Türk futbolu son yıllarda uluslararası arenada düşüş yaşarken içeride hakemler tartışılmaya devam ediyor. Özellikle ligin son haftalarına yaklaştıkça artan tartışmalar Türk futbolunu iyice krize sürüklüyor. Futbolun siyasileştirilmesi, hakem hataları vs üstüste geldiğinde kaybeden Türk futbolu oluyor. Türk futbolunun içinde bulunduğu durumu, hakem camiasının bilinmeyenlerini, FIFA Eski Hakemi Selçuk Dereli ile konuştuk. Ankara’da biraraya geldiğimiz Dereli, Röportajlık’a Türk futbolu ve hakem camiasıyla ilgili çok özel açıklamalar yaptı.
Röportaj: Uğur Temel
Fotoğraf: Merve Gökhan
“YUSUF BAŞKANDAN ÇOK UMUTLUYDUM”
UĞUR TEMEL (UT) Hocam iyi akşamlar. Bizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz. Spor kamuoyu bu sene hakemlerden çok muzdarip. Eski bir hakem olarak size sormak istiyorum, hakemlerin performansı niye düşük?
SELÇUK DERELİ (SD): Hakemlerin performansı niye düşük? Çünkü Türk futbolu iyi yönetilmiyor. Merkez Hakem Kurulu (MHK) Başkanı Yusuf Namoğlu ve ekibine yazık ki bu işi başarılı götüremediler. Ben çok umutluydum Yusuf Başkan’dan; ama bu süreci götüremediler. Hakem atamalarında biraz kafaları karışık, performanstan çok ikili ilişkilerin belirlediği bir atama sistemi var. Hakem, beklediği maçı alamayınca kurula güvenmiyor. Hakem sana güvenmiyorsa, senin hakemine de kimse güvenmez.
UT: Yusuf Namoğlu Hoca’nın eksiği bu mu sadece?
SD: Ben Yusuf Başkan’ın çok mutsuz olduğunu düşünüyorum. İstediklerini, düşündüklerini yapamamanın, iradesini tam ortaya koyamamanın ezikliğini ve sıkıntısını yaşıyor diye düşünüyorum. Çünkü Yusuf Namoğlu’na orada istediği gibi özgür çalışma ortamı yaratılmadığını düşünüyorum. En büyük sorun bu. Bu oradan başlıyor, en alt seviyedeki hakeme kadar gidiyor. Eğitim olarak gidiyor, kendine güven olarak gidiyor. Bakıyorum bazı hakemler çok başarılı maç yönetiyor, verilmesi gereken maç verilmiyor. Benim de orada kafama soru işaretleri geliyor: Acaba, atamayı performans belirlemiyor da başka şeyler mi belirliyor? Bu kötü, bu olmuyor.
“FUTBOLCU, HAKEM SENDİKASI OLMALI”
UT: Ekim 2015’de, Trabzon’da Çağatay Şahan ve ekibi, 5 saate yakın hakem odasında rehin kaldılar. Bu Türk futbolunun utanç gecesiydi.
SD: Tabii ki, kesinlikle.
UT: Ama ertesi gün, bir önceki gece hiçbir şey olmamış gibi maçlar oynandı. Siz, Türkiye Faal Futbol Hakemleri ve Gözlemcileri Derneği (TFFHGD) Eski Genel Başkanısınız. Siz o gün başkan olsaydınız ne yapardınız?
SD: Dernek bazında değil de Türk futbolunun en önemli kuruluşunun sendika bazında olduğunu düşünüyorum. Futbolcuların da, hakemlerin de bir sendikası olması gerektiğini düşünüyorum. Ben Hakem Derneği Genel Başkanı iken, Federasyon Başkanı ile yaptığım görüşmelerde ve Spor Bakanlığı nezdinde yaptığım girişimlerde, o zaman önde olan futbolculardan Ümit Özat başta olmak üzere bazı futbolcularla, hem futbolcu hem hakem sendikası kurulmasını önerecektik. Ama ne yazık ki Türk futbolunda yaşanan depremler de biraz buna mani oldu, bu hayata geçirilemedi. O zamanki federasyonların da işine gelmedi, “Ya hakemlerin sendikası olsa, ‘Yarın biz maça çıkmıyoruz’ derse, biz ne yapacağız?” diye düşündüler. Ama dernek olarak bunu yapmak mümkün değil. Ben sendika olsaydım, benim hakemim orada rehin bırakılsaydı, ben maçlara çıkmazdım, “Protesto ediyorum.” derdim. Kimse de bana etki, baskı yapamazdı.
ALT LİGLERDE TESPİT ETTİĞİM HAKEMLER VAR
UT: Hocam, hakemliği bırakalı kaç yıl oldu?
SD: Hakemliği bırakalı 7 yıl oldu.
UT: Hakemliği bıraktığınızdan beri, özellikle alt liglerde hakem izliyor musunuz? Olası bir MHK görevinde alt liglerden çıkarabileceğiniz hakemleri tespit ediyor musunuz?
SD: Zaman zaman fırsat buldukça maçlara gidip gözlemliyorum. Tespit ettiğim birkaç hakem var. İsimlerini söylemeyeceğim, söylersem o hakemler sıkıntıya girebilir. Sanki aramızda bir bağlantı varmış gibi bir düşünce ile bakılır. İsimleri bende kalsın; ama zamanı gelince söyleyeceğim. Ben buna çok önem veren bir insanım. Bir örnek vermek istiyorum. Bir gün, Erzincan’da aracıma yakıt alıyorum. Pompacı çocuk geldi. Baktım, eli ayağı düzgün, kılık kıyafeti düzgün, fiziği düzgün, belli ki eğitimli de bir çocuk. İlgimi çekti. O zaman ikinci ligdeyim. Baktı ki eşofmanlar içindeyim, “Siz ne iş yapıyorsunuz?” diye sordu. “Futbol hakemiyim.” dedim. Bayağı bir şaşırdı. Çocuğa ne iş yaptığını sordum, “Ben üniversite öğrencisiyim. Aileme katkı için çalışıyorum.” dedi. “Sen futbol oynadın mı?” diye sordum. “Oynadım.” dedi. Baktım fiziği gerçekten iyi, “ Hakem kursu var. Yarın iki fotoğrafınla bana geliyorsun.” dedim, adresimi verdim. Ertesi gün geldi ve hakem kursuna kaydını yaptık ve o çocuk şimdi Türkiye’nin en önemli hakemlerinden bir tanesi.
UT: O hakem kim diye sorsak?
SD: İsmini söylemeyeceğim. Onu incitmemek adına söylemeyeceğim. O isterse paylaşır.
UT: Üst liglerde görev alıyor mu?
SD: Tabii ki. Bu kardeşim gibi birçok ismi daha Türk hakemliğine kattık, kazandırdık. Bu konuda çok dikkatliyim, iyi bir gözlemci olduğumu da düşünüyorum. Hem Süper Lig’de hem PTT Birinci Ligi’nde maçları çok dikkatli izliyorum. Ankara’da fırsat buldukça da maça gidiyorum.
UT: Aklınızda, MHK Başkanlığı ya da MHK üyeliği var mı?
SD: MHK başkanlığı çok onore bir görev, çok önemli bir görev. Ama mevcut düzen içinde ben, Yıldırım Demirören federasyonunda değil MHK Başkanlığı, “Başkan vekilim ol.” dese Demirören, olmam. Çünkü ben bu düzenin bir parçası olmak istemiyorum. Bu düzenin hatalı bir düzen olduğunu düşünüyorum, bu düzenden bir başarı geleceğine inanmıyorum. O yüzden ben o düzenin bir parçası olmam. Yusuf Namoğlu, bu sezon başında beni aradı, UEFA gözlemciliği, Süper Lig gözlemciliği teklif etti, ben kabul etmedim.
UT: Niye?
SD: Mevcut anlayışla bu düzenin bir parçası olmak istemiyorum.
PROFESYONEL HAKEMLİK GEREKLİ Mİ?
UT: Kuddusi Müftüoğlu MHK’si döneminde profesyonel hakemlik başladı ve 9 hakemle sözleşme imzalandı. Siz profesyonel hakemliğe nasıl bakıyorsunuz? Sizce gerekli mi?
SD: Bence gerekli. Profesyonellik iyidir; ama profesyonelliğin gerektirdiği şartları kurmanız lazım. Nasıl kuracaksınız? Üç tane, beş tane hakem profesyonel, geri kalanı değil. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Hakemler arasında “O çok fazla para kazandı, ben az para kazandım.” gibi, dedikodular başlıyor, huzursuzluklar başlıyor. Hakemlerin, futbolcular kadar almasa da, ekonomik gelirleri olması lazım. Çok önemli bir işi icra ediyorlar, refah seviyelerinin belli bir noktaya gelmesi lazım kendilerini bu işe vermek için, kendilerini bu işe adayabilmek için. Ama hakemlik sevgi ya, sadece para için yapılan bir şey değil. O boyut da unutulmamalı. Bu dengeyi kurmak MHK’ye düşüyor. Örneğin; İngiltere’de profesyonel hakemlik çok başarılı oldu. Çok önemli işler yapıldı. Türkiye’de başarılı oldu mu? Olamadı. Türk hakemliğinin sorunu, profesyonel hakemliğin falan gelmesi değil, biraz önce saydığım sıkıntılar. Kardeşim, Yusuf Namoğlu’dan başka MHK başkanlığı yapacak isim yok mu? Var. Niye getirmiyorlar? “Onun adamı, bunun adamı, bana yakın…”“Benim adamım, onun adamı”nı bırakalım, bir işi ehline verelim. Bu zaten genelde Türkiye’nin problemi. Liyakat sistemi yok. Liyakata dayalı bir sistem yok “O bana yakın, bu şunun adamı” olunca iş farklı yerlere gidiyor. İşte Türk futbolunun geldiği nokta ortada. Bu baştan aşağı böyle. Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlık seçimlerinden başlıyor. Bir kişi aday oluyor, karşısına aday çıkamıyor.
“TFF SEÇİMLERİNİ SİYASİ İRADE BELİRLİYOR”
UT: Futbol Federasyonu başkanlığı seçimlerinin siyasi olduğunu düşünüyor musunuz?
SD: Yüzde yüz düşünüyorum, siyasi irade belirliyor. Siyaset geçmiş dönemlerde de müdahil oldu; ama hiçbir dönem bu kadar olmadı.
UT: Peki, MHK başkanı seçiminde siyaset önemli mi?
SD: Kesinlikle öyle. Kuddusi Müftüoğlu örneği ( YN: İktidar partisinin Alanya Belediye Başkanı adayı idi ) Bana şimdi desinler ki “Böyle bir şey yok.” Referandum süreci yaşanıyor. Neden bir tane aktif hakem ya da futbolcu çıkıp “Ben ‘Hayır’ vereceğim.” diyemiyor? Diyemez, çünkü dediği anda biter.
UT: Eski hakem Bünyamin Gezer’le, Kanal D Ana Haber’de bir tartışmanız vardı geçtiğimiz günlerde. Bu iddianızı gündeme getirdiniz. Bu bir iddiamı yoksa elinizde somut delil var mı?
SD: Var tabii İrfan Değirmenci işte.
UT: Hakem olarak var mı?
SD: Bakın, hakemlerin içinde çok “Hayır” diyecek var. Zaten referandumdan hayır çıkacak. Sorun şu: “Neden ‘Hayır’ diyecek insanlar konuşamıyor?” “Evet” diyecekler konuşuyor, “Hayır” diyecekler, konuşamıyor. Çünkü ortada siyasi baskı var. Ahmet Hakan’ın programında anlatmak istediğim buydu işte. İrfan Değirmenci, “Hayır” diyeceğini açıkladı, kanaldan kovuldu, ilişiği kesildi. Peki “Evet” diyen Fatih Çekirge’ye ne oldu? Devam ediyor. Nerede o zaman adalet? Mahalle baskısı var.
UT: Ben tekrardan biraz önceki soruma geleceğim. Hakemler arasında “Hayır” diyeceğini açıklayan olursa, görev alamayacak olan var mıdır?
SD: “Hayır” diyeceğini açıkladığı an büyük sıkıntı yaşarlar. Biliyorum, görüştüğüm insanlar var içlerinde. Çok “hayır” diyecek olan var. Bu tasarı geçmez zaten.
UT: Hocam, MHK ve Kulüpler Birliği ısrarla “video hakem” sistemini istiyorlar. Ülkemizde ve yurtdışında çok kritik maçlarda görev aldınız, çok tecrübeli bir isimsiniz. Size sormak istiyorum. Video hakem sistemi, Türk hakemliğinin kurtuluşu mudur? Hatalar ortadan kalkacak mı böylece?
SD: Kurtuluşu değildir. Hatalar azalır; ama ortadan kalkmaz. Video hakem uygulamasının nasıl yapılacağı da çok önemli. Ben bunu köşe yazılarımda çok önerdim. İlave çizgi hakemliği uygulamasını köşe yazılarımda öneren kişiyim ve destekledim. Video hakem uygulaması ile ilgili beyanatlarım var hem televizyonda hem gazetede. Hakemlik teknolojiden yararlanmalıdır. Ben hakem iken içimden ah çekerdim, “İmkan olsa da şu pozisyonu bir kez daha izleyebilsem.” diye.
UT: Ama hocam futbol hatalar oyunu değil midir?
SD: Öyledir, futbol hatalar oyunudur. Ancak şu da vardır; maçta kırılma anı yaşanan pozisyonlar olur. Bu maçta bir olur, bazı maçta iki kez olur. Yardımcı hakeme bakıyorsun, o pozisyonu göremiyor, belli ki hakim değil. Senin önüne bir oyuncu geliyor, pozisyonu tespit edemiyorsun ya da emin değilsin çok hızlı olduğu için. Bir kez daha izleme şansının -bir maçta iki kere üç kereyi geçmeyecek şekilde, basketbolda uygulanan şekliyle- gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Kesinlikle fayda sağlar. Biter mi hatalar? Bitmez. Çünkü orada izlediğinde de kamera açısı kötüyse orada da karar veremeyecek. Belki doğru verdiğini değiştirip, yanlış karar verecek. Tartışmalar bitmez.
“HAKEM KLASMANLARINI SİYASİLER BELİRLİYOR”
UT: Yurtdışında çok rahat maç çıkartan hakemlerimiz, ne yazık ki ülkemizde o kadar rahat maç çıkartamıyorlar. Bunun sebebi ne olabilir?
SD: Türkiye’de hakemler üzerinde çok ciddi bir baskı var. İktidar olan siyasi partinin yapmış olduğu baskı ve futbolun kendi içindeki dinamiklerinin yapmış olduğu baskı var. İşte buna direnebilen hakem, buna çok iyi direnç gösterebilen hakem, çok başarılı bir hakem olur. Fark edilir, farkını hissettirir. Ama birçok şeye siyasi erk karar veriyor şu an mevcut yapı içinde. Hakemlerin klasmanlarının belirlenmesinde siyasiler karar veriyor. Çıksın bir kişi aksini iddia etsin. Bu çok net ortada, bunları görüyoruz. Türkiye’de bir takımın teknik direktörüne siyasi irade karar veriyor. İsim de söyleyebilirim; ama şu an söylemek istemiyorum. Bir spor bakanının, kulüplere kaç tane teknik direktör ayarladığını ben biliyorum. Çok girmek istemiyorum bu konulara. Bu anlayış değişmeli. Türkiye’de bunlar olunca, hakemler üzerindeki baskı artıyor. Hakemler maça, kafaları rahat çıkamıyorlar. Rahat çıkmayınca sıkıntı yaşıyor. Yurt dışına gittiklerinde kafa daha rahat. İki tane takım var; çıkıyor, maçını yönetiyor, Türkiye’ye dönüyor. Ama bazı hakemlerimizin kötü maç yönettiği biliyorum Avrupa’da. Mesala, Cüneyt Çakır’ın yönettiği maçta, bir buçuk metre dışarıdaki pozisyonu -Sevilla idi yanlış hatırlamıyorsam- lehine penaltı verdiğini hatırlıyorum. Ama basın işlemediği için sanki orada iyiymiş gibi geliyor, biraz da o algı var. Ama Türkiye’deki baskı çok fazla.
UT: Kulüp başkanları kamuoyu önünde bazı hakemleri istemediklerini ilan ediyorlar ya da tam tersi, Fırat Aydınus örneğinde olduğu gibi, kulüp başkanı hakemi koruyan açıklamalar yapıyor. Federasyon’un MHK’nin ve Hakem Derneği başkanının sesi çıkmıyor. Kulüp başkanları bu gücü nereden alıyor?
SD: Kulüp başkanı bu gücü nereden alıyor? Şimdi öyle bir yapı var ki, özellikle dört büyük kulüpten bahsediyorum. Ama üç büyük kulüp daha belirleyici. Niye? Bugün, Türkiye’de MHK Başkanı’na, üç büyük kulüpten en az ikisinin karar verdiği oluyor. Bakın delege yapısı var, o kulüplerin seçimlerde delege gücü ellerinde. Çok şampiyonluk alan kulüplerin delege sayısı fazla, delege sayısı fazla olunca söz hakkın da fazla ve o konuda belirleyici oluyor. Aslında delege sisteminde bir yanlışlık var. Yani düşünebiliyor musunuz? Ben hakemliği bıraktığım an Türkiye’nin en önde hakemiydim, Hakemler Derneği genel başkanlığı yaptım, Avrupa’da sayısız maç yönettim. Ama benim Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlık seçiminde oy hakkım yok. Nasıl olamaz? Ama bir kulübün malzemecisi oy kullanabiliyor ya da bir kulübün futbolla çok fazla ilgisi olmayan bir yöneticisi ya da bir üyesi gelip orada delege olabiliyor. İşte onların belirlediği, o delege yapısının belirlediği anlayış, tablo da bu oluyor, anlatabiliyor muyum? Üç büyük kulübün bu anlamda çok büyük ağırlığı var, belirleyici. Korkuyor MHK’yi yönetenler, çekiniyorlar. Karşılarına almak istemiyorlar, o yüzden “Bir hakemi istemiyoruz.” derlerse gönderemiyorlar.
UT: Yusuf Namoğlu “Demirören’le çalışmayacağım.” dediği halde şuan Demirören federasyonunun MHK başkanı. Bu tutarsızlığı neye bağlıyorsunuz?
SD: Sorunumuz da bu zaten, tutarlı davranabilmek, tutarlı olabilmek. Ama ben her şeye rağmen Yusuf Namoğlu’nun gerçekten iyi şeyler yapmaya çalıştığını düşünüyorum. Ama ona o imkan verilmiyor bence, rahat çalışacağı fırsat verilmiyor.
UT: Fırsat mı verilmiyor?
SD: Ben öyle görüyorum.
UT: Hakem Derneği başkanı şu anda Abdurrrahman Arıcı hocamız. Eski hakem, doktor; ama aynı zamanda bir siyasetçi. Antalyaspor taraftarı. Hatta, Antalyaspor’da yapılan imza törenine gidebilecek kadar koyu bir taraftar.
SD: Düşünebiliyor musunuz, imza masasında oturdu, bu nasıl bir şey? Hal böyle olunca siyaset sporun içinde mi değil mi?
UT: Ama aynı Abdurrahman Arıcı, hakemlikle ilgili bir aktivitede yok. Bu hakem derneği başkanının biat ettiğine bir örnek midir?
SD: Elbette örnektir. Türkiye’de siyasetin futbolun içine nasıl girdiğinin en büyük örneğidir. Ne yazık ki bunlar yaşanıyor. Yani bakıyorsun sen, hakemler odalara kilitleniyor, Hakem Derneği başkanı ortada yok; ama Antalyaspor’un transfer töreninde masa’da oturuyor. “Neredesin?” derler adama. Sen hakemlerin derdinde yoksun; ama kendi memleketinin takımının transferinde masadasın. O zaman git sen sadece siyasetle uğraş, niye bu işlerle uğraşıyorsun? Kimse de demiyor, sorgulayan yok. Futbolu yönetenlerin bunu sorgulaması lazım; ama işlerine gelmez. Çekinirler, korkarlar.
“CÜNEYT ÇAKIR TAKINTIM HİÇBİR ZAMAN OLMADI”
UT: Hakem camiası içinde bazı kesimlerce, Cüneyt Çakır ile bir husumet yaşadığınız düşüncesi hakim. Bu yüzden Sayın Çakır’ın “sallandığı” maçlardan sonraki gazetedeki yorumlarınızın çok sert olduğu dilendiriliyor. Gerçekten böyle mi? Soruyu hiç dolandırmadan soracağım. Selçuk Dereli’de, Cüneyt Çakır takıntısı var mı?
SD: Bende Cüneyt Çakır takıntısı hiçbir zaman olmadı. Benim Cüneyt Çakır ile kişisel olarak hiçbir problemim olmadı. Cüneyt Çakır’ın getiriliş şekliyle ilgili, onu oraya getiren insanlara yaptığım eleştiriler vardı. Bu Cüneyt Çakır ya da başka birisi de olabilirdi. Cüneyt Çakır “Beni buraya getirdiniz. Hayır, getirmeyin.” mi diyecekti? Keşke onu diyebilecek olgunlukta birilerini bulabilsek; ama yok. Şimdi, Cüneyt’le benim hiçbir sorunum olmadı bu anlamda. Ama babası dersen, babası Serdar Çakır’ın futbol hakemliğine çok büyük zararlar verdiğini düşünüyorum.
“SERDAR ÇAKIR FUTBOL HAKEMLİĞİNE ÇOK BÜYÜK ZARARLAR VERDİ”
UT: Ne gibi?
SD: Ne gibi? Örneğin, hakkında çıkan iddialar ortada Serdar Çakır’ın. Bir kadın hakemle, telefon yazışmaları iddiası var ortada, bunlar benim söylediğim şeyler değil. Basına yansıyan o hakemin iddiaları bunlar. Bunları medyada takip edebilirsiniz. Yani Türk futboluna katkı sağlamadığını düşünürüm babasının. Ama Cüneyt Çakır takıntım olmadı, olamaz da. Benim Cüneyt Çakır’ı başarılı olduğu maçlarda öven ve başarılı maç yönettiğini söylediğim birçok yazım ve televizyonda konuşmam var. Ben, önceki dönem hakemlik yapmış tecrübeli ağabeyleri olarak, kötü maç yöneten hakeme eleştirilerimi ağır bir şekilde yapmışımdır. Cüneyt Çakır’a da yapmışımdır. Ama iyi yönettiği maçlarda da tebrik ettiğim yazılarım hem Sözcü Gazetesi’nde hem de Milliyet gazetesinde vardır. Dünya Kupasında yönettiği başarılı maçlardan sonra tebrik yazılarım vardır, hatasız maç yönettiğini söylediğim yazılarım da vardır.
UT: Peki Cüneyt Hoca Süper Lig’de son iki maçında ( Y.N: Röportaj Şubat 15 tarihi itibarıyla yapılmıştır. ) çok da iyi performans sergileyemedi.
SD: Uzun süredir kötü gidiyor.
“TÜRK FUTBOL HAKEMLİĞİ GRUPLARA AYRILDI”
UT: Acaba devamlı maç almasından dolayı bir mental yorgunluk olabilir mi?
SD: Olabilir. Ama Cüneyt diyecek ki “Bana biraz görev vermeyin.” Görev verilmeyince alınıyor. Cüneyt yanlış yapıyor. Cüneyt Çakır bir şans yakalamış bana yapılan operasyondan sonra. Bana bir operasyon yapıldı, emeğim çalındı ve ondan sonra oraya Cüneyt Çakır getirildi, bunu herkes biliyor. Bu işi ben Cüneyt Çakır ile kişileştirmiyorum hani, bir başkası da getirilebilirdi. O yüzden şu çok önemli bir şey yani MHK. Cüneyt Çakır’a zarar veriyor, aslında ona her hafta maç vererek. Cezalık not alıyor, ceza vermiyor. Cüneyt Çakır’a ceza vermiyorsun, Hüseyin Göçek’e ceza veriyorsun, öbür hakeme ceza veriyorsun. Bu defa diyor ki hakemler “Cüneyt Çakır korunuyor mu?” Örnek hakem başarılı olan insandır. Örnek hakem gençler tarafından takip edilen insandır. Türk futbol hakemliği gruplara ayrıldı, gruplara bölündü. Bakın bunlar çok önemli şeyler. Türk futbol hakemliğini gruba ayıran zihniyet belli. Cüneyt Çakır ve çevresinde babasının oluşturduğu bir yapı, bir de onlara karşı olan bir yapı var. Türk futbol hakemliği gruplara ayrılırsa bu işten başarı çıkar mı? Çıkmaz. Cüneyt Çakır’a karşı olan hakeme, Serdar Çakır’a yakın olan gözlemci gidiyor, ona göre not veriyor. Öbürüne sempati duyan gidiyor, kötü maç yönetse bile iyi not veriyor. Böyle bir şey olabilir mi ya? Türk futbol hakemliği nereye geldi? İşte bunlar kötü. Cüneyt Çakır şu an ağabeydir, klasman olarak önde bulunan insandır. Bu camiada toparlayıcılık rolünü üstlenmesi gereken insandır. Hakemliğin tamamını kucaklayacak, birleştirecek.
UT: Çok genç yaşta FIFA hakemi olmak, en üst klasmanda maç yönetmek doğru mu sizce? Bu örneği Sadık Deda Hoca’nın oğlu Cem Deda’da görmüştük. Bir hakemin Süper Lig’te maç yönetme yaşı kaç olmalı?
SD: Avrupa’da bunun çok örneği var. Bence, hakem kabiliyetli, yetenekli ve daha aşağıdan maç tecrübesi alarak -örneğin Avrupa’da bazı ülkelerde 16 yaşında başlanabiliyor-gelse hakemliğe, o tecrübe ile gelebilse maç tecrübesi ile zorlanmaz, hakemlikte başarılı bir seviyeye gelebilir. Tecrübe önemli bir belirleyici. Bizde, bazen bu tecrübe elde edilmeden de adamına göre, siyasi iktidara yakınlığına göre belirlemeler yapılıyor. Mesala Ivan Babek. Ben UEFA’nın talent programına (yetenekli hakem programı) katılan ve bitiren ilk Türk hakemiyim. Kuddusi (Müftüoğlu) gitmişti önce, başarılı olamadı ve geldi, ben gittim ve ilk bitiren Türk hakemiyim ben. Yetenekli hakem programında Ivan Babek vardı, Viktor Kassai vardı, şu an önde bulunan hakemler. Mesala Ivan Babek çok genç yaşta gelmişti. Babek son Fenerbahçe maçı hariç –biliyorsunuz, çok kötü bir maç yönetti- fena maçlar yönetmedi, iyi noktalara geldi. Cem Deda örneğinde ise, Cem iyi bir hakem olurdu. İyi bir arkadaştı, devam etmesini çok isterdim; ama futbolun içerisindeki bazı dengeler onu saf dışı bıraktı.
“TOLGA ÖZKALFA’NIN AKRABALIK İLİŞKİLERİ VAR”
UT: Tolga Özkalfa, kamuoyuna göre çok fahiş hatalar yapmasına rağmen üst üste maç alamaya devam ediyor.
SD: İşte akrabalık ilişkileri, adamına göre siyasi iktidara yakınlığına göre belirlenirse işler hal böyle oluyor. Tolga’nın akrabalık ilişkileri olduğu kişiler var.
UT: Kimdir Tolga Özkalfa’nın akrabalık ilişkileri?
SD: İzmir’den ağabeyleri var. Olayı kişiselleştirmek istemiyorum. Ünsal Çimen’in (Eski Süper Lig hakemi Y.N) akrabası diye biliyorum. İşte oradaki yakın ilişkiler… Bunlar belirleyici olmamalı, performans belirleyici olmalı. Bırakalım, emek veren hak ettiği yere gelsin kardeşim. Niye getirilmiyor ya? Türkiye’de ikinci lig’te, üçüncü lig’te beni arayıp ağlayan hakemler var. “Hocam bizim emeğimizi çalıyorlar, sana yapılan operasyonun bir diğerini bize yapıyorlar. Kötü olan hakem maça gidiyor. Hepsi için söylemiyoruz; ama biz hak ediyoruz. Siyasi tanıdığımız olmadığı için, akrabamız, eşimiz, dostumuz olamadığı için, babamız hakem olamadığı için bize şans verilmiyor.” diyorlar bana. Bu çok üzüntü verici birşey. Bundan kurtarmak lazım Türk hakemliğini. Tolga, “Tolga hala Kalfa” diye yazı başlıklarım var. Hâlâ da maç vermeye devam ediyorlar. Nedir, anlamıyorum. Yok mu aşağıdan gelen? Bakın Umut Meler. İyi bir sezon geçiriyor, Bursaspor- Fenerbahçe maçında hatalar da yaptı. Ama böyle çocuklarla devam edilmesi lazım, destek olmak lazım. Zaten Tolga da hata yapıyor, bari genci ver, bırak onu kazanalım. Kaybetmeden ver.
UT: Hocam, Hakemlikte bir yaş sınırı tutturmuşlar gidiyorlar.
SD: Koşabildiği sürece yönetebilmeli. Bizde testlerde koşamayan hakemleri idare ediyor MHK, olur mu böyle bir şey? En son UEFA testinde, FIFA hakemimiz koşamadı, biliyorsunuz, ceza aldı Fırat Aydınus. Performans olarak, kondüsyon olarak hazır olan kişide bence son sınır olmaması lazım. Ama bizde 40 yaşındaki hakemlerin bazıları koşamıyor, koştu gösteriliyor. Bu da üzüyor bizi, biz bunları görüyoruz, olmaz.
ÇOK TARTIŞILAN MAÇ: DENİZLİSPOR – FENERBAHÇE
UT: Hocam son sorum; Denizlispor- Fenerbahçe maçı olacak. Roportajlık.com’un sosyal medya hesabına gelen sizinle ilgili sorularda, en çok sorulması istenen soru bu konu ile ilgili oldu. Roportajlik.com takipçileri derlerki, “Selçuk Dereli Hoca, o gün maçı niye iptal etmedi?” Gerçekten maçın iptal edilmesi gereken bir durum var mıydı Denizli’de?
SD: Gerçekten maçın iptal edilmesi gereken bir durum olsaydı, ben maçı iptal ederdim. Ben bu, Denizli-Fenerbahçe maçını çok konuştuğum için, artık ben de konuşmaktan yoruldum. O gün, maçlar aynı saatte başladığı için, sarkmasını isteyen iki takım vardı sahada. Biri Denizlispor’du, diğeri Fenerbahçe idi. Neden Fenerbahçe de istiyordu? Çünkü Denizlispor’un küme düşmemesi noktasında “Durum belli olsun da, biz de bakarız duruma.” havası vardı. Tribünden sahaya atılan maddeler, kağıt parçaları, konfeti idi. Yani oyuncuların sağlığını tehlikeye sokan, yaralayıcı herhangi bir şey yoktu. Amaç zaman geçirmekti. Bunun da karşılığı raporuna yazarsın, takımlara ceza verilir. Biz raporu yazdık, gönderdik, öbür sezon başında da o ceza tebliği yapıldı. Dolayısıyla, biz orada kuralları uyguladık. Maçı 90 dakika, oynanmayan süreleri de cesaretle oynatıp 90 dakika oynattım. +16 dakika ancak, o 16 dakikanın 10 dakikası oynanmayan süre, 6 dakikası oyuncu değişikliği, sakatlıklardan dolayı geçen süre. Normalde 6 dakika eklenen süre; ama 10 dakika oyun durduğu için, işte konfetiyi temizlettik, devam ettik. Kuralları uyguladık ve hakemlik hayatımda aldığım en yüksek notu aldım ben o maçta, gözlemci değerlendirmesinde. Gözlemci, yanlış hatırlamıyorsam Ali Uluyol ile rahmetli Musa Eryılmaz’dı. En yüksek not o zaman 10 üzerinden ya 9 idi ya da 9.5 idi.
UT: Hocam, röportaj teklifimizi kabul edip, bizi konuk ettiğiniz için teşekkür ederiz.
SD: Ben teşekkür ediyorum.