalıyım gibi değil, onları bilmedikleri bir yere ve bilmedikleri melodilere götürmek istiyorum. Bendeki sorumluluk böyle şekilleniyor. Bu sorumluluk bana şunu getiriyor: Sürekli yeni, farklı bir şeyler denemeliyim. Böyle olunca da zaten insanlar beğenecektir diye düşünüyorum.
-Hayde’nin ilk albümden daha canlı ve ritmik olduğunu söyleyebiliriz. Siz bu iki albümle ilgili neler söylemek istersiniz?
Viya, yalnız bir albüm, daha içe dönük bir çalışmaydı. Hayde ise direk benim yaptığım ya da çalan arkadaşların yaptığı bir albüm değil. Bizi konserlerde izleyen, çaldığımız şarkıları bizimle birlikte hisseden insanların emeği üzerine kurulmuş olduğunu düşünüyorum. Çünkü hep sahneyi hayal ederek yapmaya çalıştım bu albümü. Biraz da Gülbeyaz filminin müziklerinden beslendim. Daha ritmik bir albüm oldu ve açıkçası tulum ve kemençeyi daha çok kullanabildim. Biraz daha olgunlaştığımı söylemeliyim.
-Müziklerinizde yapmayı çok istediğiniz bir şeyler var mı? Daha önce ertelediğiniz veya eksik kalan, ileride yapmayı planladığınız bir çalışma…
Karadeniz müziğinde daha çok eksikliklerin olduğunu özellikle söylemeliyim. Bu durumu çok önemsiyorum ve destanlara yer vermek gerektiğini düşünüyorum. Belki ileride buna daha çok yer verileceğini, ama buna yer veren sanatçı sayısının az olduğunu belirtmek gerekir. Albümde yer alan ‘Selimina’yı bu destan şarkılara küçük bir örnek olarak kullandık. Bu alanda daha çok çalışmak gerekir, albümde kullandığımız birçok şarkıyı sahnede çalındığı şekliyle yorumlanmaya çalıştık. Benim içimdeki punck duygusu, vazgeçemediğim bir duygu. Kemençenin ve tulumun yanında modern enstrümanlar yan yana durmalı ve bir şey katmalı. Başka insanlara da bir şey katmalı, ama içimdeki rock duygusu ve geçmişte tarzımı belirleyen punck duygusunun hiçbir zaman eksilmesini istemiyorum. Tamamen otantik bir albüm de yapsam, insanların benim müziğimdeki rock duygusunu fark edeceklerini biliyorum.
Radikal-04.04.2004
Kazım Koyuncu yeni albümü ‘Hayde’ de, Hemşince, Türkçe, Lazca, Gürcüce, Megrelce söylüyor
NAZAN ÖZCAN
En hakiki Lazlardan Kazım Koyuncu ile son albümü ‘Hayde’ yi konuşmak için gittiğimizde, kısmet bu ya, başka bir Lazla daha tanışıyoruz. Ali Osman Bey. Kıyafetinden dolayı yalnızca geçerken uğrayan postacı olduğunu düşündük ama değil. O Kazım Koyuncu’dan çocukları için imzalı albüm almaya gelmiş. Anlatmaya başlıyor. ‘Benim çocuklar bayılıyor şimdi. Biz Kazım’la 15 sene önce adada tanışmıştık. O zamanlar ünlü de değildi. Bizim bir toplantımız vardı, O gitar çaldı, biz de kemençe vurduk. O zamanlar saçları uzun, hippi gibi. Dedim ki şu saçlarını kestir, bizim oralarda biraz ters karşılanır işte. Çocuklar o zaman küçüktü. Geçen gün bizim çocuklar dinlemişler, anlattılar, ben de o gün Kazım’la çektirdiğimiz fotoğrafı gösterdim onlara, inanamadılar. Çok beğeniyoruz onu biz.’ Diye anlatıyor. Ne de olsa onların çocuğu. Yıllardır yaptığı müzikle de bir tek Lazların değil, taa Zuğaşi Berepe zamanından beri hiç kimsenin umutlarını kara çıkarmadı. ‘Hayde’ de gerçekten sağlam ve dinlenmesi çok keyifli bir albüm.
‘Gülbeyaz’da da birlikte söylediğiniz Şevval Sam düetleriyle başlayalım.
Altı tane eser ‘Gülbeyaz’ da çaldığımız eserlerdi. Şevval Sam’ın albümü yok ama Türkiye’deki en iyi kadın seslerden biri. Sesinin iyi olmasının dışında müziğe yaklaşımı ve tavrı da bence tam bir sanatçı tavrı. Aykırılığı, inatçılığı ‘saldırganlığı’ müzik konusunda tutarlı ve tutucu olması önemli. Özellikle Gülbeyaz’lada bağlantılı olarak çok sevilen biri. ‘Ticari’ olarak işe yaradı. Reddetmek saçma. Düetin kendisi müzikal olarak çok şey ifade etmiyor. Basit, yalın, sınırları zorlamayan bir çalışmaydı. Şevval Sam’la gerçekten ikimizin de sonuna kadar gidebileceğimiz başka bir şarkıyı düet yapmayı tercih ederim. Kader de müsaade ederse yapacağız.
Gülbeyaz’dan sonra Karadeniz müzikleri daha mı popüler oldu?
Dizinin çok ciddi katkısı oldu ama çok fazla emek sarf edilmemiş, aslında piyasa diye tabir edilen Karadeniz albümleri satıyordu zaten. Ayrıca Fuat Saka ve Volkan Konak’ın Karadeniz müziğine yaptıkları asla yadsınamaz. Gülbeyaz’la birlikte taşlar yerine oturdu. Ben klip yapmış ve günde 20 kere döndürmüş olsaydım, Gülbeyaz’daki etkisi olmayacaktı.
Bu sefer albüm ortaya karışık olmuş sanki. Hemşince, Türkçe, Lazca, Gürcüce…
Albümün kültürel konseptini yaratırken Trabzon’dan Tiflis’e bir hat izledim. Bir Gürcistan seyahatim vardı. Hem Megrel hem de Gürcülere karşı zaten olan sempatimi daha da artırdı. Megreller Gürcistan’da yaşayan Ortodoks Lazlar. Sonuçta Karadeniz ve Kafkasya’yı hedeflerken bir Hemşince, bir Gürcüce ve bir Megrelce ile o duyguyu tamamlamış olduk. Fakat ağırlık Türkçe’de. Bunları yapmazsam içim rahat etmeyecekti.
‘Denizde kararti var’ isimli şarkıda ve ‘Potburi’ de Laz müziğinde hiç olmayan klarnet var.
Benim bilgilerim dahilinde bu bir ilk. Bence ses olarak klarnet bizim yörelere denk düşüyor. Tulumla klarnetin uyumuna hasta oluyorum. İkisinde de insanların duygularını tuhaf bir biçimde ajite eden bir taraf var. Böyle denemeleri de artırmayı düşünüyorum. Belki trompetler, pek sevmesem de saksafonlarla vs. bunlar marifet değil ama bunları otantik parçaların içine sanki 200 yıldır çalınıyormuş gibi koymayı başarırsak bir marifet olacak. Bütün derdim bu.
Konserinizi izlerken bir arkadaşım ‘Bu Lazlar aşktan başka bir şey bilmezler mi’ diye isyan etti. Bilmezler mi hakikaten ?
(Gülüyor) Sosyolog değilim ama Türkiye’de en çok doğa ile iç içe olan toplum bizim Karadeniz toplumu. Doğa ile kurdukları ilişki çok farklı. Mesela çok aşk şarkısı gibi duran şarkılar var, ama bir ceviz ağacına ya da ineğe yapmış olabilir o şarkıyı. Ki nitekim öyle şarkılar var. Dinlediğin zaman sanıyorsun ki aşktan ölüyor ! genel bir aşk hali söz konusu. Gerçekten oksijeni bol bir yer (Gülüyor) ! Ormanı ve suyu bol bir memleket ve insanların birçok ihtiyacı aşktan sonra geliyor. Aç kalmamalıyız şüphesiz ama aşksız hiç kalmamalıyız !
Biz sizi Zuğaşi Berepe’den beri tanıyoruz. Ama onun öncesinde neler yaptınız bilmiyoruz.
72’de Artvin, Hopa, Yeşilköy köyünde doğdum. Annem babam memleketteler. Babam berber, annem de ev hanımı. Altı kardeşiz, ben sondan ikinci. Liseyi Hopa Lisesi’nde bitirdim. 17 yaşına kadar gittiğim en büyük şehir Trabzon’du. 89’da üniversiteyi kazandım ve İstanbul’a geldim.
O kadar hızlı geçmeyin ne yapıyordunuz orada, ne zaman müziğe başladınız vs. gibi bir sürü soru var.
Çok kitap okumaya çalışıyordum ama az kitap vardı. O yüzden ansiklopedi okuyordum. Çünkü kırtasiyeye birkaç kitap geliyordu, onları zaten ediniyordum. Tommiks ve Teksas’ların bütün sayıları bitmişti. Babam Yaşar Kemal’in ‘Ağrı Dağı Efsanesi’ ni aldıydı. Ondan sonra hep o kitapların peşinde oldum. Fransız iki şair Baudelaire ve Rimbaud’nun şiirlerini ansiklopedilerden tespit ettikten sonra düştüm peşine. O zamanlar şiir sevdası vardı. Evde küçük bir gitar vardı. Amcam Almanya’dan getirmişti ama kime bilmiyorum. Benim elimdeydi. TRT’de ‘Fabrika Kızı’ nı filan çalarlardı, onları izleyerek çalmaya çalışıyordum. Ama ne bulursam okuyordum. Üniversiteyi kazanmam başkalarına göre enteresandı çünkü okulu takdirle bitiren çocuk değildim.
Nereyi kazandınız ?
İstanbul Siyasal Kamu Yönetimini kazandım. İlk yıl okula gittim. Sonra pek sarmadı. Üniversiteye girdikten bir sene sonra yıllardır hayalini taşıdığım sahne sanatlarından birisiyle hayatımı devam ettirmeye karar verdim. Çok zor karardı. Biliyordum uzun yıllar sürünmek zorunda kalacaktım. Nitekim 92’den itibaren profesyonel olarak sürünüyorum (Gülüyor) ! 92’de ilk ciddi müzik faaliyetim, Dinmeyen isimli müzik grubunun kurulmasıydı. Bir sene sonra da Zuğaşi Berepe kuruldu, iki grup birlikte devam etti.
Aileniz bu duruma ne dedi ? Müziğe meraklı mıydı onlar da ?
Bizim ailede kulağı kötü olan kimseyi hatırlamıyorum. Ama kimse enstruman çalmazdı. Babamın çok büyük katkısı vardı. Mandolinimi aldı, kurslara gönderdi. Babam ‘Bu çocuk hem akıl fikir adamı olur hem de müzikle uğraşır’ diye düşünürken benim aklı fikri bir tarafa bırakacağımı pek tahmin etmemişti ! (Gülüyor) Kaymakam olmamı yalnız babam değil herkes isterdi baştan ama şimdi vali olsam şuandaki durumdan daha fazla gurur duyacaklarını sanmıyorum.
‘Uy Aha’ yı Trabzon Spor’a vermeyi düşünüyorsunuz, ne oldu ?
O ünlem bir futbol takımını ve taraftar kitlesini harekete geçirebilir ve coşkulandırabilir diye düşünüyorum. Özellikle sola yakın olan arkadaşlar, futbolu çok sevsek de bunu söyleyemedik. Ben hiçbir zaman gizli tutmadım ama ! Trabzon’u tutuyor olmam yöreyle de alakalı değil. Çünkü Hopalılar çok tutmaz. Trabzon spor’u çocukluğumdan beri destekliyor olmamın gerekçesi, en güçlülere karşı koyan hayali bir kahraman olması. Çünkü o zaman Trabzon’a kim geliyorsa herkesi yeniyordu. Çok iyi top oynuyorlardı. ‘Uy Aha’ tribünlerde çalınırsa ben çok mutlu olurum. Yeni bir şarkı yapılması gerekiyorsa bu iş için de çaba sarf ederiz.
Yetkililere sesleniyoruz; böyle güzel teklif her zaman gelmez!
Kazım KoyuncuHaydeMetropol Müzik
Cumhuriyet-18.04.2004
HATİCE TUNCER
‘Müzisyen, biraz Karadenizli ve hepsinin ötesinde devrimci…’ Karadeniz müziğine getirdiği rock yorumuyla tanınan Kazım Koyuncu kendisini böyle ifade ediyor. Yıllar önce ‘Zuğaşi Berepe-Denizin Çocukları’ grubuyla birlikte yaptığı rock tarzını Viya albümünde sürdüren Koyuncu, sahne ve albüm çalışmalarında geleneksel ezgilere doğru yöneldi. Viya’dan bu yana yeni albüm beklentisindeki dinleyicilerinin karşısına sonunda ‘Hayde’ albümüyle çıkan Koyuncu, rock ve etnik müzik sevenleri hayal kırıklığına uğratmayacak şarkılar hazırladı.
Koyuncu, Beyoğlu Metropol Müzik’ten çıkan ‘Hayde’deki tüm şarkılarda Karadeniz müziğinin geleneksel çalgıları tulum ve kemençe kullanıyor. Albümde bas ve elektrogitar, davul ve bilgisayar desteğiyle otantiğe yakın ama kulakta rock tınlayan bir ses yakalamış:
‘Zuğaşi Berepe’de daha gençtik… sadece rock müzik yapıyorduk, dil olarak Lazca’yı kullanıyorduk. Viya’da daha kendine yönelik, insanın içine doğru giden küçük denemeler vardı. Hayde’deki müzik ben ve arkadaşlarımın sahnede ve dizi filmlerden edindiğimiz deneyimlerden paylaşıp ürettiğimiz çizgi oldu. Müziğimiz hem daha modern hem daha otantik bir forma ulaştı.’
Şevval Sam’la düet
Hayde, geçen yıl bir televizyon kanalında yayınlanan ‘Gülbeyaz’ dizisinin jenerik müziği ile başlıyor ve filmdeki başrollerden birini paylaşan Şevval Sam’ın seslendirdiği ‘Ben Seni Sevduğumi’ türküsüyle devam ediyor. ‘Koyverdun Gittun Beni, Allah’undan Bulasun’ türküsünü Koyuncu ve Sam birlikte seslendiriyor:
‘Bu albümde buluşmamız, Şevval Sam’la Gülbeyaz projesinde kurduğumuz dostluğun bir devamıdır. Onu çok seviyorum, müzisyenliğine, dostluğuna inanıyorum ve katkısından dolayı teşekkür ediyorum.’ Albüme adını veren ‘Hayde’ Rize’nin Pazar İlçesinden… az bilinen bir türkü. Vokallerle zenginleştirilen elektrogitarın kendini duyurduğu parçanın arasında geleneksel hissi yaratan uzun tulum solosunu Koyuncu kendi bestelemiş. Şarkıda tulum ve elektrogitar birlikte kullanılıyor:
‘Küçük gibi duran ama bizim çok önemsediğimiz müdahaleler yaptık. Bu albümdeki 5-6 şarkının, gelecekte yapmak istediğim veya arkadaşlarımla yapacağım müzik tarzının bir işareti olduğunu söyleyebilirim.’
Karadenizliler
Karadeniz’den esintiler taşıyan ‘Asiye’, albüme hüzünlü bir hava getiriyor. Horon havalarından iki Potpori ve elektrogitar eklenmiş bir Karadeniz türküsü olan Fadime’yle Hayde , dinleyiciyi yerinden hoplatıp, horon tepmeye yönelten bir albüm niteliği kazanmış:
‘Ritmik havaları seçmem konserlerimden kaynaklandı. Ben konserlerde daha iyi şarkı söylüyorum, daha mutlu oluyorum. Stüdyoda kayıt sırasında o kadar mutlu olamıyorum. Duyguları, enerjiyi kayıtlar sırasında pek fazla hissedemiyorum. İnsanların yüzüne bakmazsam çok zor şarkı söylüyorum. Konserde çalıyormuş edasıyla çalmaya çalıştık ama bunu başarmak mümkün değil. Bu şarkıları konserlerde daha keyifli ve daha güzel çaldığımıza inanıyorum. Konserlerde seyirci de yaptığımız müziğe çok ciddi katkıda bulunmaya başlıyor.’
Geleneksele yöneldikçe Koyuncu’nun yeni çalışmalarına Karadenizlilerin ilgisi, farklı enstrümanlara karşın giderek artıyor. Karadenizlilerle ilk kez bu kadar yakınlaşan Koyuncu, henüz tam olarak amaçladıklarını yapamamış: ‘Biraz bildiğimiz şeyleri bozan, biraz statükoyu parçalayan, biraz ezberleri boşa çıkaran işler yapmayı çok istiyorum. Bunun için var gücümüzle arkadaşlarla çalışacağız.’
Sürekli Karadeniz şarkıları söylemesi durumunda kendini yineleme tehlikesine karşın Koyuncu, gelecek iki albümünde Karadeniz müziği üzerine çalışmayı sürdürmeyi planlıyor:
‘Kendi yöremi öğrenemedikten sonra yapacağım müziğin çok gerçek bir müzik olabileceğine inanmıyorum. O yüzden anonim şarkılarla daha çok işimiz var. Ama böyle gitmez biliyorum. Kendi şarkılarımı da yapıyorum zaten. Film müzikleri, içimdeki taraflardan birini ortaya çıkardı. Günün birinde bana doğru bakan eserler yapmak ve insanlarla da onu paylaşmak istiyorum.’
Müzik ateşi
Müzisyenlerin de herkes gibi para kazanarak geçimini sürdürmesi gerekiyor. Koyuncu, popülerlik kazandıkça ürettiği, ortaya koyduğu eserlerin benzerlerini para için üretme girdabına girmeyeceğini savunuyor:
‘Hayatımda ne paranın ne de başka acayip değerlerin çok fazla bir yeri oldu. Para güzel bir şey, bazen olduğunda kendimi iyi hissediyorum ama parayı hissetmiyorum. İçimdeki müzik ateşinin hiç sönmemesi için sürekli bir şeyler atmam ve bu yangını büyütmem gerekiyor. Bunun için de sadece bizim oralar yeterli gelmeyecektir. Bence bir sanatçının ya da bir şarkıcının çok cesur olması gerekiyor. Cesaretin ve çalışma arzun varsa hiçbir sorun yok… en fazla, para kazanamazsın. Bir albümün satmaz, ya da 1 milyon satar. Bunlarla ilgilenmek istemiyorum. Çok büyük bir popülaritem yok, o yüzden biz bize yetebiliyoruz. Hayde, şu ana kadar 60-70 bin sattı ama arkadaş olabileceğim bir potansiyelin varlığını biliyorum. 5 bin kişinin geldiği bir konser sonrasında şarkıcı kendini dünyanın en müthiş insanı hissediyor ve bu duyguyla baş edebilmek zordur. Geçenlerde Babylon’da konser verdik, 30 Nisan’da çok iyi ses düzeni olan Yeni Melek Gösteri Merkezi’nde konser vereceğiz. Ama Eskişehir’de düğün salonuna benzer bir yerde çıkmak da bana çok iyi geldi. Açıkhava Tiyatrosu’nda yazın bir konser yapmak çok güzel olur, ama La Bela Düğün Salonu’nda bir sendikanın etkinliğinde grubumla birlikte çıkmayı istiyorum.
Böyle davrandıkça insanlarla sevgi ilişkim daha da güçleniyor. Ama ben bir müzisyenim, ondan sonra bir Karadenizliyim ama hepsinin ötesinde bir devrimciyim. Ve gerçekten doğru bildiğim bir şeyi ortaya koymaktan çekinmem.’
KLARNET VE TULUM UYUMU
Kazım Koyuncu’nun Kemal Sahir Gürel’le birlikte, İstanbul’un yoksul semtlerinden birinde geçen, her türlü zorluğa karşın umudun şiirsel bir ifadeyle işlendiği ‘Sultan Makamı’ dizisi için yaptığı müzik de ilgiyle karşılandı. Sultan Makamı’nın jenerik müziği Hayde’de sürprizle karşımıza çıkıyor. Klarnetle başlayan şarkı, girişin ardından anonim bir Karadeniz ezgisine dönüşüyor ve tulumla kulağa hoş gelen bir müzik ortaya çıkıyor:
‘İtiraf etmeliyim… Sultan Makamı’nın jenerik müziğini yapmak için çok kısa bir zamanımız vardı. Ben klarnet solosunu ‘Denizde Kararti Var’ın girişi için çaldırmıştım. Sultan Makamı’na böyle bir giriş çok uygundu. Klarnet girişini aldım, ondan sonra filmin jenerik müziğini hazırladık. Önceki albümde de Doğu ritimleri vardı. Ben Hopa’dan 17 yaşındayken ayrıldım, ama rock müzikten, İç Anadolu’ya, İstanbul şarkılarına kadar her çeşit müziği dinledim. Kulağıma dolmuş müziklerden bağımsız bir ürün ortaya koymam mümkün değil. Sadece bir Karadeniz şarkıcısı olarak hayatta durmadığımdan, bütün bildiklerimi ve hissettiklerimi yansıtmam gerekiyordu. Klarnetle tulum çok iyi yan yana geldi ve bence bu çalışma Laz müzik tarihindeki önemli yeniliklerden biridir. Tek başıma kemençeyle ya da tulumla şarkı söyleyebilecek ne yeteneğe sahibim, ne de kendimi o kadar süzme Karadeniz müziğiyle dolu hissediyorum. Şarkıların ana melodilerine müdahale etmiyorum, sözlerini de değiştirmiyorum, ama düzenleme yaparken yeni melodiler katmaya ve yeni enstrümanlarla bir şeyler yapmaya çalışıyorum.’
Vatan-18.04.2004
Savulun uşaklar Kazım celiyur!..
Müzik dünyası geçtiğimiz günlerde yeni bir isimle tanıştı. Babylon’da bir konser veren Kazım Koyuncu Lazca rock müzik yapıyor. Gençliğinden beri müzikle uğraşan 32 yaşındaki Koyuncu, İ.Ü. Siyasal Bilgiler’den terk. Gülbeyaz ve Sultan Makamı gibi dizilerin de müziklerini hazırlayan genç şarkıcı ‘Ha uşaklar ha!’ diye horon tepen şarkıcılardan farklı bir yaşam görüşü olduğunu söylüyor.
Savulun uşaklar Kazım celiyur!..
TEK FALSOSU BURNU
Burnu dışında hiçbir falsosu yok 32 yaşındaki Kazım Koyuncu’nun. Uzun saçları ve düzgün fiziğiyle karizmatik bir Laz uşağı. Hüzünlü şarkılarına inat, bir de pür neşe ki… İki saatin nasıl geçtiğini anlamadık sayesinde…
Siz Yalın’la haşır neşir olurken sessiz sedasız patladı o… Gülbeyaz ve Sultan Makamı dizilerinin müziklerini de yapan Kazım Koyuncu, ikinci solo albümü Hayde’yle ortalığı kasıp kavuruyor. İster duyun, ister tıkayın kulaklarınızı. Hemşince, Gürcüce, Megrelce ve Lazca şarkılardan oluşan albüm, bugüne kadar dinlediğiniz Karadeniz müziklerinden çok farklı. Ben ilk kez Babylon’daki konserinde izledim onu… O güne dek adını bile duymamıştım. Teoman konserlerindeki izdihamı görünce şaşırdım haliyle. Hiçbir duyurusu yapılmadığı halde konserine bu kadar insanı toplayan adam kimdir merak ettim. Hem kendim hem de sizin için söyleştim. Beyoğlu’ndaki stüdyosuna giderken de üşenmeyip saydım müzik piyasasının nabzının attığı İstiklal’de çalan şarkıları. Zalim’den 5-1 öndeydi!.. İşte Yalın’ı alt eden(!) Laz uşağının öyküsü…
Her şey Gülbeyaz’la mı başladı?..
Çok öncesi var aslında. Amcamın yıllar önce Almanya’dan getirdiği gitarla başladı her şey. Kime getirmişti bilmiyorum ama benim ellerimle buluştu. Sonrası da geldi. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazandım. Üniversitede Türkçe sözlü rock yapan bir grubumuz vardı. Sonra Lazca sözlü rock müzik yapmak için Mehmedali Beşli’yle Zuğaşi Berepe’yi kurduk. 1998’de grup dağıldı ve 2001’de ilk solo albümüm Viya’yı çıkardım. Gülbeyaz ve Sultan Makamı çok sonra geldi ama beni büyük bir kitleyle buluşturdu.
Karadeniz müziği deyince akla ilk gelen isimler İsmail Türüt, Davut Güloğlu… Sizi niye hiç duymadık?
12 yıldır müzik yapıyorum. 1992’den beri İstanbul’dayım ve profesyonel olarak sürünüyorum!… Bahsettiğiniz isimlerle hayat duruşlarımız farklı olduğu için birçok insan adımı ilk kez duyuyor belki.
Popüler kültürden kendinizi arındırdınız yani…
İki tür hayat var. Seçim bizim… Biri meşru gibi gösteriliyor. TV’lerden bildiğimiz. Bir de herkesin göremediği hayat var. Galiba ben ikincisine ait bir hayat sürüyorum. Kendimi Tanrı gibi hissetmiyorum. İstiklal’de elimi kolumu sallaya sallaya dolaşabiliyorum. Sokaktaki hayatın tadını çıkarıyorum. Gerçek olanın yani.
Karadeniz müziği deyince belli bir melodi geliyor akla ve tek kare beliriyor insanın gözünde, ‘Ha uşşşşaklar ha!’ diye horon tepen gruplar… Sizin şarkılarınızdaki resim ise çok başka.
Piyasa diye tabir edilen Karadeniz albümlerinden bahsediyorsunuz. Maalesef yıllarca işin kolayına kaçıldı. Satan bir şey tekrarlanıyor ve müzik kangren oluyor. Bir de işin sosyolojik boyutu var. Karadeniz son 20 yıldır politikacıları, işadamları ve mafyalarıyla gündemde. Hem Karadeniz’de hem de Türkiye’de bunlarla müzik de iç içe geçti. Bu dünyanın başka hiçbir yerinde görülmemiş bir durum… Mafya babaları sırf yakışıklı diye birine albüm yapabilir. Popüler isimlerin de bu çarkın içinde yer alması müziği yozlaştırıyor.
O ünlü isimler Karadeniz müziğini yozlaştırıyor mu diyorsunuz?
İstedikleri zaman türküleri en otantik haliyle söyleyebiliyorlar aslında. Benim onaylamadığım bir şey olsa da İsmail Türüt’ün repertuarı göz ardı edilemez. Davut Güloğlu’nun Nurcanım şarkısı da iyi. Tek şarkı ama… Gerçekte Karadeniz müziği hoplayıp zıplamaktan ibaret değil ki.
Albümünüzden belli. Hüzün var, çokça da aşk. Beni de oradan tavladınız ya. Çoğunun sözlerini anlamasam da müziğin evrenselliği bu işte dedim dinleyince. Yurtdışına açılmayı düşünmez misiniz?
En büyük hayalim. Fransa, ABD ve İngiltere’de konserler vermek isterim. Ama Batı’nın etnik müziğe bakışını sevmiyorum. Ezilmiş, sinmiş/sindirilmiş bir azınlığın son çırpınışları olarak görüyorlar etnik müziği. Bu bakışı değiştirebileceksem gitmeliyim. Tulum mesela bizde var onlarda yok. Gitar bizde de var onlarda da. ABD’ye ‘Benim gitaristim senin gitaristini döver’ diyebilirsem gitmeliyim.
Bari albümü yurtdışına pazarlayın.
Gürcistan’da yayınlamayı çok istiyorum. Ne var ki parasız halk. Birbirlerinin CD’sinden çekerek müzik dinleyebiliyorlar. Sadece benim çabam yetmiyor ki. Sponsor bulursam öncelikli hedefim albümü Gürcistan’da yayınlamak.
Albümdeki iki şarkıyı Şevval Sam söylüyor. Ondaki yeteneği siz mi keşfettiniz?..
Şevval uzun zamandır bir albüm yapmak istiyordu. Biraz benim de günahım var ki gecikti. O doğuştan yetenekli. Çok güzel besteleri var. Türkiye’nin en iyi kadın seslerinden biri. Ama dinleyiciyle buluşması benim albüme kısmet oldu. Bundan sonra da birlikte çalışabiliriz. Ama onun dostluğu benim için her şeyden önemli.
Klip ne zaman geliyor; hangi şarkıya klip yaptınız?
Mayıs’ta. Benim gönlümde bir şarkı var ama dinleyicinin isteği daha önemli. İnternet sitesinde bir anket yapıyoruz. Ona göre çekeceğiz.
Peki ilk konser?
30 Nisan’da Yeni Melek’teyiz. Sonra Türkiye turnesi başlıyor. Önce Güneydoğu turu yapacağız.
Niye Karadeniz değil?
Karadeniz doğduğum yer, şüphesiz ölünce de gömüleceğim. Ama turneye Diyarbakır’dan başlayacağız. Diyarbakır’da daha önce çok keyifli konserler vermiştim. Yeri geldi, beni Karadenizliler’den daha fazla sahiplendiler. Önemli bir başlangıç noktası benim için. Karadeniz’i geciktirme nedenim biraz da tedarikli olma ihtiyacımdan kaynaklanıyor. Onlardan bir şey kaçmaz çünkü. Kendi kültüründen bir şeyle karşılaşmazsa kızar Karadenizli. Biriktirip öyle gitmek gerek.
Ya bundan sonra?..
Güzel şeyler düşünüyorum. Dev bir orkestra gibi. Şu anda 6 kişiyiz. Bas, davul, elektro gitar, tulum ve Karadeniz müziğinde olmayan klarnet var. Keman, garman, saksafon olsa fena mı olur yani. Altı vokal mesela üç kız, üç erkek… çok sesli senfoni orkestrasıyla bu şarkıları sahneye koyabilmek istiyorum.
Hımmm… Kulağa hoş geliyor.
Evet ama biraz para kazanmalıyım. Yeterli parayı tedarik etmek için de saçma sapan işler yapmak gerekebiliyor bazen.
Albüm satışları umut veriyor mu?
İlk hedef 100 bindi. Şuan 60 bindeyiz. Sanıyorum. Sene sonuna kadar 250 bini yakalarsak çok özel bir şey olur.
Aileniz bu çıkışı nasıl değerlendiriyor?
Babam kaymakam olmamı çok isterdi. Ama şimdi vali bile olsam şuandaki kadar gurur duyacaklarını sanmıyorum.
Saçlarınız, giyim kuşamınızla bir Karadenizli gibi durmuyorsunuz. Bu yüzden hemşehrilerinizden hiç tepki aldınız mı?
Bizim oralarda (Hopa) daha açık görüşlüdür insanlar. Zaten uzun zamandır İstanbul’dayım. Hiç sorun olmadı saçlarım.
Şiveniz de kaymıyor. Özellikle mi dikkat ediyorsunuz?
Babamın ana dili Lazca ama çok kitap okudum ben. Onun etkisi vardır mutlaka.
Hangi takımı tutuyorsunuz diye sormama gerek var mı?
Trabzonspor’luyum ama bunun Lazlığımla ya da Karadenizliliğimle pek ilgisi yok. Ben hikayesine vurgunum bu takımın. Statükoyu yerle bir eden bir futbol hareketi var Trabzonspor’da. Çünkü o zamanlar Trabzon’a kim geliyorsa yeniyordu. Yöresel hikayesinin ötesinde Türkiye’deki futbolun önemli bir enstrümanıdır Trabzonspor.
Dizilere şarkı yapıyorsunuz, takımınıza da yapmayı düşünmediniz mi?
Aslında ‘uy Aha’ şarkısı tam da futbol şarkısı. Penaltı pozisyonlarına çok uygun bir nida. Trabzonspor Kulübü’yle görüşmelerimiz sürüyor. Uy Aha tribünlerde çalınırsa ben çok mutlu olurum.
Ebru DREW Kırmızı
O bize denizin armağanıydı… 1993 yılında “Denizin Çocukları” ile çıktığı müzik yolculuğuna“VİYA!” diyerek devam eden, son albümü “HAYDE” ile geniş dinleyici kitlesine ulaşan Kazım Koyuncu, İstanbul ulaşımı konusunda da son derece duyarlıydı.
“Raylı sistem daha insancıl”
Röportaj ve fotoğraflar: Filiz Acar, Fatih Sultan Kar, Yakup Ali Turan
Genç müzisyen, 2004 yılının Aralık ayında İETT Genel Müdürlüğü tarihi Metrohan birasının hemen yakınında bulunan kendisine ait ZB Müzik stüdyolarında bizi ağırlamıştı. Konukları İETT’li olunca Koyuncu’nun sohbeti de İstanbul ve ulaşım üzerine yoğunlaşmıştı.
Söze İstanbul’la başlarsak… Bu şehirle tanışıklığınız hangi yıla rastlar?
“1989 yılına. İstanbul için konuşunca… Hayatımın 17 yaşından bu yana olan kısmını konuşmuş oluruz. Memleketteyken, İstanbul benim için -çocukluğumdan lise bitene kadar- illa gitmem gereken, yaşamam gereken bir yer olgusu halindeydi. Okuduğum kitaplar… Hepsinde bir hayat var ya, bazen kendini bir kahramanla özdeşleştiriyorsun. Bütün bunların bir tek İstanbul’da yaşanabileceğini hissettiriyor. O yüzden korkunç bir İstanbul gerçeği vardı. Üniversite tamamen bir bahaneydi aslında. İstanbul’da bir üniversiteyi kazanmam lazımdı. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni çok az bir puanla kaçırmıştım. En büyük şanslarımdan biri oldu bu. Çok şanslı bir insan değilim ama… İyi ki orayı kazanmamışım. Yoksa İzmir’de olmak durumunda kalacaktım. İzmir de güzel bir şehrimiz ama sonuçta İstanbul çok acayip bir yer.”
Yurt dışında konserler vermiş bir sanatçı olarak İstanbul’u dünyanın diğer metropolleri
karşılaştırmanızı istesek bize ne söyleyebilirsiniz?
“1993 yılında yurt dışına gitmeyi de başardım. Müzik ve konserler dolayısıyla Avrupa’da çok yere gittim, fakat her türden kötülüğüne rağmen İstanbul çok bambaşka bir yer. Aslında kötü olan İstanbul değil, bizlerin yaptığı kötülükler bunlar. Bir şehir bu kadar ayakta kalabilir bu kadar yük taşıyabilir. Bu anlamda; olumlu olumsuz her yönüyle İstanbul bambaşka bir şehir. Yirmi dört saat sürekli içinde olabileceğin, olurken korkabileceğin, korkarken aşık olabileceğin, ayağın kayıp düşüp ölebileceğin acayip bir şehir İstanbul ve sanırım dünyada pek fazla bir benzeri de yoktur.Yurt dışına gittiğim zaman bir hafta kafamı dinliyorum, rahatlıyorum. Oh dünya varmış diyorum. Çünkü İstanbul çok şiddetli bir yer. İçinde çok fazla şiddet barındıran bir şehir. Bir hafta sonra özlem başlıyor.”
Arıyorsunuz yani…
“E tabii. Buradaki saçmalıkları, o hengameyi., güzellikleri arıyor insan…Boğazdan geçince bir şeyler oluyor. Çok fazla anlatılamaz. Şairler anlatıyor, şarkılar söylüyor. İstanbul’a dair duyguları anlatmaya şiirler, şarkılar bile yetersiz kalıyor.”
Beyoğlu’nda yaşayan bir sanatçı gözüyle İstiklal Caddesine bakışınız?…
“1992 yılında Tarlabaşı’na yerleştim. Ondan sonra bir daha çıkamadım buradan. Her şey Taksim’de. İstanbul’a ilk geldiğimizde otobüslerin hayatımızdaki yeri çok önemliydi tabii. Şimdi metro var. Metroya biniyorum. 1989’da geldiğimde İstiklal’e film izlemeye çıkmıştık arkadaşlarla. O zaman köyden gelmişiz böyle cahil cühela çocuklar. İstiklal Caddesinden otobüsler geçiyordu. Tam son yıllarına denk düşmüştü. Tramvay için çalışmalar yeni başlamıştı. Daha sonra otobüsler kaldırıldı ama o hengameye bir ya da iki kere şahit olmak hoşuma gitmişti. Acayip bir şeydi. O gün bugündür kopamadık bu tarihi bölgeden. Bir yıl önce de Tünel, Asmalımescit, Galata Mevlevihanesi ve Metrohan’ın hemen yanı başında Stüdyo ZB’yi açtık. Açmamızdaki ana sebep, müziği kendi stüdyomuzda yapmaktı.”
İstanbul ve trafik konusuna gelirsek…
Belediyeler, sivil öğeler taşıyan bir oluşum. O sivillik her zaman daha saygı duyulmasını gerektiriyor. Bürokrasiden daha yakın ve sempatik buluyorum. En azından insanı korkutmayan bir şey.
Toplu taşımanın insanların hayatını kolaylaştıran bir önemi yok sadece benim fikrimde. Raylı sistem, otobüsler, toplu taşıma… Aynı zamanda bir hayata yaklaşım biçimi. O yüzden belediyeler de insanların yararına iş yapacağı – yapması gerektiği – için bu sistemi çok daha iyi geliştirmek, üstüne vurgu yapmak durumundalar. Modern şehirlerde insanların yan yana durmasını sağlayan sosyal bir faaliyet, gelecekte toplu taşımacılığın önemi daha da artacak, çünkü hayat başka bir seçenek bırakmıyor. Herkesin arabasının olmasının sebebi herkesin çok para kazanması değil. Bu modern dünyanın ulaştığı tuhaf bir hale dönüştü artık. Bu noktada toplu taşıma çok doğru ve şirin bir şeydir. Özellikle raylı sistem, insanların daha sosyal, birbirlerini görebildikleri, gözlerine bakabildikleri, bazen kokan nefeslerini duyabildikleri ve aslında yaşadıklarını hissettikleri bir şey halinde. Umarım daha iyi seviyeye gelecektir. Özellikle raylı sistemi çok önemsiyorum, çünkü modern hayat insanları yalnızlaştırıyor.
Kazım Koyuncu ile sohbetimizin sonunda yazıyı fotoğraflarla süslemek istediğimizi belirttik. Bize, bir hafta sonra gitarıyla nostaljik tramvayda poz verebileceğini söyledi. “Ben de daha fiyakalı giyinirim” demişti. Sözleştiğimiz tarihte kendisini aradığımızda; hasta olduğunu söyledi. İstanbul sevdalısı genç sanatçı ne yazık ki kanserdi. 25 Haziran 2005’de de aramızdan ayrıldı. Binlerce seveni kendisini İstanbul’dan Hopa’ya uğurladı. Yaptığımız bu söyleşi de belleğimizde hoş bir seda olarak kaldı.
Denizde Kararti Var
Kazım Koyuncu, laz müziğinin genç soluğu, haşarı çocuğu, dinmek bilmeyen türkülerin laz nakaratı, Trabzonspor sevdalısı delişmen, bu kez hastalığıyla uğraşıyordu. Hınzır hınzır gülerek…
ÖZEL RÖPORTAJ / HAKAN DİLEK
Genç ömrüne sığdırdığın onca şeye karşın bir illet yapıştı yakamıza..
İllet deme illet deme…
Tamam tamam ama Trabzonspor diyeceğim, şut diyeceğim, ceza sahası diyeceğim..
Ben de sana bacakarası atacağım -gülüyor-
Hemen boşa çıkarım…
Beni en iyi yerimden yakaladın kardeşim. Bir kere Trabzonspor deyince durur akan sular. Bak yine heyecanlandım. Bir Trabzonspor marşı yazmak, müziklemek istiyordum, o da “sanculu kunlerume” rastgeldi.
Lehçesi laz nakaratı bir futbol muhabbete girelim istiyorum Kazım..
Girelim bakalım ceza sahasına kıvrak çalımlarla.
Kıvraklık senin dilinde, müziğinde..
E futbol da bir çeşit müzik değil midir bizim için? Sen Ali Kemal için “Horon Oynar Gibi Çalım Atıyor” diye yazmıştın. Liverpool maçıydı değil mi?
Evet. 1975’te Liverpool’u 1-0 yendiğimiz maçta bekin karşısında horon oynamıştı ellerini kaldırıp…
Hah, tam da böyle bir şey futbol bizim için. Çıkacaksın sahaya ne kadar bize özgü fiziki durum varsa o maçın realitesi o olacak.
Peki sonuç?
Sonuç önemli mi kardeşim? Volkan geçen hafta senle yaptığı söyleşide “topun çizgiyi geçmesinden daha başka bir şeydir futbol benim için” demişti. Tam da böyledir. Top çizgiyi geçse ne olur, geçmese ne olur? Sen neyin varsa ortaya koyuyorsun. Horonun güzeliği, dağların soluğu devreye girer lazlar futbol oynamaya başladığında.
Bu Trabzon’a özgü bir şey mi?
Evet. Bakın Barcelona için neler söyleniyor. Eğer bir bölgeyi bir coğrafyayı temsil etmek ve onun özelliklerini taşımaksa bir futbol takımına düşen, bunun Türkiye’deki adı Trabzonspor’dur. Bu takımın bütün tartışmaların dışında bir havası, bir başkalığı vardır. Öteki takımların da vardır ama Trabzon bir başkadır. İnatçılığımız, oyunu çirkinleştirmeden futbol oynama isteğimiz tamamen bölgenin yöresel özelliklerine hizmet etmiştir. Ya da etmelidir.
Trabzon deyince bir başka oluyorsun?
İşte o başkalığımızdır Trabzon bizim. En neşeli, en hüzünlü, en duyarlı en vurdumduymaz, en hızlı, en ağır, en çabuk en acelesiz yanımızdır Trabzonspor. Bu sene olmadı bir dahaki sene kesin şampiyonuz. Ben göremem ama…
Görürsün görürsün hastalık nedir ki? Şölen yeri olsun konserimiz…
Hee nedir ki? Ha konser ha kanser -gülüyor-
Sakatlık topçunun en son düşüneceği şeydir. Hastalık da bizim için öyle olsun.
Beni de müziğin futbolcusu say. Say ki içimin bayrakları havalansın. Şöyle güzel bir çalım, iyi bir pas ceza alanının dışından, Trabzonspor’a puan kazandıracak bir gol şutu için nelerimi vermezdim ki?
Nelerini verirdin diye sorayım o zaman?
Notalarımı, parmak uçlarımdan akıp giden zamanı, yüreğimi ortaya koyardım… Trabzonsporlu topçuların da öyle olmasını istiyorum.
Şöyle bir şeyler söylemiştin bir konserinin başında; Vigzartu, e ho, a gunze gzaşi cin cevorertu. Aynen şöyle demekti; “Denizin Çocukları” hoş geldiniz!.. Nasıl etkilenmiştim bilemezsin. Gurbetteydim ve bize “Denizin Çocukları” diye seslenen bir genç vardı sahnede…
Evet Zuğaşi Berepe yani Denizin Çocukları. Taraftarları, sevenleri çok oldu o gurubun. Sözleri senin deyiminle lehçesi lazca şarkılar yazdık. Bir denemeydi, güzeldi, geldi geçti.
Yapma şimdi gelip geçmez… Sonra da devam etmiştin: “Hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar’a, ateş hırsızlarına, Ernesto ‘Çe’ Guevara’ya, yollara -yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz… Her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.” Çok etkiliydi…
Ben yüreğimden geçenlere bir biçim vermeye çalışıyordum şu çok bilmiş dünyada. Çocukluğumu özlüyordum belki. Karadeniz en talihsiz, en kötü kullanılan bölgelerden biridir Türkiye’de. O kadar ilginç hikayeler vardır ki orada. Bu da müziğimi belirledi giderek.
Yeniden topa girelim mi?
E mecal mi bıraktın bizde? Koşacak halimiz mi var?
Sen de göz presi yaparak oynarsın o zaman…
-gülüyor-
Hep adına Efsane denilecek bir durumdur Trabzonspor. Örneğin hemen aklımıza dükalığın soluğunu kestiği zamanlar geliyor… Necmiler, Ali Kemaller, Şenollar…
Cemiller, Hüseyinler, Bekirler, Necatiler… Çok iyi takımdı çok. Öylesi bir daha gelmez. Gerçi şimdi de iyi takım olduk. Şenol hoca var artık. Ona çok güveniyorum.
Biz de sana güzel kardeşim biz de sana… 27 Haziran’da hepimiz Harbiye’de Hey Gidi Karadeniz konserinde olacağız Kazım için…
Ama görünen o ki “Denizde Kararti Var”…
Efsane kadro
Şenol
Necati -Takoz Cemil- Kadir
Gökdeniz -Serdar -Hüseyin -Çaycı Ahmet- Ali Kemal
Hüseyin -Fatih- Necmi
Mart 2004’te –yani ölümünden 15 ay önce– Trabzonspor Dergisi muhabiri Aytekin Akay’a verdiği röportaj..
Nur içinde yat Kazım Abi..
KAZIM KOYUNCU: “GÜÇLÜLER’ İN İKTİDARINA KARŞI HAYDE TRABZONSPOR’A“
“Trabzonspor’u tutmak sadece o yörenin çocuğu olmakla açıklanabilecek milliyetçi bir davranış değildir. Benim için Trabzonspor, en güçlülere karşı koyan ve herkesi yenen hayali kahramandı. Öyle bir kahramandı ki statükoyu bile devirmişti.”
İşte böyle diyor Kazım Koyuncu…1992 yılında Mehmet Ali Beşli ile kurdukları dünyanın ilk Laz Rock grubu “Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) ile tanıdık O’nu… İstanbul Siyasal’dan siyasi nedenlerle ayrılan Kazım için 90’ lı yılların ortasında yol, müzik yoludur, tabii bir de Trabzonspor vardır hayatında… Üç İstanbul takımının iktidarıyla kafasını bozmuş çoğu insana inat Trabzonspor’u hep içinde taşır Kazım… O herkes gibi sonuçlarla yaşayan biri olmasa da, sonuç da bekler tuttuğu takımdan. Her yıl, “Artık bu yıl şampiyonuz” diye düşünür. Çünkü O’na göre Trabzonspor’da oynayan her futbolcu, ‘şampiyon olacak takımın futbolcusu’ psikolojisiyle sahaya çıkmalı. fiampiyonluğa inanmayanın, halkını, taraftarını da inandıramayacağını hatırlatan Koyuncu, “Hiç kimse boşuna Trabzonspor’un şampiyon olup olmamasını tartışmasın. Mazimiz her şeyi tüm çıplaklığıyla yüzümüze vuruyor.” şeklinde konuşuyor. Tünel’deki ZB stüdyolarında bizi ağırlayan Kazım Koyuncu, “Siz bulmasaydınız ben bulacaktım sizi” demesi ve derginin her sayısını takip etmesi “Trabzonsporlu sanatçı duyarlılığı” olsa gerek. Futbolu O’na iki isim sevdirdi: Trabzonspor ve Armando Dieogo Maradona…Trabzonspor’u da Maradona’yı da aynı nedenlerle seviyor; iktidarın iktidarlarını yıkan ve farklılığı getiren eylemleri… Karadeniz müziğine getirdiği yeniliklerle Türkiye’ye malolan Koyuncu, yakın bir zamanda Trabzonspor gibi Avrupa sahalarında boy gösterecek. Tulumuyla, gitarıyla, Trabzonsporluluğuyla…
– Trabzonsporluluğunuz, yöresel bir takım nedenlere mi dayanıyor?
– Hayır, sadece bununla açıklanamaz. Trabzonspor’un bendeki ifadesi, statükonun karşısında yer alması, statükoyu parçalaması, güçlülere karşı güçsüzlerin var olduğunu ve onların da bir şeyler yapabileceğini göstermesidir. Trabzonspor, sadece bir yöre takımı olarak ben de ifade bulmuş olsaydı, bu lokal bir şey olurdu ve de çok doğru temellere oturmamış olurdu. Oysa Trabzonspor, sadece Trabzon’ u değil tüm Karadeniz’i aşmış bir olgu. Evrensel değerlere sahip olan benim için de Trabzonspor, Türk futbolunun en evrensel değeri ve en önemli unsurudur.
– Siz Karadenizli ve Laz bir sanatçısınız ama sizi Urfalı da dinliyor, Muğlalı da...
– Karadenizli dışında çok sayıda dinleyici kitlem var ve sık sık onlarla konserlerde buluşuyoruz. Urfalı, Diyarbakırlı, Mardinli o kadar fazla Trabzonspor taraftarı var ki, bu memleketlilikle açıklanabilecek bir olgu değil. Aslına bakarsanız, yoksulların, ezilenlerin, “farklı olanların” var olduğu ve birbirleriyle dayanışma içinde olacağı duygusunu ifade ediyor. “İnsan neden Diyarbakır’dan Trabzonspor’u tutar?” diye bir soru sorulduğunda, “Güçlülere karşı direnen ve statükoya hayır diyen anlayış nedeniyle” cevabını buluyorum.
– Trabzonspor, sizin söylediğiniz anlamda hala “güçsüz”lerin yanında bir felsefeye mi sahip; yoksa o da “güçlüler”in kıyısına çoktan geçti mi?
– Sorunun düğümlendiği yer burası işte. Kendine has yapısından dolayı Trabzonspor var oldu. fiimdi modern zamanların birtakım ilişkilerini yaşıyoruz. Trabzonspor, modern zamanların kendine dayattığı ilişkilere girdiği andan itibaren çöküşü de başladı. Biz, varlığımızı anlamlandıran değerlerimizi unutmaya başladıkça ne anlama geldiğimiz de anlaşılmıyor. Eğer kendimizi üç büyük kulübün yanında dördüncü kulüp olarak adlandıracaksak, alınacak şampiyonlukların da bir anlamı olmayacak. Oysa kazanacağımız şampiyonluklar, tıpkı eskisi gibi oynanan futbol, kazanma hırsı, diğerlerinden farklılığımızı ortaya koyacak. Trabzonspor olarak, o eski değerlerimizin peşinden koşmalıyız.
– Sevgili Kazım, Zuğaşi Berepe’de farklı bir müzik ve farklı bir Kazım Koyuncu vardı, şimdi ise daha farklı bir Kazım Koyuncu var. Tıpkı Trabzonspor’un 70’ li yıllardaki Trabzonspor olmadığı gibi…
– Evet ancak, ben çok farklı bir hayat yaşıyorum. Her ne kadar eskiye göre daha popüler biri olsam da, popülaritenin getirdiği yaşam biçimini hayatıma sokmadım ve hayatımın sonuna kadar da sokmayacağım. Televizyonlarda görünür olmaktan gurur duyan bir insan değilim ve asla da bununla gururlanmam. Eski arkadaşlıklarım, dostluklarım sürüyor. Hakkını vererek müzik yapmak, doğru bildiğim ne varsa peşinden gitmek benim için çok önemli. Değişen ne? Eskiden 10 bin satıyordu albümlerim, şimdi 100 bin satıyor. Hayatım daha da zorlaşmıştır; Trabzonspor gibi. Ben kendimle ilgili bir takım seçenekler koyabiliyorum, Trabzonspor da son bir yıldır bu seçenekleri koymaya başladı. Ben de farklıyım Trabzonspor da farklı. Albümüm 1 milyon da satsa kimse beni albümü 1 milyon satan diğer şarkıcılarla aynı kefeye koymayacaktır.
– Değişime kayıtsız kalmayalım ancak değişirken de başkası olmayalım. “Kendimiz olarak – kalarak nasıl değişebiliriz?”i tartışalım…
– Değişirken, eskiye dair olan her şeyin bir kısmını da ortaya çıkartmak gerekiyor. Trabzonspor, Türkiye’de sürekli şampiyon olanlar dışında olan her şeyi temsil etmeli. Bendeki Trabzonspor sadece futbolu temsil etmiyor, zaten etmemeli de… Yöneticilerden, futbolculardan, sizden daha çok başka insanların hayatlarını etkileyen bir olgu. Mesela bununla ilgili büyük sorumluluk taşıdığımı düşünüyorum.
– Hissettiğiniz sorumluluğu tam olarak nasıl açıklarsınız?
– Bir sanatçının çok sevildiğini bildiği noktada ürününü koruma güdüsü onun için beladır. Hani, bir albüm yaptım çok sevildi, bunu koruyayım, onu devam ettireyim güdüsü…Etliye sütlüye dokunmama gibi kaygılar da taşır böyle sanatçılar. Sanatçının kişiliğini bitirmeye doğru giden yoldur bu ve ben de karşılaşıyorum böyle hallerle. 2 bin kişinin alkışını aldıktan sonra, “Ben ne kadar müthiş bir adamım” duygusuna kapılıyorum…Ve bu saatten sonra da kendime çekidüzen vermek için mücadeleye girişiyorum. Bireysel olarak böyle düşünüyorum. Konu Trabzonspor olunca, mesela, orada oynayan futbolcuların kendini çok özel hissetmesi ve insanlara bir şeyler vermek zorunda olduklarını bilmeleri gerekir. Bu duygu saf bir duygu olabilir ama böyle düşünüyorum.
– Bir yerde, “Hopa da Trabzonspor’u tutmazlar” dediniz. Neden Hopalılar Trabzonspor’u tutmaz?
– Açıkçası Hopa da Lazlar daha çok Fenerbahçe’ yi tutar. Benim ailemdeki herkes de Fenerbahçeli’dir. Normal olan benim de Fenerbahçeli olmamdır ancak kafayı biraz kaldırdığımda, biraz farklı olduğumu hissettiğim anda farklı olanla buluşabildim. Farklı olan Trabzonspor’du. Mesela kazara Fenerbahçeli olsaydım hayatımda futbolun bu kadar yeri olmazdı; en fazla arada bir Fenerbahçe maçlarının özet görüntülerini izlerdim; futbolun bende bir karşılığı olmayabilirdi.
– Türkiye’de size futbolu, futbol ötesi yaşatan takım Trabzonspor, ya yurt dışında?
– İngiltere’de Liverpool ’u, renk ve karakter benzerliğimizden dolayı da Barcelona’yı çok fazla seviyor ve tutuyorum.
– Sevgili Kazım, ünlü ve popüler bir sanatçısın. Popüler olan insanların eski takımlarını bırakıp popüler takımları tuttuğuna şahit olduk…
– Bazen, “Aaa Trabzonspor’u mu tutuyorsun?” diyenler var; şaşırıyorlar yani. Eee, “Ne var diyorum?” ben de…
– Albümünüz 10 bin satarken Trabzonspor’u tutmak normal gibi görülüyor. Çünkü böyle düşünen insanlar, “Trabzonspor, albümü 10 bin satan bilmem kaçıncı sınıf sanatçıların takımı” diye düşünüyor…
– Hayatta doğru bildiğim şeyleri şüphesiz soru işaretiyle algılamışımdır ancak o soru işareti kalktığı yerde de o doğruları sonuna kadar savunmuşumdur. Trabzonsporlu olmakla kendimi ayrıcalıklı ve farklı hissediyorum. İlla bir futbol takımının peşinden gidilecekse bu takım bana göre Trabzonspor’dur. Bir futbol hareketi olarak Trabzonspor’u desteklemek de bana göre ayrıcalıklı ve elitist bir durumdur.
– Trabzonspor da Kazım Koyuncu da Karadeniz’ den yola çıktı; ulusal bir müzisyen oldu…
– Karadenizli insanlarla müzik ya da konser noktasında tam bir tanışma sağlamamışken beni Türkiye’nin diğer yörelerinden insanlar dinliyordu. Dört Diyarbakır konserim var, Tunceli’ ye gittim. Yine bu ay içinde Doğu-Güneydoğu turnem var. Trabzonspor da ben de Karadeniz’den yola çıktık ama nereden yola çıktığı kadar nereye ulaştığı da çok önemlidir. Biz büyümek zorundayız ve herkesle bir şeyleri paylaşmak zorundayız. Karadenizliler, evrensel değerleri üst noktalarda olan topluluklardır. Gerek Trabzonspor, gerekse bizim gibi sanatçıların yaptığı iş bunu daha iyi gösteriyor.
– “Zuğaşi Berepe”, “Dinmeyen”, “Viya” derken şimdi de Hayde… O eski radikal söylemi hafiflettiniz…
– Yoo, radikal söylem yerinde duruyor aslında, ancak arayışlarım var. Zuğaşi Berepe’yla yaptığımız Karadeniz müziğinden ziyade rock müzikti. Lazca’yı kullanmamız, bu dilin yok olmamasını istememekti. Rock, özgün-rock karışımı müzikler, hatta son 5-6 yıldır elektronik müziklerle de uğraştım. Tüm etnik müziklere karşı duyarlılığım var; Karadeniz müziğini de yeni yeni öğrendiğimi düşünmüyorum. Hayde, biraz daha olgunlaşmış Karadeniz müziğiyle batı müziği konsepti diye düşünüyorum. Ama hayatımın sonuna kadar da Karadeniz müziği yapacağım diye bir kuralı da kabul edemem. “Zuğaşi Berepe” daha çok rock, “Dinmeyen” özgün müzik, “Viya” ne olduğu tam belli olmayan işaret veren bir albümdü. fiunu belirteyim, idealimdeki sounda yaklaşmak için epey daha sürem var.-
Volkan Konak’ın müziğinde de sizin müziğinizde de Karadeniz’de olmayan pek çok çalgıya rastlayabiliyoruz…
– Karadeniz türkülerine elektrik gitar, bas gitar sokan bir insanım. Karadeniz müziğini yozlaştırdığım noktasında eleştiriler gelebilir. Ama o enstrümanları müziğime sokmak için yırtınıyorum. Emek verilsin Karadeniz müziğiyle caz yapılsın. Ama lütfen emek verilsin.
– Şu an ünlü biriyle konuşuyorum. Sizin gibi ünlü olamayacağım nasıl olsa, hiç olmazsa ünlü olmanın hayatınıza getirdiklerini anlatın da kendimizi teselli edelim?
– Çok ünlü olduğumu düşünmüyorum. Ancak, çok ünlü olduğunu düşünen ve de onları çok sevdiğini sanan binlerce insan var. Bu sevginin yalan olduğunu düşünüyorum. Beni seven çok insan var ve sadece o sevgiye inanıyorum. Neden inanıyorum? Çünkü, beni televizyonlarda görmeden, sadece yaptığım marjinal albümlerle seven insanlar bunlar. Beni sevenler, elbette televizyona çıkmamı istiyorlar ancak saçma sapan yerlerde de görmek istemiyorlar. Müzik yapıyorum ve yaptığım müzik sadece şarkı söylemek değil. Hayat dışarıdan bakıldığında çok karmaşık, çok yoğun ama bu hayatı seviyorum çünkü çok sevdiğim bir şey yapıyorum, müzik yapıyorum.
– Çevreniz genişledi, zaten gazeteciler ve televizyonlar da buraya akın ediyor…
– Çok açık söylüyorum, bunu birileri yanlış da anlayabilir, hep müzikle, konserlerle, dizi ve film müzikleriyle anılmak isterim. Üretmek istiyorum.
– Müziğinize etnik müzik desek, sanatınızı sınırlandırmış olacağız gibi geliyor bana…
– Aslında ne isim vereceğimi ben de bilmiyorum ancak “Hayde”yle birlikte esas yapmak istediğim müzik noktasına yaklaştım. O da, Tiflis’ten Trabzon’a bir hat izlemekti. Gürcistan’a gittim, orada çok değerli sanatçılar ve eserler var. Beri tarafta Trabzon ve civarında su yüzüne çıkması gereken öyle değerli eserler çıktı ki karşıma. Yani yeni çizgimizi, Tiflis-Trabzon konsepti olarak adlandırabiliriz. Bundan sonra, bütün dünyaya hitap eden Karadeniz ve modern müzik anlayışını bir araya getirme niyetindeyim.
– Statükoyu, ayrıcalığı kabul etmeyen, özgürlük düşkünü pek çok kişi ya futbolu hiç sevmiyor; sevenler de Trabzonspor’un kazanmasını istiyor…
– Futbola karşı durup da, futbol sevgisi üst düzeyde olan çok solcu, demokrat, aydın insanlar tanıyorum. Onların birçoğu futbol sevgisini söyleyememiştir. Aslında futbol, dünyanın en kolektif toplu hareket ve eğlence biçimidir. Ancak hangi güçlerin elinde olduğu çok önemlidir. Ve bugün de kötü niyetli kişilerin elinde olduğundan, futbol zarardır… Futbol üstünden siyaset yapanlar, ihaleler alanlar, inşaatlar yapanlar varsa, futbol içinde çok günah barındıran bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Bunlara rağmen futbolu çok seviyorum ve Trabzonspor’u tutuyorum.
– Duruşunuza uygun bir de Türk futbolu ve futbolcusu yorumu dinleyelim mi sizden?
– Türk futbolunda parlak, farklı futbolcu pek yok. Maç sonunda bir sürü konuşmalar yapıyor ya futbolcular, “Ulan” diyorum, ben bu adamların konuşmalarını nasıl dinliyorum? Klişesiz, anlamsız, zekadan eser taşımayan konuşmalar… Yurtdışında arada farklı portrelerle, olaylara karşılaşırsınız. Mesela Maradona, futbolu sevmemde en önemli etkisi olan adamdır. Sadece büyük futbolcu olduğu için değil, o uçarı hali, yenilse bile dimdik ayakta kalabilmesi ve hala sevilmesi, özgürlükçü hali beni futbola çekmiştir.
– Trabzonspor’un şampiyon olması mı, şampiyon olma konusunda gösterdiği çaba mı daha önemli?
– Bu kadar konuşmadan sonra, şampiyon olma konusunda gösterdiği çaba demem lazım ancak şampiyon olmalıyız. Burada, belki ilk kez “sonuç”tan yana olacağım ama şampiyonluğa ihtiyaç var. Böyle bir mazi, böyle bir tarih bunu hak ediyor. Türkiye’de Trabzonspor, Almanya’da St.Pauli. Bu tür takımlar liglerinde şampiyon olmalı.
– Neden St. Pauli?
– Çok aykırı bir takım. fiimdi ikinci ligdeler, tribünlerinde diğer takımların tribünlerinde göremeyeceğiniz insanlara ve daha başka farklılıklara rastlarsınız.
– Trabzonspor takımı karşınızda olsa neler söylerdiniz onlara?
– Bir kere her sene şampiyonluğa oynayan bir takımın oyuncusu olarak sahaya çıkmalarını isterdim ki o seneyi sondan beşinci bitirseler bile. Mazimiz bunu hak ediyor.
– Müzisyen Kazım Koyuncu’nun müzik yolculuğu soluksuz sürecek mi?
– Tasarladığım iki albüm daha var. Belki arada extra bir albüm daha yapabilirim. Bir de kendime yaptığım eserler var. Onları internet siteme döküp yayınlamak istiyorum. Müzik dışında ise, Türkiye’de yaşadığım konser çoşkusunu yurt dışında da yaşamak istiyorum. Bu sene sonunda kendi şarkılarımı, Amerika, Fransa, İngiltere, Almanya, Gürcistan gibi ülkelerde söylemek istiyorum. Karadeniz müziği bu projeler için büyük avantaj. Çünkü, kemençe ve tulum, çok ilgi çeken enstrümanlar.
– “Hayde” albümünüzdeki “Uh Aha”yı Trabzonspor tribünleri için yazdım dediniz…
– Evet, tribün ambiansını iyi yansıtan bir eser diye düşünüyorum. “Oy Fadime” de öyle… İnsanların alıştıkları seslerden biraz uzaklaşmaları gerekiyor. Böyle söylediğim iyi de oldu, sizlerle buluştum. Zaten bu buluşmayı ne zamandır bekliyordum… İyi ki geldiniz…
– Biraz zor bulduk sizi..
– Siz bulamamış olsaydınız ben bulacaktım sizi. İnanın bu buluşmayı çok özlüyordum.
SATIRBAŞLARI..
.- “Bendeki Trabzonspor sadece futbolu temsil etmiyor, zaten etmemeli de… Trabzonspor, Türkiye’de sürekli şampiyon olanlar dışında olan her şeyi temsil ediyor”
– Karadeniz dışında dinlenmek, sevilmek beni çok memnun ediyor.. Ama ben Karadenizsiz müzik yapmak istemiyorum. Karadeniz’e daha özel ve özgün hazırlanıyorum.
– Yaptığım müzik siyasi tavrımdan daha önemlidir hem de dünyanın bütün siyasetlerinden daha önemlidir. Siyasetler, devrimler, karşı devrimler bir gün bitebilir ancak türküler, şarkılar yüzlerce yıl kalır.
– Diyelim ki albümüm 1 milyon satacak, bu satıştan gelen parayla pek çok kişinin de hayatı değişecek.
– Zuğaşi Berepe çok bilinçli bir gruptu ancak grup olarak devam etmek çok zor. Esas olarak Mehmet Ali Beşli ve ben grubun öncülüğünü yaptık. Zaten o gruptan pek çok arkadaşla çalışmaya devam ediyoruz. Ben onları orkestra gibi görmüyorum, onlar da beni artist-sanatçı gibi görmüyor.
– Solcu bir insanım. Genel anlamda solculuğun anlamı da, ezilenlerin, yoksulların, emeğiyle hayatta kalmaya çalışanların yanında olmak. Solculuğumun bir adım ötesi de, estetik anlamda anarşizme daha yakın bir duruştur.
– Bütün dünyanın bütün toprakları hepimizindir. Bütün şarkılar, dünyadaki tüm insanlarındır, tüm topraklar da memleketimizdir. Yunanistan’a giderken vize almaktan hiç hoşlanmıyorum, zoruma gidiyor. Oradaki toprakla buradaki toprak aynı.
– Futbolda saha dışı olaylar var ama futbol o kadar basit bir oyun ki! Yapmanız gereken tek şey, yediğinizden daha fazlasını atmak.- Babam, çok özel bir insandır, aydındır da. O da hak-hukuk-adalet kavramlarını “değer” olarak gören ve önemseyen biridir. Şu anda Hopa da 2 sandalyeli bir berber dükkanı var.
– İstanbul bir aşk… Nefret edebiliyorsun ama ayrılamıyorsun. Hopa ise benim memleketim ve Hopa’yı çok seviyorum; en son gidip öleceğim yer de orası… Şu da var; Afyon’a gittiğimde de, Berlin’e gittiğimde de yabancılık çekmiyorum.
– 100 bin üye projesini önemsiyorum. Bunu düşünenler, camiaya demokrasiyi sokmuşlardır. Trabzonsporluluğumla bir kez daha gururlandım.
KAYNAKLAR:
http://kazimkoyuncu.uzerine.com/index.jsp?objid=648
http://rakamla10.blogspot.com.tr/2010/06/kazm-koyuncu-roportaj.html