Özel içerik:

THTM 3. Genel Kurulu toplandı: “NATO’ya karşı mücadele sürecek”

Ankara - Haber MerkeziTürkiye Halk Temsilcileri Meclisi’nin (THTM) üçüncü...

ABD ablukasına 60 yıldır direniyorlar! Küba heyeti Türkiye’de

Ercan Küçük Soykırım seviyesine ulaşan ve 60 yılı aşkın süredir...

Sanal kumar bağımlılığı! Zafer Partili Aslan uyardı:  Her 10 çocuktan 8’i…

Zafer Partisi Genel Başkan Yardımcısı Esmaül Hüsna Aslan, dijital...

Hayko Cepkin, Armağan Çağlayan’a Konuştu

Rock müziğin sevilen ismi Hayko Cepkin “Büyük kazanç hırsının içinde olmak istemiyorum” diyerek İstanbul’dan uzaklaştı. Selçuk’a yerleşme kararı alan müzisyenle müziği, hayran kitlesi, magazin dünyası, azınlık olma hali ve toplumun öfkeli halleri üzerine sohbetteydik…

Niye bırakıp gittiniz İstanbul’u?
Çünkü burası artık koskocaman bir şantiye bölgesiyle beraber, herkesin “Boğulacaksak büyükşehirde boğulalım” mantığıyla göç ettiği bir nokta oldu. Bu sebeple herkesin en seçilmiş, en tehlikeli adamı büyükşehirlere yerleşmeye başladı. Saf ve temiz olanlar hâlâ kendi yerlerinde kalmaya devam ediyor. Ama büyük başarı, büyük para, büyük kazanç, hırsı olanlar büyükşehirlerde daha çok tehlike yaratmaya başladı. Ben o hırsın içinde olmak istemiyorum. Yaşamsal olarak öyle bir hırsım yok çünkü. Küçük bir yerde büyüdüm. Küçük yerde sivri ve tanınmış bir insan olmak, büyük yerde kaybolmaktan daha zordur aslında.

Anlayamadım, küçük yerde sivri olmak?
Büyük yerde kaybolmaktan daha zordur.

Niye? Küçük bir yer olduğu için çok daha çabuk sivrilebiliyorsun.?
Ama işte o daha zordur. Çünkü küçük yerin insanı, o sivrilen insanı çok çabuk yargılar, infaz eder. Küçük yerin de derdi çok, büyük yerin de derdi bok. Ama sonuç itibariyle büyük yerde milyonlarca kavga etme potansiyelin var, milyonlarca adam var. Küçük yerde binlerce insan yaşıyor ve binlerce insan genel olarak akraba. Benim kendime eğittiğim nokta bu: Büyük yerde bir sürü adamla mücadele edeceğime, küçük yerde mücadele edeceğim adam birinin kesin tanıdığı çıkma ihtimali olmasından kelli, mücadele etmeden önce konuşmayı deniyorum. Çünkü kesin bir tanıdığımız var arada. Yani, kavga etmiyorum kimseyle. Burada kavga ediyordum.

Siz nereye yerleştiniz? Kuşadası’na mı?
Selçuk’a… Kuşadası’nda şimdi kiralık olarak oturuyorum. Ama yerimi Selçuk’tan aldım esasında. Orayı kendi evimi yaptım.

Çiftlik falan mı öyle hani, başka bir hayat?
Çiçek, böcek, ağaç… O kafayla yerleştim. Çünkü insandan çok hayvanla muhatap olmak istiyorum. Bir sürü insanla muhatap olacağıma, belirli tanıdığım sevdiğim insanla muhatap olup, daha fazla hayvanın yanımda olmasını tercih ediyorum.

Bu ‘Bebelere Balon’ projesi bir tepki projesi mi? Sanki ben biraz öyle algıladım…
Tepkisel değil, kültür merkezinde yapılması kolay bir iş değil o. Kültür merkezine sokmaya çalıştığın zaman oturma gruplu bir yer. Oturma grubu benim seyircime uygun bir hal değil. Millet kudurmak istiyor. Koltukların üzerinde zıpladıklarını, oraya zarar verdiklerini görüyorum. Bizim çaldığımız desibelden kesin o kültür merkezinden aplikler dökülüyor varsa, ki pıt pıt pıt indiğini görüyoruz. Ama önemli mi, yapılır. Bilmem ne mi, takılır falan filan ama. Bu çocuklar da şeyi merak ediyorlar, İstanbul’da garajistanbul nasıl bir mekân yani? Bu herifler buraya hiç giremiyor. Hakları yok, 18 yaş sınırı olduğu için. “Mekânda legal olarak alkolsüz bir gece yapılabilir mi?” diye konuştuk. Yapılabiliyormuş. Böylece onları o mekân içerisine davet edip oranın nasıl bir yer olduğunu göstermek istedik. Bu işin tepkisi şurada: Bu yeni nesil çok fazla asosyalleştirilmeye çalıştırıldığından kelli aslında bilgisayar manyağı oluyorlar. Ve herhangi bir marka adı altında insanlara, gruplara, yani müzisyenlere vesairelere belirli bir ücret karşılığında konser yaptırıp internet üzerinden yayımlanıyor. İşte “Şu grubu da misler gibi seyrettim” demeye başlayacak yeni nesil. Ben hiç yapmadım bunu. Ben zaten merak edilen bir projeyim ve beni canlı seyretmesi gerekiyor. Sosyalleşmek dediğin şey ne? Omuz omuza, terleyerek, beraber kudurarak, çarpıştığın adamla sosyalleşerek, tanışarak, “Merhaba” diyerek ya da kavga ederek tanışıyorsun. Sonuç itibariyle bu insan olmanın içerisinde var olan bir şey. Bu tamamen yok olacaksa artık ne konser kalır, ne festival alanı kalır! Ben o çocukları terlemeye davet ediyorum yani.

Ben bilmiyordum böyle evden konser olduğunu.
Ciddi misin?

İlk defa geçen hafta öğrendim. Onun sponsorları varmış.
Ne fark eder? Bu neye benziyor biliyor musun? Turistik bölgede turist geldi diye 3 liralık halıyı 40 liraya kakalayan, o gün mutlu olmaya çalışan var ya, o turist sonra gelip halı satın almıyor diye sonra da dert yanıyor! Buna benziyor. İleriyi görmüyor, anlık para kazanmaya çalışıyor. O sponsordan bir konser parası veya 10 konserlik bir ‘internet konserciliği’ anlaşması yapsan ne olacak ki?  10 konser yapsan zengin mi oluyorsun? Olmuyorsun. Günlük kazanç peşinde değilim ben. İleriye yatırım olması gerekiyor. Elimde bir tek seyircim kaldı. Albüm satışım yok. İşte televizyonda yayın şeylerin yok. Zamanla bunların hepsi kaybolacak!

Nasıl yayın şeylerin yok?
Televizyonculuk bitti. Klibi çekiyorsun. Yayınlayacak kanalın netice itibariyle yok sayılır. Zaten senin kitlen oturup da eskisi gibi “Ooo klibin ne zaman çıkacak” diye takip etmiyor. Televizyona ihtiyacın yok zaten. Kendi sosyal kanallarından istediğin herkese ulaşabilirsin. Şu anda zaten yaptığımız şey bu. Televizyonda çok gözüken bir herif olmamama rağmen, televizyonda çok gözüken bir adamı alt grubum olarak çıkaracak bir kapasitem var festivallerde. Bu da çok güçlü bir şey. Ama elimde bir tek karşımda terleyen seyirci kaldı. Bilet satın alıp bizi konser alanında seyredebilecek terli seyirciye ihtiyacımız var. Başka bir şeyimiz kalmadı. O da biterse, dediğim gibi kamera karşısında o sponsorla anlaşıp herkes sallanacak. Kim neyi tercih ediyorsa… Ben bunu tercih etmiyorum!

Belki de bir zaman gelecek, hepiniz onu tercih etmek zorunda kalacaksınız.
İşte mücadele edebildiğin kadar mücadele edeceksin! Ben en azından mücadele edenlerleyim. Ben seyircime diyorum ki, “Konsere gelmeden önce yedek tişört getirin.” Terleyeceksiniz, terlemeniz gerekiyor.

Başka bir seyirci mi var artık?
Benim mi?

Genel olarak.
Valla benim 10 senedir sürüklediğim seyirci aynı. 10 senedir benimle yola çıkıp da hâlâ vazgeçmeden o yolda benimle gelen bir 10 yıllık seyircim var. Ama rütbe değişiyor. Şimdi daha genç olanlar en önde, en vahşiler, en bağırıp çağıranlar. Sonra onun bir level arkaları, görmek isteyip ama o kadar kudurmak istemeyenler, ama katılımcı olanlar. Bir de daha da arkaları, rütbesi daha da büyüyüp yaşını alanlar.

Turistik geziye gelenler…
Yok, yaşını biraz daha almış, olgunlaşmış. “Önceliği gençlere bırakıyorum” diyenler. Ve en arkadakiler, “Ne oluyor orada”cılar var. Seyircinin bu manada değiştiğini gördüm. Şimdi önleri tekrardan tazelemek gerekiyor. Arkaları dolduralım beyler gibisinden.

Azınlık olarak Türkiye’de yaşamak çok mu zor?
Şu anda daha zor. Yani ne olarak zor. Şu anda ben artık azınlık değilim ya. Şu anda benimle beraber bir sürü insandan, daha az azınlık oldum. Eskiden ben azınlıktım, şimdi siz de azınlık oldunuz. Oh diyorum, artık benimle beraber aynı şeyleri paylaşabilirsiniz gibi bir durum. Ben o Ermenilik kısmını pek yaşamadım. Mahallede kimse sormadı bana kim olduğumu. İsmimim sadece garip olduğunu düşünüyorlardı. Ermeni dedim mi “Heaa” diyorlardı. Yani kimsenin üzerinde durduğu bir mesele değildi. Şimdi herkes birbirine soruyor: “Nerelisin? Mezhebin ne? Konun ne? Kolun ne? Bacağın ne? Nereye bağlısın? Musevi misin? Yahudi misin? İsmin niye öyle? Falan filan… Böyle bir sorgu durumu var. Bu getirilmeye çalışılan bir politikaydı zaten. Şimdi herkes birbirinin kütük bilgisini almadan muhabbete geçmiyor. Öyle saçma bir durum var. Ben şimdi kendimi daha da fazla azınlık olarak hissetmiyorum. Mevcut çoğalmış azınlık içerisindeki, onlarla beraber rolünü oynayan bir adamım.

Rolünü derken?
Azınlık rolünü. Eğer azınlık olarak bir rol verdilerse bana, şimdi o rolü başkalarına da yüklediler. Onlarla beraber, eskiden sadece bendim. Belki de sadece figürandım, belki de başrolüydüm azınlığın. Şimdi onlarla beraber kaynadım.

Siz Hayko Bağdat ile karışan Hayko’sunuz…
Evet, (gülüyor)

O yüzden çok küfür mü yiyorsunuz?
Geçen şey oldu, çok tepki geldi. Kanaldaki haber programı radyodan da yayınlanıyor büyük ihtimalle. CNN’de. Spiker de “Hayko, Hayko” diye konuşuyor. Hayko da yardırıyor böyle alevli alevli. Herhalde ben miyim diye haberler gelince, spiker “Şimdi Hayko Bağdat ile beraberiz, radyodan dinleyen sevgili dostlara” dedi. Geçen şey dedim geyiğine, “Birimizi vurmaya kalkacaklar, yanlışlıkla ya sen alta gideceksin, ya ben üste çıkacağım” dedim yani. Karıştıracaklar onun yüzünden, değiştirsinler yahu.

Değil mi, ismini değiştirsin… 
Birimiz değiştirsin. Hiç bulunmayan bir isim, ikisi de ünlü olur mu yahu. Anladın mı? Memlekette toplasan beş tane Hayko vardır, bir tanesi tavernacı o da tanınıyor, o da ünlü. Bir ben varım, bir de Hayko Bağdat. Ayıptır yahu. (gülüyor) Ama iyi biz ti’ye aldığımız için güzel makara dönüyor orada Hayko ile.

Belki size diye ona da yazıyorlardır.
Tabii canım. Ona bazen çok sevdiğini söylüyorlar. Kesin bana değildir diye bana paslıyormuş. Ben de sesimi çıkarmıyorum, kesin bana değildir ama hoşuma gidiyor diyor. Yine de gururum okşanıyor diyor.

BEN UMUTSUZ TARAFTANIM

Umutsuz musunuz gelecekten?
Ben umutsuz taraftanım, negatif bakanlardanım. Finale hazırlanmak isteyenlerdenim. Survivor’cılardanım; panik odası yaratıp, herhangi bir durum olduğunda kurtarabileceğim kadar adamı kurtarabilecek bir hayat planlıyorum.

Ben de umutlu değilim ama o kadar da değilim galiba…
Ben öyle bakıyorum. Burada çok kritik bir kilit noktasıyla karşılaşacağız. Kimsenin tahmin etmediği… Ve orada belki yepyeni bir  kapı açılabilir. O zaman belki kurtarabiliriz gidişatımızı. Ama pek sanmıyorum. Çünkü bu dünya geneli… Sadece memleketimiz üzerinden konuşmam yani. Bir adam Fransa’dan şikâyetçi, öbürü Almanya’dan… Dünya genelinde herkeste bir çöküş var. Ekonomik çöküş zaten dünya üzerinde genel mutsuzluk manasını taşır. Yaşadığın her şey tamamen ekonominin olmaması, insanların mutsuz olması, kazanamaması, o kâğıt parçasını elde edememesi üzerine kurulu yani. Tamamen mutsuzluk bunun üstüne kurulu.

Türkiye’deki mutsuzluk çok fazla ekonomik mutsuzluk üzerine kurulu değil ama bence…
Yüzde 90 bence öyle. Ekonomisi iyi olmayan bir adam mutsuz bir adam oluyor. Evini iyi geçindiremeyen bir adam mutsuz bir adam oluyor.

Sanki Türkiye’deki mutsuzluk daha çok baskıya karşı…
O politik kısmı. Yani maddeler maddeler sayabilirsin. Ben full genele bakıyorum, o zaman da ekonomi… Şu anda baskılara karşı olan, üzerime yürütülen rejime karşı olan, ne yapman, nasıl durman, nasıl hareket etmen, ne söylemen gerektiğinden bahseden o hükümet ayrı bir şey. Ama bunlarla mücadele eden adam bile gene ekonomisinden şikâyetçi. Refah o adamın işi değil. Ekonomisi yine rahatsız o adamın. Belki ekonomik refahı olsaydı bazı şeyleri daha çabuk kabul ettirebilirlerdi diye düşünüyorum.

Sizin şiddetli ve güçlü bir müziğiniz var. Başka bir kitleye hitap ediyorsunuz aslında. Bir ‘ayin’, bir ‘ritüel’ gibi… Belki onun altında biraz gençlerin kendini tatmin etme duygusu, belki içindeki şiddeti dışarı çıkartma duygusu falan var.
Biz bunu ilk günden dedik. Bu öfkeli bir müzik. Sözleri ne anlatıyorsa, tonlaması da o şekilde. Bu da aslında teatral bir dili var anlamına geliyor.

BİRLEŞTİRME DEDİĞİN ŞEYİ BEN BAŞARIYORUM BELKİ DE 

Peki toplumdaki bu öfkeyi neye bağlıyorsunuz? Çünkü siz aslında benim görmediğim, arkadaş olmadığım, dokunmadığım, duygularını bilmediğim bir nesle iş yapıyorsunuz.
Aslında dokunuyorsun. Sanki başka birilerinin müziği bir başkası tarafından dinleniyormuş gibi düşünüyorsun ama aslında öyle değil. Bendeki yelpaze harikulade.  Anadolu’nun her tarafına gittim. Oraya Hayko Cepkin adı altında adı başka, tipi başka, sahne hali başka, ırkı başka, belli ki Ermeni bir çocuk, Türkiye değerlerinde müzikal olarak başka bir şey sunmaya geliyor. Müzikle birleştirilmiş görsel sanat diyelim. Bunu izlemeye gelenler, gerçekten deşarj olmak isteyen bir kitle. Üniversite şehrine gittiysek üniversiteli gençler, hoşlansa ya da hoşlanmasa da bununla kudurmak isteyen gençler, türbanlı gençler, ülkücüler. Yaş sınırı var ve bazen 18 yaşından küçükler de gelebiliyor. Engellenmeye çalışılıyor ama bir kısmı da annesi babasıyla geliyor. Teyze var ya konserde. Esas birleştirme dediğin şeyi ben başarıyorum belki de.
Bir müzik kanalıyla toplantı yaptık. Kanala “Klipler neye göre yayınlanıyor?” diye sordum. “Mail yollarıyla, telefon yollarıyla, bu yayınlanan kliple ilgili düşünceleri öğrenmeye çalışıyoruz”. Kimi dinlersiniz gibi sorularla… “Bazı şeyler var ki onları baz alamayız” diyor. “Sezen Aksu, Ankaralı Turgut, Hayko Cepkin seviyorum diyen bir adama nasıl güvenelim, dalga geçiyor bu” dedi. Bu dedim “Dalga geçmiyor ki, sana doğru bir şey anlatıyor”. Sezen Aksu ve Ankaralı Turgut var bu memlekette uzunca yıllardır. Ben sonradan dahil oldum. Herif bunları dinler ve severken, sonradan böyle bir tipe onay verdi. Ben aslında bunları asla ve asla dinlemeyeceğini düşündüğün o seyirciden adam çaldım. Aslında bu senin bildiğin ve dokunduğun bir seyirci işte. Olmayan bir seyirci değildi, kimseyi yoktan var etmedim.

Kendinizi popüler kültürden ayrı bir yerde görüyorsunuz gibi bir tavır seziyorum.
Burası bir çember. Burası tam popülist noktası. Burada “Her yola gelirim hacı” diyenler var. Bir de çemberin tamamen dışında, hiçbir şeye bulaşmayanlar var. Genel olarak da bilinmiyorlar. Çok underground kalıyorlar. Ben tam bu çizgide, Satürn’ün haresi gibi oradan araya içeriye giriyorum. Bir aranje yapıyorum. Çok bilindik bir parçanın cover’ını yapıyorum. Ama kendi albümümün içinde olmuyor. Başka albümlerin içerisinde. Ama bunu gene kendi tarzımda yapıyorum. Mesela ‘Aşk Kitabı’ buna örnektir. Oradan girip, gene kendimi gösterip, sonra haremime dönmeye devam ediyorum. Bunun dışında hiçbir klibim bu popülist şeyin içinde yayınlanmadı. Mesela Serdar Ortaç klibinden sonra senin klibini koyunca çok abes oluyor diyor. Adam haklı, adama hak veriyorum.

Ayaküstü Serdar Ortaç’ı da harcadınız ama olsun.
Yok harcamadım da, öyle çalmak olmaz yani. Pop ritmiyle çalan bir şeyin üstüne sen bambaşka bir müzik türüyle girdiğin zaman, kanal için uyumsuzluk olarak gözüküyor. Biz pop ağırlıklı bir yayın yapıyorsak seni yayınlamam çok zor oluyor diyor. Ben de diyorum ki ben sana kızmıyorum, sorun değil.

10 yıl önceye göre bu tarz müzikten daha az insan mı hoşlanıyor? Yoksa bu tarz müzik de bir başkaldırı müziği olduğu için daha çok insan mı hoşlanıyor? Yani toplumun tutuculaşması bu müziğe olan ilgiyi azalttı mı çoğalttı mı?
Bence şu an müzik piyasası başarısız durumda olduğu için, neyin başarılı gidip neyin başarısız gittiği tartışılır. 10 sene evvel bu tip rock albümü diyebileceğin albümler daha çoktu. Sonra şu an hiç kalmadı.

Model var, Emre Aydın var, Can Bonomo var…
Rock kalıbı içinde değiller. Saydığın üç isim daha çok popüler kültürün içerisinde. Alternatif rock. Her gitarlı müzik rock müziği değil…

Rock soslu Türk pop müziği mi?
Evet. Pop müziğidir. Temiz bir müziktir. Gripin de böyledir mesela. Festivale çıkalım, rock müzikle nasıl dans ediliyor? Pogo.

Pogo ne?
Var ya, herkesin birbirine girdiği dans türü.

Ben baya köylüyüm gördüğünüz gibi.
Pogo’yu hangisi yaptırır? Pogo’yu hangi konserde yaparsınız? Milletin birbirine girdiği, sana o hareketi en fazla yaptırabilecek, o deşarjı sunabilecek müzik türü aynı zamanda. Seni deşarj etmesi lazım bu müziğin. O öfkeni boşaltması gerekiyor. Model sakin, temiz. Hatuncağız güzel güzel söylüyor. Gripin keza. Duman mesela yaptırır. Türkiye’deki sağlam rock gruplarından. Rock grubu olarak, özellikle grunge kökenli süper bir grup. Pentagram, Kurban’ı sayabilirsin rock grubu olarak. Unuttuklarımız olduysa kimse kızmasın ama adedimiz az. Eskiden daha çoktu. 10 sene evvel “Rock müzik patlıyor mu? Çok mu popüler oldu” falan diye konuşuluyordu. Sonra birçok rock grubu kayboldu gitti.

HAYALİNİ KAYBETMİŞ BİR TOPLUMUN GERİYE ÖFKESİ KALIYOR

Toplumdaki bu öfkeyi neye bağlıyorsunuz? Zavallı kızlar öldürülüyor, herkes birbirinin gırtlağını sıkmak için yer arıyor, hepimiz birbirimizden nefret ediyoruz.
Kimse istediği gibi yaşayamıyor. Hayalini kaybetmiş bir toplumun geriye sadece öfkesi kalıyor. Nerede deşarj olacak. Şu an başımızdaki birçok olayı değerlendirdiğimiz zaman herkes bir çözüm peşinde. Mesela ilk çözümlerden bir tanesi, minübüsler kaldırılsın. Bu çözümler insanlarla dalga geçmektir. Bu tür şeyler çözüm değil. Çözüm bunun ana kaynağına inmek, konu tamamen kadın ve erkek, insaniyet meselesi. Bakın bir gün bir kadın öldürülmüş ertesi gün kartopu yüzünden bir erkek öldürülmüş. Bu şiddeti sadece kadın olarak genellemeyelim. Bakın pitbull birini ısırdı diyelim. Hemen çözüm geliyor: Bütün pitbull’lar öldürülsün. Her pitbull gebermeli. Pitbull nedir köpektir. Köpekleri keselim… Böyle bir genelleme olur mu. Olayın merkez noktasına ineceksin. Nedir? Bu köpeği sahibi eğitememiş. Anne baba çocuğuna yeterli eğitimi verememiş. Ancak kendi bildiği kadar kadın-erkek ilişkilerini öğretebilmiş. Ekonomik sıkıntısı var. Borç alıp borç vermiş böyle yaşamış. Hayalleri kalmamış. Bir zevki keyfi kalmamış. Karısı ile aralarında konuştuğu tek şey kirayı nasıl veririz vs. düzeyine inmiş. Yani mutsuzluk çemberi oluşmuş. Bu parayla sadece ikisi geçinebilecekken iki de çocuk yapmışlar. Bu çember içinde yetişen iki tane de mutsuz çocuk oluyor.

Siz mutsuz musunuz?
Ben mutlu olmak için kaçtım işte.

Orada mutlu musunuz?
İstanbul insanları hasta ediyor. Benim de sıkıntılarım var. Burada çok mutsuz ve hastaydım orada mutlu olmaya çalışan bir hastayım. Kendimi tedavi sürecine soktum.

Bu ülke sınırları içinde yaşamak geriyor mu sizi?
Yurtdışında yaşabilecek bir adam değilim. Avrupa’da yapamam. Bana soğuk geliyor. Ben buradaki kavgadan da mutluyum da… Buradaki kavgaya alışmış adam Finlandiya’da mutlu olur mu?

Azınlık olarak yaşadığınızda bu ülkede bundan yıllar önce de aslında bir kavganın ortasında yaşadınız.
Nasıl bir kavga?

Hep bir koruma içgüdüsüyle yaşadınız. Şimdi de bu küçükken öğrendiğiniz şeyi yıllar geçse de hala öğrendiğiniz şeyi yapıyorsunuz.
Ben müdafaa konusunda sonradan azınlık olmuşlardan daha iyiyim. Bana sorabilirsiniz, nasıl müdafaa edilir diye… Ben kendimi müdafaa ederek büyüdüm, tetikte olmak ne demektir, diken üstünde yaşamak ne demektir bunları iyi bildiğimden o tip bir azınlıktım…

Anneniz mi babanız mı uyarırdı? Nasıl olurdu bu tetikte olmak?
“Kimseye Ermeni olduğunu söyleme, dışarıda Ermenice konuşma, annene  ‘mama’ deme ‘anne’ de” vs.

Yani hayatta kalmanın kuralları var?
Evet. Bu sadece Ermeniler için değil azınlık olan herkes için geçerli. İsimler değiştiriliyordu. Agop mesela Yakup oldu.

Ama siz değiştirmediniz.
Ben Hayko geldim, Hayko gidiyorum. Niye değiştireyim ki. O zaman daha büyük bir samimiyetsizlik oluyor. İsmim bu lan ben seçmedim ki. Seçmediğim bir şeyden niye çekineyim ki.

Yemek kültürünü yaşatıyor musunuz evde?
Annem mutfağı yıkılan bir kadındı. Ama şimdi o kadar güzel yapamıyor. Elinin ayarı kaçtı biraz…

‘Topik’ yapılmıyor artık sanki…
Yapan kalmadı ki ya. Yeni nesilden evlenenlerden bazılarının eşi ancak topik yapabiliyor.

Kurtuluş’ta bir geleneğiniz var. Yılbaşı gecesi herkes evden sokağa cam atıyor, o niye yapılıyor?
Evindeki kötülükleri atsın, kırsın, parçalasın diye…

TÜRK POP MÜZİĞİNİ EVİME SOKMAM

Popüler kültürden neyle ilgilenirsiniz? Kimi dinlersiniz mesela?
Müzik ayırt etmem. Ben müzisyenim. Güzel olsun yeter. Cazın her türlüsünü dinlerim, blues severim. Türk pop müziği hiç dinlemem, evime sokmam. Ama evime sokmama gerek yok, açtığım herhangi bir televizyonda, radyoda, yolda yürürken herhangi bir arabada, bindiğim takside, festivalde, bir kılda tüyde mutlaka dinliyorsun. Hepsini bilirim bu yüzden. Geçen gün şöyle bir örnek verdim. Bir araba geçerken içinde pop çalıyorsa sana acayip gelmez. Ama içinde ben çalarken geçiyorsa şaşırırsın. Çünkü 40 yılın başında bir rastlanır buna. Pek gözükmüyorum ortada.

Şunu mu anlıyorum. Magazin bana uzak olsun…
Magazine neredeyse hiç çıkan bir adam değilim. Genelde dışarı çıkan bir adam olmadığım için pek yakalanmıyorum. Kuşadası’nda daha çok yakalanıyorum (Gülüyor). Magazinciler bana çok sıcak davranıyor. Kırk yılın başı görünce ne soracağını bilemiyor, ben onun yüzünden bunu okuyorum, “Nasıl gidiyor sizin olaylar?” filan, ben de ‘İyi gidiyor, iyi’ diyorum… Seviyorlar beni.

JÜRİ ÜYELİĞİ PARA KAYNAĞI

Türkiye’de bir linç kültürü mü gelişti.
Evet, hemen paramparça edebiliriz herkesi. Anında yapıştırırız, yok edebiliriz.

Mesela Nihat Doğan meselesinde bir linç mi var?
Aynen. Orada linç edenleri de buna çanak tutanları da haksız buluyorum. Nihat Doğan’ın söylediklerini beğenen, kabul eden biri değilim. Bugüne kadar müzikal olarak hiçbir şey katmamış, sinemada katmamış biri söz konusu. Dilinize pelesenk olacak, on yıl sonra aklınıza gelecek bir şey yapmış mı bu adam. Hayatınıza arşiv olarak bir şey bırakmış mı? Öyle biri değilse karşınızdaki, onu kazanması gerekenden daha fazla kazandıracak bir duruma sokmamak lazım. Burada medya da zıkkımına kadar suçlu, tamam mı. Bu kişilere reklam şansı veriyorsan bu reklamlardan, katıldığı programlardan kazanacağı kazançlara izin veriyorsan, onu dalga geçmek için çağırdığın bir programda bile “Benim dostum arkadaşım geliyor” diye sunuyorsan, sen de suçlusun. Aslında olmaması gereken birini olmaması gereken bir yere ellerinle taşıyorsun ve bazı insanlar seyrede seyrede kabul ettiriyorsun, kabul gördürüyorsun. Hamurunda olmayacak bir şey patlattırıyorsun sonra da “Tuh Allah belanı versin” filan… Sen taşıdın bu adamı buralara. İstediğin gibi, bir insanın hayatıyla yukarı aşağı oynayamazsın. Mesela Ajdar’ın sabahtan akşama kadar televizyona çıkartılıp dalga geçilmesi bir kişiye yapılabilecek en büyük terbiyesizliktir. Bu adama bu saygısızlığı yaparken olması gerekenden daha yüksek bir yerde olduğunu hissettiriyorsan bu işte senin de parmağın var demektir.

Yani diyorsunuz ki “Siz televizyoncular boktansınız!”Aldım ben buradan üstüme düşeni. Bir de Ajdar benim jüri üyesi olduğum programdan çıktı biliyorsunuz…
Ya hepiniz çıkarttınız baba.

İlk yapılan Pop star yarışmasından çıktı Ajdar.
İşte o doğru gelmiyor bana. Sonra o programlara giderken para istedi falan filan… Ben öyle tiplerle müzik yaparken çok karşılaştım. Herkes albüm yapabilir ya. Herkes albüm yapar, herkes futbolcu olsun, herkes sinemacı olsun herkes oyuncu olsun. Sen de gel rol al bu dizide, rolümü benimle paylaş. 3288’e bir şey yolla, bir şey senin olsun! Falan gibi her şey var. Sen kurmuşsun işin matematiğini.

Yani siz şarkı yarışmalarına da karşısınız…
Tabii canım. Sen kimsin ki çıkıp televizyona sen iyisin sen kötüsün diyorsun insanlara. Bazıları aşağılamalı oluyor hatta. Aşağılıyor, “Hacı sen kim oluyorsun da… patates” filan. İlk sen yaptın zaten bunu.

Bence doğru bir şey. Çünkü o adamdan ölse şarkıcı olmaz. Şimdi o adam niye bu uğurda para harcasın? Hayatta bir sürü meslek var, doktor, hemşire, öğretmen olabilirsin. O adam şarkıcı olmaya çalıştıkça boşa zaman harcayacak, yazık günah.
O, onun seçimi.

Ama yanlış, olamayacak.
Sen kimsin doğruyu yanlışı seçiyorsun adam adına.

Hayır ben ona şunu söyleyebilirim, “Senden olmaz.” Ama bana inanır, inanmaz.
Burada söyleyebilirsin, “Senden olmaz hacı, seni dinledim olmaz.” Ama sen televizyonda sms’lerin döndüğü paraların kazanıldığı bir ortamda herkesin içinde bunu söylemek artık aşağılamaya giriyor.

Ama ben o adamı elinden tutup getirmiyorum ki, o adam kendi geliyor!
Ama o adam bir noktadan sonra senin açtığın bu kapıdan itibaren girebileceği kapılar kazanıyor. Sen o kapıyı açmasan o adama o kapıların hiçbirinden giremez. Uğraşacak uğraşacak olmayacak. Herkes hak ettiği kadarını yaşıyor, hak ettiği kadarını kazanmak zorunda. Hak ediyorsam alırım, hak etmiyorsam olmasın, olmamalı.

Yani diyorsunuz ki jüri üyeliği kötü bir şey.
Aynen, para kaynağı. Bak ben birazdan çıkacağım iki saat kıçımı yırtacağım, ter akacak böyle, adrenalin vereceğim seyirciye, hep birlikte terleyeceğiz, yıkacağım edeceğim ama o jüride kazanılan paranın çeyreğini kazanacağım. Oradaki şeyler bana göre değil. Ben kimsenin kalbini kıramam, kimseye söyleyemem. “Sen defol git, seni görmek istemiyorum!” filan. Şiddet bu, bunlar aslında şiddet programı.

Armağan Çağlayan 15.03.2015

RADİKAL

Son Eklenenler

THTM 3. Genel Kurulu toplandı: “NATO’ya karşı mücadele sürecek”

Ankara - Haber MerkeziTürkiye Halk Temsilcileri Meclisi’nin (THTM) üçüncü...

ABD ablukasına 60 yıldır direniyorlar! Küba heyeti Türkiye’de

Ercan Küçük Soykırım seviyesine ulaşan ve 60 yılı aşkın süredir...

Sanal kumar bağımlılığı! Zafer Partili Aslan uyardı:  Her 10 çocuktan 8’i…

Zafer Partisi Genel Başkan Yardımcısı Esmaül Hüsna Aslan, dijital...

Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nden Kaybolan Çocuklar Raporu

8 yıldır istatistiği bile tutulmuyor! Diyarbakır’da sekiz yaşındaki Narin Güran’ın...

Gündeme Dair

THTM 3. Genel Kurulu toplandı: “NATO’ya karşı mücadele sürecek”

Ankara - Haber MerkeziTürkiye Halk Temsilcileri Meclisi’nin (THTM) üçüncü...

ABD ablukasına 60 yıldır direniyorlar! Küba heyeti Türkiye’de

Ercan Küçük Soykırım seviyesine ulaşan ve 60 yılı aşkın süredir...

Sanal kumar bağımlılığı! Zafer Partili Aslan uyardı:  Her 10 çocuktan 8’i…

Zafer Partisi Genel Başkan Yardımcısı Esmaül Hüsna Aslan, dijital...

Toplum Çalışmaları Enstitüsü’nden Kaybolan Çocuklar Raporu

8 yıldır istatistiği bile tutulmuyor! Diyarbakır’da sekiz yaşındaki Narin Güran’ın...

Yeni FETÖ, Menzil mi?

Nasıl bu kadar büyüdüler, zenginleştiler? Hangi bakanlıklarda kadrolaştılar? Yeni...

THTM 3. Genel Kurulu toplandı: “NATO’ya karşı mücadele sürecek”

Ankara - Haber MerkeziTürkiye Halk Temsilcileri Meclisi’nin (THTM) üçüncü genel kurul toplantısı, 6 Ekim Pazar günü Ankara’da yapıldı. Tüm gün süren genel kurulda NATO’ya...

ABD ablukasına 60 yıldır direniyorlar! Küba heyeti Türkiye’de

Ercan Küçük Soykırım seviyesine ulaşan ve 60 yılı aşkın süredir devam eden ABD ablukasına karşı mücadele eden Küba devletinden bir heyet, Türkiye’ye geldi. Türkiye Komünist...

Sanal kumar bağımlılığı! Zafer Partili Aslan uyardı:  Her 10 çocuktan 8’i…

Zafer Partisi Genel Başkan Yardımcısı Esmaül Hüsna Aslan, dijital bağımlılığın çocuklar üzerindeki etkilerine dikkat çekerek özellikle sanal kumar bağımlılığına karşı aileleri uyardı. Her 10...