14 Mayıs’ta yapılacak kritik seçime günler kaldı. Seçimlere girecek partiler çalışmalarına son sürat devam ediyor. Bu partilerden birisi de Türkiye Komünist Partisi (TKP).
ERCAN KÜÇÜK
6 Şubat’ta yaşanan deprem felaketindeki acı dolu günlerde gösterdikleri faaliyetler ve dayanışmayla dikkat çeken TKP, seçimlere de sıkı çalışıyor. Milletvekili aday listelerinde İlyas Salman dışında ünlü isimler yerine toplumun emekçi kesimlerinden adaylar gösteren TKP bir yandan da yeni açtığı semt evleriyle örgütlenmeye devam ediyor.
TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan ile Kadıköy Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde buluştuk. Son dönemde özellikle Emek ve Özgürlük İttifakı’na yönelik sorulara cevap vermekle uğraşan Okuyan ile adaylarını nasıl belirlediklerini, özelleştirilen kurumları nasıl devletleştireceklerini ve Komünistlerin halka neler vaat ettiklerini konuştuk. Özellikle 6 Şubat depreminden sonra çıktığı programlarda öfkeli ve kızgın olan Okuyan bu sefer nispeten sakin ve güler yüzlüydü. TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan’a sorduğumuz sorular ve kendisinin verdiği cevaplar şu şekilde:
Bu seçimde birçok parti kamuoyunun yakından tanıdığı isimleri aday gösterdi. TKP’nin adaylarına baktığımızda tek tanınan isim İlyas Salman. TKP’nin listelerine baktığımızda ne anlamamız gerekiyor?
‘ADAYLARIMIZI 1.5 YIL ÖNCE BELİRLEDİK’
“Bu kadar ağır bir ekonomik kriz ve depremin ardından Türkiye’de sorunları en fazla hisseden kesimin temsilcilerinin siyasette görünür hale gelmesi gerektiğini düşündük. O yüzden de iş cinayetleriyle, yoksullukla özellikle karşı karşıya kalan sektörlerden emekçiler ön plana çıktı bizim aday profilimizde. Bir de biz süreci diğer partilerden oldukça farklı geliştirdik. Örgütlerimize 1.5 yıl önce yaklaşan milletvekili seçimlerinde ‘TKP’nin sizin bölgenizde temsil etmesini düşündüğünüz kişileri kendiniz toplantılar yaparak belirleyin’ dedik. Bu arkadaşlarımız için kriter TKP’nin programını benimsemek, sevilen bir kişi olmak, dürüst olmak, çalışkan olmak.
“Dolayısıyla bizim adaylarımızın yarı yarıya yakını önceden belirlenmişti zaten. TKP’nin adayları evet, hakikaten ünlüler değil gönüllülerden oluşuyor. Ama bir yanlış anlaşılma olmasın. TKP ünlülere karşı bir parti değil. Halkın yanında durarak ün kazandıysanız. Ama ünlü olduğunuz için siyasete katılıyorsanız buna şiddetle itirazımız var. Zaten halkımız da pek bu işi sevmiyor. Siyasetle hiçbir ilişkisi olmayan birisinin ünlü olduğu için siyasete girip halkın önüne geçmesi bizim pek kafamıza yatan bir şey değil.”
‘ALIN EVİMİ KULLANIN’
TKP bir haftada 10 yeni semt evi açtı. Özellikle deprem döneminden beri Şubat ayından beri hızlı bir şekilde artış var. Bu semt evlerinin artışını, yeni semt evlerinin açılışını nasıl okumak gerekir?
“Herkes bunu seçimlerle bağlantılandırıyor. Ama bundan 4 yıl önce semt evlerine ilişkin karar aldığımızda bir hedefimiz vardı. O hedef doğrultusunda semt emekçilerin yaşadığı her yerleşimde onlara ait ve TKP’nin halkla iletişim kurmasına zemin olacak mekanlar açma kararımız vardı. Şu son semt evlerinin seçimle bir ilişkisi yok ama depremle ilişkisi var. Depremde yıkımı hisseden, daha önceden planımızda olmayan yerlerde de semt evleri açmaya başladık. Çünkü talep var. Hatta deprem bölgesindeki semt evlerimizin bir bölümü halktan insanların ‘alın bu evimi semtevi olarak kullanın’ dediği ya da ayakta ev kalmayan bazı yerleşimlerde ‘gelin arsamı kullanın. İster buraya ev kondurun ister çadır. Ama yeter ki siz burada kalmaya devam edin’ dediği yerler. O yüzden de hedeflerimizin biraz üstüne çıktık ama devam edeceğiz.
‘YA BUNLAR İYİ İNSANLAR’
Komünist olmayan insanlar TKP’ye neden oy vermeli?
“Türkiye artık 90 milyona doğru giden çok büyük bir ülke ve sorunlar çok çeşitli. Bizim partimize katılımlar da çok çeşitli nedenlerle oluyor. Bazısı diyor ki ‘ya bunlar laikliği en iyi savunan parti’, bazısı diyor ki ‘bunlar gerçek Cumhuriyetçi, gerçek bağımsız Türkiye’yi bunlar istiyor’. Bazıları da doğrudan emek sermaye çelişkisi üzerinden diyorlar ki ‘bunlar sözlerini hiç sakınmadan patronların karşısına dikiliyorlar.’ Belki tuhaf gelebilir ama bazıları da özellikle deprem dayanışması döneminde ‘ya bunlar iyi insanlar. Çok gelişkin bir vicdan ve ahlaka sahipler’ diyerek partili oldular. Neden oy istiyor TKP? Birinci şey şu: Türkiye’de kendisini sosyalist ve komünist olarak tanımlayan, bugünkü sömürü düzeninin yıkılması gerektiğini düşünen çok geniş bir kesim var. Biz bunlara diyoruz ki ‘siz niye bunu savunan partiye değil de başka yerlere oy veriyorsunuz?’ Bir dünya görüşü itibariyle TKP’nin tercih edilmesi lazım.
“Gerçekten laikliği, Cumhuriyeti, bağımsızlığını savunuyorsan artık komünistlerle müttefik olmak lazım. Çünkü bir tek komünistler bunu sağlayabilecekler. Emperyalist kapitalist sistemden radikal bir kopuş olmaksızın Türkiye’nin artık bir daha laikliği bağımsızlığı yaşaması imkansız. Şimdi bu görülmeye başlandı. Bizim partimize son dönemde oy vereceğini söyleyen ya da gelenler arasında Cumhuriyetçi kökenden gelen çok kişi var.
“Bir başka konu vicdani, ahlaki, insani değerler meselesi. Yaygın bir şekilde bir kanaat var, ‘toplum çürüdü.’ Bu doğru. Ama çürümeyen bir kesim de var. Depremde muazzam bir dayanışmayı gördük. Bütün basın mensupları, herkes biliyor ki yağmacılar da sahadaydı ama onları dayanışmayla bastırdık. Demek ki güzellik iyilik, bunlar da yaşıyor toplumda. Bunu biz nasıl çoğaltacağız ve nasıl diğer tarafı tamamen bastıracağız? İşte orada siyaset alanındaki çürümeyle kavga edilmesi lazım.
“Siyaset alanındaki çürüme nedir? İlkesiz ittifaklar, aynı partinin içerisinde çok farklı görüşleri savunan şeylerin olması. Milletvekili pazarlıkları, meclise girebilmek için her türlü hakareti, her tür şeyi göze alıp bir tuhaf çorbanın parçası olmak. Siyaset eninde sonunda toplumsal yaşamın her alanına giriyor ve siyasetteki çürümeyi biz engellemediğini zaman toplum da çürüyor.
“Biz başka partilerle sahada karşılaştığımız zaman ya da bazı partilerin içerisinde dostlarımızla sohbetlerimizde TKP’yle kimse tartışmıyor. Herkes ‘Biz de sizin gibi düşünüyoruz.’ diyor. Çürüme buradan başlıyor. Bizim gibi düşünüyorlarsa ne arıyorlar başka bir programın başka bir çatının içerisinde? Ve bu onu söyleyenler içerisinde baya üst düzey insanlar var. Bu toplumun ciddi bir meydan okumayla yanıt vermesi lazım. Biz bu siyaset kültürünü tanımıyoruz. Pervin Buldan çıktı: ‘Bu partiye oy vermeyin’ dedi. İttifak yaptığın partiye oy vermeyin çağrısı yapıyorsan, toplumdaki çürümeden şikayet etmeyeceksin. Ya da o diğer parti o ittifakta durmaya devam ediyorsa, onlara yoldaş diyorsa olmaz bu.
“Baştan aşağı Türkiye siyaseti kirlenmiş durumda. Erdoğan’a bizim itirazlarımızdan bir tanesi neydi? Riyakarlık, takiye. TKP burada çok çok sert bir duruş sergiliyor. Oy kaybetme riskini göze alarak. Çünkü artık bu tarz siyaseti sorgulayan kimse kalmayacak TKP dışında. Bu ‘TKP kendini Kaf dağının ardında görüyor. Çok yüceltiyor’ falan anlamında değil. Başka örnek kalmadı.
‘CEZALANDIRMAK İÇİN EN UYGUN YER TKP’
“Eninde sonunda bu bir seçim. İnsanlar seçimde kendilerini ifade etmek için de oy kullanır. Bir de bağlı bulundukları partinin yaptıkları hataları cezalandırmak isteyen bir kesim var. TKP bu kesimlere ancak şunu söyler: Siz TKP’yi benimsemeden oy vermeyin. Hiç değilse tercihler içerisinde en yakın olduğu için TKP ye oy verin.
“Sizin önünüze her seçimde tuhaf bir takım adayları çıkartıp ‘tıpış tıpış geleceksiniz, eninde sonunda mahkumsunuz bize’ diyen partileri cezalandırmak için en uygun yer TKP’dir. Çünkü o aradaki işte Sadullah Erginler, cemaatçiler Amerikancılar , NATO’cular.. Bütün bunlarla hesaplaşma konusunda en sert parti TKP. Dolayısıyla evet ‘benim karşıma niye AKP artıklarını çıkarıyorsunuz’ diye kendi partinizi cezalandırmak istiyorsanız uygun adres TKP’dir. Oy vermek için birden fazla neden var.
‘BATI KARŞILIĞINI ALIR’
“Türkiye’de 14 Mayıs günü her şeyin biteceği, Türkiye’nin aydınlığa çıkacağını söyleyen herkes yalancıdır. Korkunç bir bol keseden karşılıklı vaatlerle gidiliyor. Türkiye’de böyle bir kaynak yok. ‘300 milyar dolar bulduk.’ Deniyor. Kapitalizm ve emperyalist sistem, uluslar arası tekeller durup dururken Türkiye’ye sıcak para sokmaz. Bunun hem ekonomik, hem siyasi hem stratejik karşılıklarını alır. Böyle bir seçim vaadi olmaz. Biz diyoruz ki ‘kaynak zaten Türkiye’de’ Türkiye’yi şu ana kadar iliklerine kadar sömüren küçük bir azınlığın saltanatına son verdiğin zaman kaynağı buluyorsun zaten, gayet basit.
“14 Mayıs akşamı hem siyasi, hem ekonomik hem toplumsal nedenlerle Türkiye’de oldu bittilere izin vermeyecek, yoksul halkın yanında duracak, işçi sınıfının hakkını arayacak bir partiye ihtiyaç var. Bu partinin güçlenmesi gerekiyor. En önemli neden de bu. TKP’nin güçlenerek çıkması lazım.
‘DİĞER PARTİLERE BENZEMİYORUZ’
“‘Ya barajı geçemezseniz…’ O barajı zaten insanlar böyle düşünsün diye koydular. Bu 12 Eylül faşizminin icadı. Bu baraja meydan okumaya başlarsanız zaten o baraj kalkar. TKP güçlenirse enkazın altında kalan insanlara daha fazla el uzatırız. İşten atılan işçilere daha fazla yardımcı oluruz. Laikliği daha iyi savunuruz.
“TKP’nin oylarında radikal bir artış bu seçimin en önemli sonucu olur. Çünkü biz diğer partilere benzemiyoruz. Bu düzeni radikal bir şekilde değiştireceğini, bu düzeni yıkacağını söyleyen bir partinin arkasında bir kuvvetin birikmeye başlaması bu ülkede umutsuz insanlar için inanılmaz bir enerji verecektir.
‘YÜZDE 1 SERVETİN YÜZDE 42’SİNE EL KOYMUŞ’
‘Türkiye ekonomik olarak büyük bir sıkıntıda, 15 Mayıs sabahı daha büyük bir kriz yaşanacak’ diyorsunuz. Bu krizler varken bu ekonomik kriz varken devletçiliği nasıl yapacaksınız? Şirketlerin malına para vermeden el mi koyacaksınız? Bunun hukuki bir karşılığı olmayacak mı?
“Anayasada var. Toplumsal çıkarlar üzerine bu mümkün. Nasıl özelleştirme süreçleri başladığı zaman hukuki kılıf buldular ve bu ülkeye ait bütün bu topluma ait işletmeleri ve çok önemli ekonomik değeri yüksek, stratejik değeri yüksek işletmeleri pat diye özelleştirdiler kısa bir süre içerisinde. Bunun tersi de mümkün. Şöyle bir korku oluyor toplumda: ‘Bunlar gelip her şeye el koyacaklar.’ Türkiye’de çok küçük bir kesim, ben bunu %1 diye kodluyorum. Yurttaşlarımızın çok büyük bölümünün hayal dahi edemeyeceği bir zenginliğe sahip. Onlar için üzülmelerine gerek yok. Bunlar zaten yaşadılar. Çok çok büyük bir birikime sahipler. Türkiye’deki servetin toplam servetin yüzde 42’sine %1 el koymuş durumda. Bu çok büyük bir haksızlık. Bu haksızlığa itiraz etmek için komünist olmaya gerek yok, insan olmak yeterli. 5 yaşında çocuğa sorsan bunu kabul etmez. TKP tabii ki halkın örgütlü gücüne dayanarak bu dönüşümleri gerçekleştirecek. Halkın örgütlü gücü, halkın zararına, toplumun büyük çoğunluğunun zararına olan bir ekonomik modeli değiştirecek.
“Kılıfına uydurulmuş bir soygundan söz ediyoruz. TKP bu ekonomik model sürdüğü sürece Türkiye’nin hiç bitmez sorununun düzelmeyeceğini iddia ediyor. Mesela depremden sonra Kızılay’ın çadır satması. Bu modelin uç örneğidir ama doğal sonuçtur. Artık ülkede kamusal olan kalmamış, kamusal hizmet kalmamış, her şey parayla döndüğü için şimdi biz niye bunu kabul edelim? Bu nüfusun yüzde 1’lik kesimi bu imtiyazını elbette kaybetmek istemeyeceği için çeşitli yollar kullanacaktır. Bu yollardan bir tanesi işte bu partiler. Bu konuyu geçiştiren siyasi partilere baktığımızda önemli bir bölümü o yüzde 1’lik dilimin içerisinden insanlar. Ya da onların maaşlı çalışanları. O yüzden de TKP tamamen bunun dışında kesimleri aday gösteriyor.
“Toplum da şunu görsün: para ve şöhret sahibi olmak zorunda değilsiniz siyaset yapmak için. Bu sistemi yıkacak olan kişilerin fazla ünlü olmaması ya da parasız olmaları zaten gerekiyor.”
‘TARİKATLAR KENDİLİĞİNDEN KAPANIR’
Laiklikten bahsediyor, ‘tarikatlar, cemaatler yıkılacak’ diyorsunuz.15 Mayıs sabahı TKP iktidara gelse, tarikatları dağıtıyoruz dese bu ülkede iç savaş çıkmaz mı?
“TKP’nin 14 Mayıs akşamı iktidara geldiği ülkede tarikatlar zaten kendiliğinden dağılır. Öyle bir güçleri yok. Biz bu örgütlü gücü sandığa yansıttığımızda ben direneceklerini zannetmiyorum. Bundan 103 yıl önce meclis açıldığında daha güçlülerdi. Her yeri sarmışlardı. Demek ki bir dönüşüm gerçekleşebiliyormuş. Yarım kaldı dönüşüm. Şimdi daha uyanık olmamız lazım. Bu tarikat cemaatlerin varlığını kolaylaştıran bugünkü ekonomik sistemi sorgulamamız lazım. Çünkü aslında bu tarikatlar, cemaatler hem güç odakları hem de çok büyük holdingler. Bunları Koç, Sabancı gibi büyük gruplardan ayırmamak gerekiyor. Hem onlarla işbirliği yapıyorlar hem de kendi ekonomilerini kurmuş durumdalar. Büyük paralar dönüyor. Bir bölümü kara para. Bakanlıkları da paylaşmışlar. Yani bir saadet zinciri var ortada. Bunları dağıtmadan Türkiye’de eşitlikçi özgürlükçü bir düzen kuramayız zaten.
“En sevindirici olan da şu: son dönemde muhafazakar yerleşimlere gittiğimiz zaman halkın da, inançlı insanların da tarikatlardan çok rahatsız olduğunu görüyoruz. Belki de sol partiler içerisinde en fazla türbanlı, başörtülü üye TKP’de var. Birden fazla türbanlı adayımız da var. Kendi çalışma alanında öne çıktıysa, çalışkansa, partiyi temsil ediyorsa ve laikliği savunuyorsa kıyafetinden bize ne.”
‘KILIÇDAROĞLU KARŞI DEVRİMCİ DEĞİL’
Erdoğansız AKP, rejimi düzen muhalefeti bu söylemleri TKP’den duyuyoruz. Ama Millet İttifakının adayına oy çağrısı yaptınız. Şimdi Kemal Kılıçdaroğlu değil de Abdullah Gül ya da Ekmelettin İhsanoğlu gibi bir aday olsaydı ona da oy ister miydiniz?
“Hayır, hayır.”
Ne farkı var?
“Biz bunu aylar önce de söyledik. Kemal Kılıçdaroğlu ile Erdoğan aynı politikaları aşağı yukarı savunuyorlar ama ikisi arasındaki fark şu: AKP ve o gelenek, Türkiye’nin karşı devrimci birikimini temsil ediyor. Buna MHP’yi de katabilirsin, İyi Parti’yi de, Saadet Partisi’ni de katabiliriz. Eğer Millet İttifakı’nın adayı açıkça bu gelenekten gelen biri olsaydı, iyi kötü devrimci hareketle bir iletişim kurabilen CHP kitlesine karşı devrimci bir aday empoze edilmiş olacaktı. Ve bu aslında yeni bir meydan okuma olacaktı. Biz böyle bir şey durumunda çok sert bir tepki vereceğimizi ve ortaya çıkabilecek başka tepkileri de yanımıza çekeceğimizi söyledik. Bir de bir patron adaylığı durumunda ona da oy istemeyeceğimizi söyledik. Bu Kılıçdaroğlu’nun daha kabul edilebilir olmasıyla ilgili değil.
“Biz tarihsel bir meydan okumadan bahsediyoruz. Ekmeleddin öyle bir meydan okumaydı. Abdullah Gül öyle bir meydan okuma olurdu. Akşener öyle bir meydan okuma olurdu. Kılıçdaroğlu ise bir karşı devrimci siyasetçi değil. En azından şimdilik. Tamam, hepsi aynı sistemi savunuyorlar ama karşı devrim dediğimiz şey bambaşka bir şey. Örneğin Almanya’da sosyal demokrasinin Hitler’in iktidara gelmesinde büyük bir günahı var. Almanya’daki sosyal demokrat bir lidere Hitler’den farksızdır denebilir mi o döneme geri dönsek?
‘MUHALEFET KAZANIRSA BİRDEN FAZLA GÖREVİMİZ VAR’
14 Mayıs’ta Erdoğan kazanırsa TKP nasıl bir sürece girecek? 14 Mayıs’ta Kılıçdaroğlu kazanırsa TKP nasıl bir sürece girecek?
“Nasıl kazandıklarına bağlı olarak işler değişebilir ama Erdoğan kazanırsa TKP toplumun büyük travmayı atlatması için çaba harcayacaktır. Çünkü biz biliyoruz ki bu düzen muhalefeti çökecek. Hem umudu arttırmak hem de mücadeleyi hızla yeniden örgütlemek için görev başında olacağız. Sandığa sıkıştırılmış bir muhalefet tarzının sonuç alamadığının yeniden kanıtlandığını göstereceğiz. Sandık önemsiz değil ama sandığa sıkıştırmamak gerekiyor. Çünkü muhalefet kazanırsa birden fazla görevimiz var. Bu muhalefetin programı baya baya uluslararası sermayenin programı. Bir yandan toplumda bir rahatlama olacak, Erdoğan gitti diye. Bu rahatlama ile kavga etmeyeceğiz. Uyaracağız sakin bir şekilde. Ama atılan her uğursuz hamlenin karşısına dikileceğiz. Öte yandan da AKP döneminde önemli ayrıcalıklar elde etmiş ciddi sayıda sermaye grubu var, tarikatlar var. AKP içerisinde çeşitli kanatlar var. Bürokraside bazı unsurlar var. Bunlar yeni bir mücadele başlatabilirler. Türkiye bir siyasi krize yuvarlanabilir muhalefet kazanırsa.
‘YÖNLENDİRİLMİŞ SOKAK HAREKETLERİ OLABİLİR’
“Muhalefet çok parçalı. Daha şimdiden birbirlerine tırnaklarını geçiriyorlar. Türkiye hm ekonomik hem siyasi bir krizin içerisine yuvarlanabilir. TKP burada bir yandan halk açısından tuzak olabilecek girişimlerin karşısında durmak zorunda. Yani mesela yönlendirilmiş toplumsal hareketler. Bu 2 taraf için de geçerli olabilir. Yani AKP lehine ya da muhalefet lehine. Uluslararası kimi güç merkezlerinin yönlendirmesiyle ortaya çıkabilecek kimi girişimler olabilir. Darbe girişimleri olabilir. Bütün bunların karşısında durmak zorunda TKP. Türkiye’nin önemli gerilim şeylerinde kimlikçi çatışmaların ortaya çıkması. Burada uyanık olmamız gerekir.
“Türkiye’de gerçek bir taraflaşmanın olması gerekiyor. Gerçek bir taraflaşmanın zeminleri de bizim kırmızı çizgimizdir. Emek sermaye çelişkisi gerçek bir taraflaşmadır. İlerici, gerici taraflaşması; inananlar ve inanmayanlar taraflaşması değildir. İlerici ve gerici laikliği savunanlarla imparatorluk özlemi ya da dinsel bir İslami bir düzeni savunanlar arasındaki taraflaşma iyidir. İşbirlikçilerle bağımsızlıkçılar arasındaki taraflaşma iyidir. Bu taraflaşmaları biz destekleyeceğiz. Ama bunun dışındaki mezhep, etnik temelli taraflaşmalar. İşte bir anda AKP despotizmine karşı batıcı NATO’cu bir toplumsal hareketin ortaya çıkması falan. Ya da Sorosçu, başka ülkelerde gördüğümüz hareketlerin ortaya çıkması. TKP bu tuzağa düşmez tuzağa düşülmemesi için de baraj örer. Karamsar bir tablo çiziyor gibi gözüküyor olabiliriz. Ama hakikaten Türkiye’yi zor bir dönem bekliyor. Yalan söyleyemeyiz. Bu zorluklarda kendinizi korumasız, çaresiz, aciz hissediyorsanız TKP’yi destekleyin. Çok net bir şey bu. TKP depremde uzattığı eli her zorlukta uzatır. Ve bir çıkış yoludur.
‘KOMÜNİZM BOLLUK REJİMİDİR
Geçtiğimiz aylarda bir Sosyalist partinin Genel Başkanının kazağı sorun oldu. Sosyalist komünist, kaliteli bir telefon aldığında, ‘sen komünist değil misin?’ ‘Nasıl bu kazağı bu ayakkabıyı giyiyorsun, nasıl bu telefonu kullanıyorsun?’, ‘Komünist çay içer acı kahve içer’ vs. vs. Komünistler zengin olamaz mı, kaliteli bir telefon alamaz mı? Çay yerine machiato içemez mi? Komünistlere insanlara vadettiği hayat bu mu?
“Şimdi 2 boyutu var sorunun. Bir tanesi komünizm, bolluk rejimidir. Refah rejimidir. Tabii ki bugünkü tüketim alışkanlıklarının pompalandığı bir rejim değildir. İnsanların ihtiyaçları sürekli değişir, gelişir. Komünizm bütün bunları karşılıksız sağlayabilecek bir refah toplumudur. Daha oraya çok var ama buraya gidecektir insan. Dolayısıyla komünizm, yoksulluk propagandası yapamaz. Ama bir gerçek var bugün. Dünyanın çok çok çok büyük çoğunluğu yoksul ve anormal yoksul. Şimdi bunun karşısında sosyalizm, komünizm için mücadele eden insanların yaşantısında şunların olması gerekir: Mütevazılık, gösterişten uzak durma, markalardan uzak durmak.
“Ama öte yandan da bir mücadele veriyorsunuz. Bugünkü dünyada size zamanı kazandıracak, rahat hareket etmenizi sağlayacak şeylere de sahip olmanız gerekiyor. Burada son dönemde kazaklar, ayakkabılar, saatler şunlar bunları gündeme getirenler arızalı bir solculuk anlayışı bilip bundan yararlanan sağcılar. Türkiye’de sol yıllarca buna yardımcı olacak tuhaf bir kültürü pompaladı, durdu. Büyük bir hata bu ve insanları ikiyüzlülüğe zorladılar. Özel hayatında farklı ayakkabılar giyip toplumsal siyasal alanda farklı şeyler giymek zorunda kendisini hissetmek iki yüzlülüktür. Buradaki kriter çok basit. Gösterişten uzak, kapitalizmin sunduğu tüketim kalıplarından uzak, marka tutkusundan uzak, sade temiz bir yaşam ve ama sefilce bir şeyin propagandasını yapmak değil. Hele hele siyasetçi, yani göz önünde olan birisi. Temiz giyinmek karşısındakine bir saygıdır. Yani siyaset yapan kişi belki olanakları kısıtlıdır ama temiz giyinebilir. Ama bir siyasetçinin dediğim gibi güvenlik, zaman, verimlilik gibi şeyleri var. Bir telefon, bir siyasetçi için yalnızca bir telefon değil. Güvenlik boyutu var, hızı boyutu var, verimlilik boyutu var. Bir ara benim saatime taktılar. Benim için o bir saat değil sadece. Bir sürü fonksiyonu var.
“Metrobüse binen bir siyasetçi şov yapıyordur bugünkü Türkiye’de. Çünkü bugün Türkiye’de toplu ulaşım aracına binerek siyaset yapan bir kişi zaman yitirir. Önemli olan toplu taşıma aracına binebilme yeteneğidir. Binmekten yüksünmeyecek ahlaki değerdir. Ben toplu taşıma aracına 2 nedenden binemem: Güvenlik ve zamanım yok. ‘Falanca kişiyi minibüste gördük’ Bu iki yüzlülüktür.
“Kullanımın değerini aşan, bir bedeli olan şeylerden uzak durmak gerekir. Mesela kalem yazmak içindir. Ama biliyoruz ki, bazı kalemler uçuk kaçık fiyatlardır. Halbuki aynı görevi görür. Bununla uğraşılmasının kaynağı Türkiye solunun kendisini kurarken yarattığı ilkel görüntü ve ilkel birikimdir. Tersi olduğunda da ‘görüyorsunuz işte pespayeliği’ dediler. Mesela HDP milletvekili kadınlara takmışlardı bir ara. Bakımsız görüntülerini yayınlayıp ‘kadınlıktan çıkmış’ bile dediler. Hadi oradan deyip geçmek lazım. Bir solcu siyasetçiyi devrimciyi yargılayacak olan şey, bizim ne yaptığımızdır, nasıl yaşadığımızdır. Prensiplerimize uygun yaşıyor muyuz? Olanaklarımızı devrimci mücadele için değerlendiriyor muyuz? Ama gidip de birisi 3bin liraya bir gömlek alırsa ben ‘ne yaptın’ derim. Yaklaşık bir aylık bir zehir tüketimi sigara tüketimi ne kadardır bilmiyorum. Ama bu rakamla kendinize iyice bir ayakkabı alırsınız. Hangisinin sorgulanması gerekir tartışma konusu.”
‘DEPREM BÖLGESİ ÇOK ÇETİN BİR KAVGA ALANI OLACAK’
Bir Karadenizli olarak merak ediyorum. Karadeniz’de yıllardır başta Heslere, taş ocaklarına karşı olmak üzere bir çok çevre mücadelesi verildi, verilmeye devam ediyor. TKP’yi çevre mücadelesinde açıkçası çok aktif görmedim. TKP’nin çevre mücadelesi ve Karadeniz’in katledilmesine karşı tavrı sözü nedir?
“Kısmen doğru eleştirin. Biz tabii ki bu mücadelenin içerisindeyiz. Ama yeterli mi? Hayır. Türkiye’deki çevre bilincinin iç dinamiklerindeki sorunları biraz iyi değerlendirmek gerekiyor. Türkiye’de ve çevre hareketinin son 20 yıl içerisindeki zirve noktası biliyorsun Bergama’daki altın. Orada yanlış yerden tutuldu. Büyük sermayeyi uluslararası tekelleri sorgulamak emperyalizmi sorgulamak yerine dar anlamıyla bir çevreci bakış açısı bizim mücadelemizi hep geriye düşürdü. O şirketler Türkiye’deki altını çıkarmak için gelmiş uluslararası tekeller. Bu iddiayı koydular masaya: dediler ki bundan daha temiz bir altın çıkarma yöntemi yok. Bazı örneklerde bu doğruydu. O zaman da şunu sormaya başladı bazı kişiler: ‘Biz altın çıkarmayacak mıyız? Siz bizi yoksul mu bırakmak istiyorsunuz?’ Yanlış kurulan bir zeminde çevre mücadelesi dünyada hep zarar verdi. Bunun en güzel örneği dünyaya çevre mücadelesini yaygın bir şekilde gündeme getiren Yeşiller hareketinin Almanya’da geldiği noktadır. Şimdi NATO’yu en bağnaz bir şekilde savunan saldırgan bir harekete dönüştü.
“Ben bütün çevre hareketlerini bununla itham etmiyorum. Ama zemini doğru kurmak gerekiyor. Antikapitalist karakter taşımayan her çevre hareketinde problem vardır. Çünkü bir noktada iş doğanın tahrip edilip edilmediğine gelir. Halbuki bizim çok daha geniş bir fotoğraftan bakmamız lazım. Şimdi bu açıdan Karadeniz’deki özellikle HES’lerle ilgili duyarlılıklar sağlıklı bir yere doğru gitti. Ve belki de hiç kendilerinden beklenmeyecek kadar, köylüler çok yüksek bir bilinçle hareket ettiler. ‘Biz bu şirketleri istemiyoruz.’ Dediler. Meseleleri sadece dar anlamıyla doğanın tahribine sokmadılar. Türkiye’de çevre hareketleri açısından son dönemde daha sağlıklı bir çizgi gidiyor. Bunu sürdürmek gerekiyor.
“HES’ler RES’ler ya da Türkiye’de inşaat sektörünün çevreye verdiği zararın haddi hesabı yok. Yani kentlerimiz de aslında doğanın bir parçası olmak zorunda. Yani bizim kentlerimizin doğayla, çevreyle kavga etmemesi lazım. TKP aslında bu açıdan geçmişte eksik bıraktığı şeyler üzerinde çok çalışıyor şu anda.
“Özellikle deprem bölgesi çok çetin bir kavga alanı olacak. Çünkü deprem bölgesinde 3 mesele de var. Kent kültürü, doğa ve tarım. Şimdi bu üçü birbiriyle hep çelişkili şeylerdir. TKP bunun üzerinde çalışmaya zaten başlamıştı. Şimdi yoğun bir şekilde çevre bilincinin Türkiye’deki en önemli kavga alanı deprem bölgesi olacak. AKP iktidarı daha şimdiden öyle şeylere başladı ki. Yani çılgınlık, tarımsal alanı yok ediyorlar. Doğayı, kültürü, tarihi insansızlaştırma girişimi var. Yani çok ciddi bir kavga vermek gerekiyor. Tek sevindirici olan şey, deprem bölgesinde bazı yerleşimlerde çok yüksek bir direnç var. Bakalım ne olacak?
“Ben depremde çok kötü oldum hakikaten. Tahmin edebiliyordum, ne ile karşılaşacağımı ama hakikaten bu kadar ağır bir vicdansızlık beklemiyordum. Benim bir özelliğim var. Ben mesela çok kötü bir ajan, çok kötü bir tiyatrocu olurum. Neyse o. Zaman zaman evet beni dışarıdan görenler benim çok öfkeli olduğumu düşünüyorlar. Yakından tanıyanlar da tam tersine.”