“Dünyaca ünlü piyanist, besteci Fazıl Say’la 3 Temmuz günü bir röportaj gerçekleştirdik. Fazıl’ı yıllardır tanıyan, onunla şiir konuşma şansına ve dostluğuna erişmiş biri olarak ona içimden gelen her şeyi sordum hatta ona yöneltilen eleştirileri bile… Elbette müzikten, şiirden, aşktan ve dostluktan konuştuk…”
2 Temmuz’da Enka’da Serenad Bağcan’la beraber büyük bir konser gerçekleştirdin. Sivas’ta yitirdiklerimizi de bir kez daha andınız. Birçok şairin yanı sıra Metin Altıok’un da şiirleri var albümlerinde ve sahnede de seslendiriyorsunuz. Metin Altıok senin için ne ifade ediyor, onu tek sözcükle anlatmanı istesem hangi sözcük olurdu bu?
Metin Altıok’u öyle tek kelimeyle tarif etmemiz mümkün değil çünkü çok değişken bir adamdı. Bir sürü Metin Altıok vardı bence. Çocukları çok seven Metin Altıok var mesela bir yanda, diğer yanda bütün dünyaya kılıç kalkan açan ufak tefek bir adam var. Sert ama içi sevgi dolu bir adam. Zaten şiiri de o onun. İç yapısı güzellik dış yapısı panzerlerle örtülü. Kendini çok iyi anlatabilen bir şair. Türkler felsefi şiir olayına henüz girebilmiş değil. Felsefi şiiri anlayınca Metin Altıok’un da gerçek değeri ortaya çıkıyor. Alman edebiyatından Rilke gibi biraz. Benim küçükken hatırladığım Metin Altıok ise çok entelektüel bir adamdı. Eşi de kendisi de. Bütün duvarları kitaplarla dolu, evinde sürekli klasik müzik çalan, Brahms seven bir adam.
MESELE İYİ MÜZİK KÖTÜ MÜZİK MESELESİDİR
O dönem şairler, sanatçılar daha çok bir arada ve birbirlerini her anlamda geliştiriyorlar. Dolayısıyla ülkenin kültürünü de. Sence de öyle değil mi?
Kültürden ne anladığımıza bağlı. Ben de senin gibi düşünüyorum. Ama bugün bir şair bana karşı arabeski savunuyor. Ben diyorum ki arabesk ticari bir şeydir. Mesele Louis Armstrong’un dediği gibi iyi müzik kötü müzik meselesidir. Bir şair gelmiş kötü müziği savunuyor ve iyi bir şeyi de savunmuyor bana kalırsa.
Burada arabesk halktır ve sen de ona karşı olarak halka karşısın gibi bir imaj oluşturuluyor sanki. Ne dersin?
Halk nasıl yönlendirirsen odur. Halka ne verirsen onu alır. Satışta olan şeye halk diyorsun halbuki değil. 1970’lerde bunun olması zordu. Cemal Süreya’nın masasında Cemal Süreya gelecek de besteciye dönemin ticari müziğini savunacak ve sen halktan uzaksın o benim halkım diyecek. Bu mümkün değildi. Halkı nasıl şekillendirmek istediğinle de ilgili bir şey bu.
Son iki albümün büyük ses getirdi. “İlk Şarkılar” ve “Yeni Şarkılar” … Her iki albümün de şiir bestelerinden oluşuyor. Peki bu şiirleri nasıl seçtin ? Besteleyeceğin şiirleri seçerken kriterin neydi?
Şiir bestelerken iki üç kriter var. Biri o şiirin beste yapmaya uygun olması, uzunluğu. Çünkü bir sayfalık bir şiir bile müzikte on dakikadır neredeyse, üç sayfalık bir şiir oratoryoya varır. O yüzden kısa şiirler seçiyorsun, beş altı dakikalık bir şarkı yapmak istiyorsak, bazı şeyleri tekrar etmek istiyorsak, nakarat olarak oturtmak istiyorsak ruhlara, ki o tekrar olmadan insanların onu kavrayabilmesi, her şeyin bir kere de geçmesi de mümkün değil. Ben Yeni Şarkılar’da tekrarsızlığa mecbur kaldım.Yeni şarkıların adının yeni olması da bu yüzden biraz. Bildiğimiz şarkı formatının hayli dışında şeyler, deneysel. Seçilecek şiirin kısa olmasının dışında atmosferi en önemli konu. Hangi atmosferin içindeyiz? Hissiyatı çok iyi bilmek lazım. Şairin dediğini kendin demişsin gibi almak, özümsemek, sevmek, onunla yaşamak lazım. Benim hayatımda bu sözlerin yeri nereye oturdu? Oturmuş olması kesin gerekiyor. Üçüncü aşamada yani beste yapma aşamasında ise çok dikkat edilmesi gereken konu, şiirin ritmi, hecelemesinin ritmi, fonetiği ve prozodisi. Burada kusursuzluk gerekiyor. Bence bu kusursuzluğu sağlamadan bir şarkıya şarkı diyemeyiz. -“larda yüzen al sancak” buna dönmemesi lazım. Her şeyin konuşma doğallığındaki fonetik iniş çıkışlar, prozodik ritim vurguları ve süreleriyle analizden geçmesi ve şarkının atmosferinin içine o şekilde yedirilmesi lazım. Şimdi bütün bunlar aslında bir etik dolayısıyla teknik gerektiriyor. Teknik olmadan ben şarkı yapıyorum diyen birinin şiir besteliyor olması hayli zor olur.
Peki senin çok sevdiğin şiir bestesi var mı?
Çok var. Almanca ve İngilizcede çok var. Almanların biliyorsun lied kültürü vardır Schubert, Schumann, Brahms’tan gelen. Binlerce şarkı ve daha sonra çağdaşları. Ben Alman kültürünün yetiştirdiği birisi olduğum için onlara çok hakimim. İngiliz, Amerikan edebiyatına da ve onun müziğe dönmesine de hakimim. Fransızcam yok ama onun da çok derin bir kültürü var konuyla ilgili. Bizim kültürümüze gelince sondan başa doğru gidecek olursak bu işle Onno Tunç çok iyi ilgileniyordu ve iyi şeyler yapıyordu. Sezen Aksu’nun albümlerine baktığımızda Metin Altıok’un Kavaklar’ından , Gülten Akın’a kadar bir sürü örnek oradan gelir. Yeni Türkü… Can Yücel’in aynı şiirlerini bestelediğim çok oldu benim Yeni Türkü’yle. Bence Yeni Türkü sayesinde Can Yücel’in şiiri daha bilinir olmuştur. Zülfü Livaneli, Atilla Özdemiroğlu var. Aleviler de dedelerin, pirlerin sözlerini besteleyerek söze müzik yapma geleneğini yıllardır sürdürüyorlar.
Benim şarkılarım çok var daha. Üzerinde değişiklik yapmam gerektiği için çıkarmadım. Ahmed Arif var. Benim kesin yapmak zorunda olduğum şairlerin başında Attila İlhan geliyor. Biraz uğraştım daha önce ama Attila İlhan’ın şiiri sana ilk başta bahsettiğim problemi içeriyor. Şiirler uzun. Mesela “Bir Başka Yerde Olmak” benim Türk Edebiyatında en sevdiğim şiirlerden biri. Dört sayfa. Dört bölüm gibi. Birisi İstanbul’da, birisi İzmir’de, birisi Napoli’de, birisi Paris’te geçiyor. Her bölümü neredeyse bir Cemal Süreya şarkımın totaline eşit. Dört ayrı bölümde yapmam lazım. Böyle sorunlar var. Nâzım Hikmet’in “Akrep Gibisin” şiirini bestelemek istiyorum. Ahmed Arif’te ya eskiyi revizyon edeceğim çünkü iki üç tane bestelediğim şiiri vardı ya da yeniden besteleyeceğim. Eskiler biraz fazla batılı kaçabilir. Şu anda benim gördüğüm Ahmed Arif’i belki biraz daha etnik ele almak lazım. Aradan yirmi yıl geçti. Ben ilk şarkılarımı doksan dörtte yazdım. Yeni şarkılarda denediğim enstrüman operası , enstrümanların simgesel olması, bir şeyi sembolize etmeleri Mezopotamya Senfoni’sinden beri uyguladığım enstrüman kişilikleri, yoğun bir orkestrasyon ve neredeyse operaya varan bir söylev. Ben bunu severek ve uğraşarak yaptım. Belki bir tane daha albüm bu yönde gitmek lazım diye düşünüyorum.
Dün akşam ki konserinde insanların şarkılara eşlik edişine tanık oldum. Bu şarkılar çok sevildi ve dinleyenlerin sanıyorum bu yönde yeni çalışmalar bekliyorlar senden.
Evet bir ağızdan söylediler. Bir pop konserindeymiş gibi . Bu iyi bir şey ama şunu da bilmek lazım bunlar yine de elit şarkılar. Pop şarkılar değil.
Çok kolay icra edilebilecek şarkılar değil.
Evet özellikle yeni şarkılar çok zor.
Peki günümüz şairlerinden takip ettiğin isimler var mı?
Haydar Ergülen’i çok beğeniyorum ben. Üzgün Kediler Gazeli kitabını Metin Altıok ödülü verildiğinde keşfetmiştim. Hakikaten jürinin çok önemli bir seçim yaptığını düşünüyorum. Metin Altıok ödülü kime veriliyor hep merak ederim, genelde doğru insanlara verdiler. Azad Ziya Eren iyiydi. Birhan Keskin. Şairler çok özgün insanlar.
Sen hiç şiir yazdın mı?
Hayır ben şiir yazmayı hiç denemedim.
Notlarını, yazılarını paylaştığın kitapların yayınlandı. Uçak Notları, Yalnızlık Kederi… Yeni kitap çıkacak mı yakında?
Yeni yazdığım yazılarımı derlerim yine diye düşünüyorum. Cumhuriyet’in başına Can Dündar geldiğinden beri makale denilebilecek yirmi yazı falan yayınladım.
Bu yazılar daha çok gündeme, siyasete, döneme dair, senin salt sanatla ilgili yazılardan oluşan bir çalışman olacak mı?
İki üç yazım dışında hepsi öyle aslında. Seçim araya girdi bu nedenle iki üç yazı seçimle ilgiliydi, gündemdi ama mühim bir gündemdi . Türkiye’nin kaderiyle ilgiliydi. Bizim de söyleyecek bir şeyimiz olmalı her zaman.
Bu yoğun gündemin senin sanatını böldüğünü düşündüğün hiç oluyor mu?
Hayır hiç böyle düşünmedim.
SANATIN HAKİKATEN BİR ŞİFA OLMASI GEREKİYOR
Senin müziğin dışında kendini en özgür hissettiğin sanat dalı hangisi ? Bir izleyici olarak.
Bir kere hiçbirini ben yapmıyorum. Ama sağlam bir takipçiyim. Film izlerken mi, resim seyrederken mi, şiir okurken mi daha özgürsün diye bir şey yok ama. Bu onları birbiriyle karşılaştırmak olur. Ama yine de duruma göre değişir bu söylediğin. Chagall gördüysem ve bütün günüm Chagall’ın o resminin etkisiyle geçmişse, hayatımı yönlendirdiyse o değişir. Sanatın hakikaten bir şifa olması gerekiyor. Tarkovski’nin dediği gibi mükemmel olmayan bir dünyaya cevap sanat. Biz çirkine karşı güzeli yaratmak istiyor gibiyiz. Ya da çirkini anlatarak, çirkinin çirkin olduğunu vurgulamak istiyor gibiyiz o da kuvvetli bir şey. Ona cevaben güzeli yaratmak Mozart olmak da güzel bir şey.
Peki senin hayatındaki çirkin ne?
Dünya mükemmel değil bu gerçek. Çirkin ne derken bin tane şey bir araya geliyor. Yani bu tartışmalarda bu son yıllarda başıma gelen şeylerde ben çok dost kaybettim. Biz Fazıl Say eserlerini çalmıyoruz, diyen kurumlar gördük; biz Fazıl Say’la artık çalışmıyoruz, diyen insanlarla beraber okula gittik. Onlar bunu korkudan mı yapıyor, başlarına bir şey geleceğini mi düşünüyorlar, yaranmak için mi yapıyorlar yahut hakikaten böyle düşündüğü için mi yapıyorlar bunun sanatsal bir sebebi varda mı yapıyorlar… bin tane soru sorabilirsin. Ama o adamlar seni dışlıyor ve neden ben diye soruyorsun? Sebepleri var.
Kendini yalnız hissettin mi?
Yalnız hissetsen ne olacak? Yalnız hissetmek bence iyi bir şeydir. Bundan bir sorun yok ama beraber top oynadığın insan, ben bu eseri çalıyorum, diyemiyor. Orada onun mu sorunu var, benim ona bakışımda mı sorun var bilemedim. Biraz daha iyi bir duruş bekliyorsun. Diyeceksin ki onu kaybetmiş olman senin hayatına bir yalnızlık ekliyor mu? Ankara’ya gidince, o sokaktan geçince bu bir yalnızlık mı bunun bir önemi yok. O öyle çünkü. Yalnızlık mı çoğulluk mu önemi yok.
Yalnızlık Kederi’nde “Tek çaresi yalnızlık mı hayatlarımızın?” diye soruyorsun. Sen yalnız bir adam mısın?
Yalnızım. Şu anda bir sevgilim de yok. Uzun bir ilişkim oldu o da bitti birkaç ay önce. Bilmiyorum ilişkideyken başka yükler sorun çıkarıyor, sorumluluklar, ilişki yokken de başka yerler acıtmaya başlıyor.
Bunun dengesini bulmak mümkün değil mi acaba? Sanatla uğraşan bir insan olarak bunun acısını yaşadığını ama kendine ait zamana da ne kadar ihtiyacın olduğunu tahmin edebiliyorum.
İlhama da var ama.
Aşka inanıyor musun?
İnanıyorum. Ama dediğin gibi aşkın ilham kısmı çok değiştiriyor hayatlarımızı ve bir sürü yapamadığın şeyi yapmaya başlıyorsun.
Fazıl Say âşık olduğunda nasıl bir adam olur? Ne değişir?
Bilmem. Birçok şey değişiyor tabii ruh halim değişiyor. Ruh halim bedenimi değiştiriyor bedenim bütün enerjiyi değiştiriyor.
Âşık olunca daha çok beste yapar mısın?
Daha çok üretirsin. Daha doğal üretirsin. Kendinden akar bazı şeyler.
NÂZIM ORATORYOSU NÂZIM HİKMET’İ TOPLUMLA VE DEVLETLE BARIŞTIRAN ESERDİR
Bir esere nasıl hazırlandığını merak ediyorum. Çok büyük eserlere imza attın. Nâzım Oratoryosu, Metin Altıok Ağıdı, Mezopotamya Senfonisi. Bu eserlere hazırlık sürecin nasıl?
Nâzım Oratoryosu, Nâzım’ın hayatını sergilemek isteyen bir eser. On altı şiirinden. Onun hayatının akışını çıkarır. Gençlik yılları, hapishane yılları, niye hapse düştüğünü, orada ne yaptığını ve hapisten nasıl çıktığını. Daha sonra insan üzerine düşünceleri olan bölüm geliyor. Savaşan dünya üzerine ne düşünüyor, dinler üzerine. Ondan sonra memleket üzerine… Tartışılır ya Nâzım Hikmet bir vatan haini mi? Ben bu eseri yazdığımda bir vatan hainiydi kâğıt üzerinde. Aslında toplumla ve devletle barıştıran eserdir. Halkla Nâzım arasında, devletle Nâzım arasında, devletle halk arasında, edebiyatla müzik arasında. Çünkü klasik müzik nedir? Statüko, devlet müziğidir gibi bir kavram vardı. Beş yüz kişinin dinlediği bir şeydir. Onu totaliyle yıktı bu eser çünkü elli bin kişilik stadyumlarda çalındı Nâzım Oratoryosu. Gerçek bir cevap oldu.
Sivri dilli olman, lafını esirgememen, siyasete ve gündeme dair konuşuyor olmanın da popülerliğine çok şey kattığını düşünenler var. Bu mutlaka kulağına gelmiştir. Sen ne düşünüyorsun?
Varsın öyle olsun bu hiçbir şey ifade etmiyor. Bunu söyleyen insanlar Çin’de ve Japonya’da da konserler veriyorlar mı? Amerika’da Carnegie Hall’da çalıyorlar mı ? Çalıyorsa eşitizdir herhalde ama çalmıyorsa o da bir düşünsün ne yapıyor. Toplumun, medyanın vs. yarattığı sanatçılar vardır bu bir gerçek. Bir de hakikaten yeteneğin ve üreticiliğin var ettiği sanatçılar vardır onlara bir şey olmaz. Biz biraz algı veriyoruz doğru yazdıklarımızla. Gazeteciler de onu yapıyor. Bugün Cumhuriyet ve birkaçının dışında hiçbirinin kültür sanat sayfası yok, Mehtap. Sanat haberlerini de biz koyuyoruz neredeyse. Benim facebook sayfam sanat haberi dolu.
Sen kendini diğer klasik müzik sanatçılarından farklı buluyor musun? Büyük bir alçak gönüllülüğün var. Bizde klasikçiler biraz snob, halktan uzak bulunur. Sense yaptığın minik kayıtları, ev halinle, doğallığınla insanlarla sayfandan paylaşabiliyorsun.
Ben icracı değilim sadece. İcracı ve besteciyim. Bu başka bir müzisyen türü. On dokuzuncu yüzyıl müzisyen türüyüm ben. Besteleyen, çalan, hepsini birden yapan. Yirminci yüzyıl biraz ayırdı biliyorsun. Sadece çalanlar, sadece besteleyenler… hayatının elli altmış yılını enstrüman çalarak geçirmiş geri kalanında biraz da orkestra yönetmek istiyor gibi. Bunlar klişe hikâyeler. Ama benim durumum bu değil ki. Ben beş yaşımdan beri her gün beste de yaptım, piyano da çaldım. Okudum da okuduğumun üzerine düşündüm de. Düşündüğümü söyledim de yazdım da. Hepsi beraber gitti. Yani beni düşünürken ayırman pek mümkün değil. Aynı adam Sait Faik’i de yapıyor, Turgut Uyar da bestelemiş, beş gün önce Gershwin çalmış televizyonda, ondan üç gün sonra İstanbul’da Mozart sonatları çalmış, Almanya’da da klarnete eşlik etmiş. Bu arada da facebookta bir Sarı Gelin doğaçlaması bir siyaset kavgası vs. koymuş… Bunu bir bütün olarak görmek zorundasın.
Sosyal medyayı çok aktif kullanıyorsun…
Sosyal medyayı çok yoğun olarak kullanan bir piyanistimiz daha var. Hakikaten hayatını paylaşıyor facebookta. Onun da bir dünyası var. O dünyada çok fazla görüşlere yer yok. Siyasi görüşe hele hiç yok. Ben bir kere sordum mesela kendisine “neden bir şey söylemiyorsun hiçbir konuda?” “sen diyorsun biz senin arkandayız.” İyi de arkamda olduğunu sen şu anda bana söylüyorsun. Biraz da sen söyle ben seni destekleyeyim. Sen de bir şey yap.
Sen hiç böyle bir öncülük yapmayı düşündün mü? Çünkü sen bu ülkenin hemen hemen her yerinde ücret talep etmeden çalan, halkını çok seven bir aydın ve sanatçısın. Diğer sanatçıları da götüreceğin senin öncü olduğun bir organizasyonun içinde olmak geçti mi aklından?
O insanların benden çok daha imkanı var emin ol. Sen şimdi beni devlet yaptın onları özel yaptın…
Ben seni daha çok bir aktivist gibi düşündüm. Çünkü kabul edelim senin böyle bir algın ve vizyonun var. Diğer klasik müzik sanatçıları, yorumcuları, bestecilerden böyle çabalara çok tanık olmuyoruz çünkü.
Bu insanlar devlet sanatçısı. Neredeyse kültür bakanıyla aynı kıdemde. Bakana gidip ben Tunceli’de Arguvan’da çalıyorum demesi bir haftalık mesele. Bizse çok zorlanıyoruz. Masraf olmasın diye sahne, ışık, piyano kiralaması vs. için belediyelerden destek buluyoruz. Ve destek verip siyasileşmemesini istiyorum. Çünkü müzik yapıyoruz. Bir şeyin propagandasını değil. Bir devlet sanatçısı bunu benden çok daha kolay yapar.
Şu anda üzerinde çalıştığın yeni eserler var mı?
Evet şu anda üzerinde çalıştığım yeni eserler var. Bu aynı zamanda sıkıntılı da bir süreç. Yetiştirmek zorunda olmak, yorgun olmak ama bir şey insana ilham veriyor. Mesela bir Sarı Gelin türküsü ilham kaynağı olabiliyor.
Edebiyat dergilerini takip ediyor musun?
Babamın çıkardığı Türkiye Yazıları seksen ikide bittikten sonra ben seksen yedide yurt dışına gittiğim için iki bin ikiye kadar yurt dışında takip ettiğim edebiyat değilse bile kültür-sanat, müzik dergileri olmuştu. Türkiye’ye geri döndüğümde neredeyse sanat dergisi bile kalmamıştı. Milliyet Sanat vb. vardı ama bir popüler kültür dergisine dönüşmüş durumdaydı. Şu anda çıkan dergiler varsa da dergi artık satılan, takip edilen bir şey mi bilmiyorum. Türkiye Yazıları’nın tirajı sekiz bindi.
Seni daha yakından tanımak isteyenler için bazı sorularım var. Çünkü biliyorum ki senin müziğini sevenler senin diğer sanat dallarında neleri izlediğini, okuduğunu merak edeceklerdir… En sevdiğin film ya da filmler hangileridir?
Lars von Trier’de benzer şeyler buluyorum. Çok seviyorum bütün filmlerini. En son Nymphomaniac’tan ondan önceki Melancolia’ya kadar. Tabii herkesin o kadar sert değildir hesaplaşmaları ama hesaplaşmayı görmek açısından önemli buluyorum.
Senin hayatında bu kadar sert hesaplaşmalar var mı?
Var tabii. Ben hayatın sert olduğunu düşünüyorum. Bizim başımıza gelen olaylarda da sertlik payı vardı. Düşünsene ben yıllarca hapse girersem herhalde bir ayda klostrofobiden ölürüm, enstrumanım yoksa üç ay çalmazsam bir daha zaten çalamam korkusu, travmasıyla yaşadım. Düşünsene… ve senin arkadaşların da seni terk ediyor destek olacağına. Hayal kırıklığını düşün. Bir yandan da Avrupa’da, dünyanın her yerinde en önemli insanlar, orkestralarla çalıyorsun, en iyi festivallerde. Yani devlet başkanlarından belediye başkanlarına kadar herkes geliyor senin ülkeni temsil eden elçin, konsolosun vs. gelmiyor. Neden? Korkuyor veya benim oraya gitmem doğru değil diye düşünüyor. Tokyo’daki sekiz konserden birine bile gelmiyor. Bir işi olduğu için değil. Ya bir emir var ya da bir algı var. Daha çok algı olduğunu ve kendi korkaklıkları olduğunu düşünüyorum. Burada kurunun yanında yaşı yakmak da zorundayız. Korkak olan da gelmesin.
Sorumu ilk sorduğum yere geri döneceğim. Ressam olarak seni en çok kim etkiliyor?
Ben Chagall çok severim. Onun gece laciverdi, hayallere dalması, uçan insanlar, uçan bir köy vs. sürreal değil. Mükemmel olmayan dünyaya bir cevap. Dünya olmayan yeni bir dünya yani. Klimt severim. O sahip olunmak isteneni yapıyor gibidir. Monet çok severim. Çünkü doğayı, örneğin bir ağacı öyle bir şekilde yapıyor ki bir anda resmin içine giriyorsun esmeye başlıyorsun, rüzgârı hissediyorsun, ağacın hışırtısını duyuyorsun, oradan o kırın içine giriyorsun, bunu nasıl başarıyor on saniye içinde diye düşünüyorum. Burada büyük bir yapı var. Ben bir de Van Gogh’un son dönemini çok severim. O da sertleşiyor son döneminde. Kargalar tan vakti kalkıp gidiyorlar vs. çok sembolik ve sert anlatıyor yani.
Seni en çok etkileyen kitaplar?
Ben turne insanı falan olduğum için öyle uzun kitaplar, romanlar vs. benim hayatıma göre değil. Çünkü yarıda kalıyor kitap ve haftalarca bakamayabilirsin. Daha çok şiir, deneme ve öykü okuyorum. İlla en son yazılanları okuyan bir adam değilim. Yirminci yüzyıl edebiyatı da severim on dokuzuncu yüzyıl edebiyatı da, Almanca da, İngilizce de, Türkçe de okurum. Bir tek tatillerde büyük roman, okunması gereken bir şeyi okuyabiliyorum.
İlk gençlik yıllarımda Camus, Dostoyevski beni çok etkilemişti. Yaşar Kemal. Çok fazla isim var.
Teşekkür ederim Fazıl…. Bizi evinde ağırladığın ve sorularıma içtenlikle yanıt verdiğin için.