Geçtiğimiz hafta yayınlanan 1.bölümün ardından Onur Sinan Güzaltan ile Kahire sokaklarındaki yürüyüşümüze 2.bölümde devam ediyoruz. Bu bölümde Mısır Ordusunu, Mısır’la benzerliklerimizi, Hüsnü Mübarek’in serbest bırakılması ve daha birçok konuyu konuştuk.
Röportaj: Ercan Deniz Küçük
Fotoğraf: Enis Derdimentoğlu
“TÜRKİYE’NİN AYDINLARININ BAĞIMSIZLIĞINDAN BAHSEDEMEZSİNİZ”
EDK: Türkiye’de, Gezi’de sokağa çıkan kesim içinde bir grup ordu karşıtlığını savundu. Hâlâ savunuyorlar. Mısır’da böyle bir durum söz konusu oldu mu?
OSG: Mısır’da bu sivil toplumcular ve ABD tarafından manipüle edilen bazı gruplarda körü körüne bir ordu düşmanlığı vardı. Fakat geniş kitleler şunun farkındaydı: Devletin temel direği ordudur ve ordu bölünürse Mısır da bölünür.
İhvan’ın devrilmesi sırasında Mısır halkı tekrar ordusuna sarıldı. Bu süreçte ordunun yanlışları tabii ki oldu. 2011’e kadar Mısır ordusu ABD’den senede 1,5 milyar dolar yardım alıyordu. Fakat aynı ordu ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ni, İhvan’ı paramparça etti.
Türkiye’ye bakalım; 1980 yılında ordu içindeki bir grup, ABD destekli olarak darbeye imza attı ve ülkenin ilericilerini adeta biçti. Fakat bizim özümüz Mehmetçik bugün Suriye’de ABD’nin desteklediği kuvvetlere karşı bir savaş sürdürüyor. Dolayısıyla siyahlar ve beyazlar yok derken bunu söylemek istiyorum. İç içe geçmiş bir yapı var. Burada önemli olan emperyalizme karşı alınan tavır. Mısır ordusu da Türk ordusu da özünde antiemperyalist temeller üzerine kurulmuş ezilen milletlerin ordusudur. Siyasete düşen görev bu bilinci ortaya çıkarmak ve bu bilinç üzerinden bir hareket kurmak…
Bizim en büyük kavgamız bağımsızlık. Bağımsız değiliz. Entelektüel olarak da bağımsız değiliz. Türkiye’nin aydınlarının bağımsızlığından bahsedemezsiniz. Sürekli Batı’da çıkan kitaplar, Batı’da çıkan müzikler, Batı’da çıkan sanat. Eee koskoca bir dünya var. 600 milyonluk Batı’dan bahsediyoruz. Bir de Çin’i, Mısır’ı, Hindistan’ı, İran’ı düşünelim. Bunlar çok köklü medeniyetler. Buralara gözünüzü kapatıp belirli yerlere bakarak daha ne kadar ayakta kalabilirsiniz ki?
Halkı aydınlatma, siyasete yön verme anlamında en büyük rol aydınlara düşüyor.
Doğu’yu takip etmek daha fazla insanın oraya gitmesi, oradaki halkla, oradaki gençlerle konuşması gerekiyor. Biz bu kitapta orasıyla ilgili bir kıvılcım çakmaya çalıştık sadece. Ben bunun devamının geleceğine inanıyorum.
“TÜRK VE MISIR ORDUSU ANTİ-EMPERYALİST GELENEKTEN GELİYOR”
EDK: Türk ordusu için Atatürk’ün ordusu denilebilir, Mısır Ordusu Nasırcı diyebilir miyiz?
OSG: Türk Ordusu’nun da Mısır Ordusu’nun da kökü antiemperyalist bir geleneğe dayanır. Türk Ordusu İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan işgalcileri kovan bir ordu olarak sembolize edilmiştir.
Mısır Ordusu’na baktığınız zaman dayandığı gelenek Nasır’dır -Modern Mısır Ordusu’ndan bahsediyorum- Nasır kimdir? İngiliz emperyalizmini ülkesinden def eden, emperyalizmin bölgedeki işbirlikçisi İsrail’e karşı savaşmış, bağımsızlıkçı bir gelenekten gelen hatta sonrasında sosyalizme evrilen bir isim. Bugünkü Mısır’a baktığınız zaman bunun etkilerini görebilirsiniz. Mısır, ABD’yle iş birliği içine girmiyor. Hatta İhvan’ın devrilme sürecinde karşı karşıya bile geldiler. Bugünlerde mesela Rusya’yla nükleer anlaşmalar imzalıyorlar, Çin’le altyapı anlaşmaları imzalıyorlar. Çok kutuplu bir politika izliyorlar. Bizim de izlememiz gereken politikanın bu olduğuna inanıyorum. Sadece batıya değil; kuzeye, güneye, doğuya açık olmalıyız. Bizim ülkemizin, vatanımızın, milletimizin menfaatlerini gözeten bir politika bizi daha ileriye ve daha ileri mücadelelere götürecektir.
“MÜBAREK’İN SERBEST BIRAKILMASI SİSİ’NİN BİR HAMLESİ”
EDK: Sisi’ye karşı da bir isyan olur mu?
OSG: Yaklaşık 1 ay önce Mübarek’i serbest bıraktılar. Neden serbest bıraktılar? Çünkü Mısır ekonomik anlamda çok ağır bir darboğazdan geçiyor. Özellikle Sina Yarımadası’na IŞİD’in artarak süren saldırıları var. Son Kilise saldırılarıyla terörü şehre taşımaya çalıştılar. Siyasi ve ekonomik anlamda kritik bir süreçten geçiliyor.
Son dönemde ufak çaplı da olsa bir iki sokak hareketi oldu. Çünkü ekmek fiyatlarına çok büyük zam geldi. Neden geldi? ABD destekli Suudi Arabistan Mısır’a enerji, petrol yardımında bulunuyordu. Mısır, Suriye konusunda Rusya’yla birlikte adım attı. Esad Hükümeti’ni desteklediğini açıkladı. Çok taze bir olay, belki 6-7 aylık bir süreç. Hemen ertesinde Suudi Arabistan yardımları kesti. Hemen arkasından Mısır’da çok büyük bir ekonomik kriz başladı. 2014’te bir dolar 8,5 Mısır Poundu iken, bugün bir dolar 20 Mısır Poundu. Temel gıda fiyatlarında çok büyük bir yükseliş var. Bu riskli, çok riskli.
Mübarek’in serbest bırakılması da aslında Sisi’nin bir hamlesi. Planı şu: Bütün kuvvetleri, -burjuvazinin Mübarek’i destekleyen kanadı da buna dahil- tek çatı altında toplamaya çalışıyor. Çünkü hassas bir dönemden geçiyorlar. Mübarek’i serbest bırakmasının hemen ardından Mübarek’e karşı çarpışmış 300 tane siyasal mahkûmu serbest bıraktı. İçlerinde kesinlikle İhvancı yok tabii ki… En geniş birliği sağlamaya çalışıyor. Çünkü o da farkında. Çok kritik bir süreç, neyin ne olacağı belli değil. Irak’ta, Suriye’de olanlar belli, en geniş cepheyi kurmaya çalışıyor.
Sisi eğer denge politikasını sürdürebilirse öte yandan da vaat ettiği sosyal reformları gerçekleştirebilirse; eğitim, kadın hakları, tarım politikaları, turizmi tekrar canlandırması anlamında, siyasi ömrü daha uzun olur. Fakat iktidarını belirli bir zümreye dayamaya çalışırsa, halktan kopuk bir politika izlerse onun için de bu sürecin sonuçları ağır olur.
SİSİ, MÜBAREK Mİ OLACAK, NASIR MI?
EDK: Peki sizce hangisi olur? Mübarekleşir mi? Nasırlaşır mı?
OSG: Zor bir soru. Gelecek okumuyoruz. Temel dinamikler var ve bunları anlamaya çalışıyoruz. Sisi gelirken Sisi’ye Nasır gömleği giydirmeye çalışanlar oldu. Sisi: “O gömlek bana bol gelir” dedi. Nasır’a bakalım. İlk iktidara geldiği zaman emperyalizmi İngiltere’den ibaret sanıyor ve ABD’yle çok yakın ilişkiler izliyor. Samir Amin’in çok güzel bir lafı var: “Nasır, Nasır olduğunu Bağlantısızlar Hareketi’nde bir toplantıda Çin Başbakanı Chou En-lai ile görüştükten sonra anladı ve işte o zaman Nasırizm doğdu” diyor. Sisi için de aynı şey geçerli. Koşulları belirleyen hayatın kendisidir. İşte bu koşullar Sisi’nin Mübarek mi yoksa Nasır mı olacağını ortaya çıkartacak.
EDK: Mübarek’in devrilmesi sürecinde sizce en kritik an neydi?
OSG: Tek bir kritik süreçten bahsedemeyiz. Halkın polis şiddetine rağmen sokaktan ayrılmaması önemli bir nokta. Devam eden direniş, polis kuvvetlerinin 72 saat içinde çökmesine neden oluyor. Diğer önemli nokta ise ordunun Mübarek’e tam destek vermekten çekinmesidir.
EDK: Kitapta El-Ezher’den bahsediyorsunuz. El-Ezher neden bu kadar güçlü? Sisi’nin El-Ezher’e bakışı ne yönde?
OSG: Mısır’da devleti devlet yapan kurumların içinde ordu da var, El-Ezher de var, milli burjuvazi dediğimiz gruplar da var. Bu bir bütün. Mısır laik bir ülke değil. Seküler olarak isimlendirebiliriz fakat laik değil. Din bir şekilde hayatın içinde ve devlet dini dediğimiz şeyi sürdürebilecek bir yapı olarak El-Ezher mevcut. Bizdeki Diyanet İşleri Başkanlığı’na benziyor aslında. Diyanet bizde kim tarafından kuruldu? Mustafa Kemal Atatürk tarafından kuruldu. Tabii ki Diyanet’ten çok daha eski bir kurum El-Ezher Üniversitesi. Dünyanın en eski üniversitesi.
Şimdi çok enteresan bir oluşum var din anlamında Mısır’da. Farklı televizyon kanalları var ve devlet tarafından dolaylı yoldan desteklendikleri söyleniyor bu kanalların. Bu televizyon kanallarında mezhepçi yaklaşıma, Sünni-Şii bölünmesine karşı bir yayın sürdürülüyor. İran ve Mısır tekrar yakınlaşmaya başladı. El-Ezher, devletin sac ayaklarından bir tanesi ve Sisi’yle arasında herhangi bir problem yok.
“KADINLAR, MISIR ULUSUNU EVLATLARI OLARAK GÖRÜYORLAR”
EDK: İhvan iktidarı süresince Mısır’da kadınlara yönelik tepkilerin daha sertleştiği görülüyor. Kitapta da Joanna isimli bir kadının metroda erkekler bölümüne binmek için verdiği kavgayı anlatıyorsunuz. Mısır’da tüm kadınlar Joanna gibi tepkili ve kararlı mı? Yoksa sadece bu kararlılık birkaç örnekten mi ibaret?
OSG: Mısır’da 2011’de Mübarek ve 2013’te İhvan devrilirken de cephenin, barikatların en önünde duran isimler kadınlardı. Hatta çok güzel bir anekdot var. Mısırlı bir dostumuz anlatmıştı. Tunus’ta isyanlar başladığında kadınlar sokağa çıkıyor “Ey Mısırlılar Ey Mısırlılar sizin de Tunus’taki gibi erkekleriniz var” diyerek erkeklerini sokağa çağırıyorlar. Kadın Mısır’da günlük hayatın içinde. Kahvehanede garson olarak, Dışişleri’nde diplomat olarak, polis olarak da sizin karşınızda. Kadınlar Mısır ulusunu kendi evlatları olarak görüyorlar. Ve o kadınlar sokaklara dökülüp önce Mübarek’e karşı sonra kendilerini erkeklerden aşağı, ikinci sınıf vatandaş olarak gören İhvan’a ve Siyasal İslam’a karşı mücadele ettiler. Şimdi de mücadelelerine tüm dünyada kadınların devam ettiği gibi devam ediyorlar. Kadını özgür olmayan bir ülkenin özgür olmasına imkân yoktur.
“HER ÜLKENİN AŞURLARI VAR”
EDK: Aşur’u da konuşmak isterim. Kitapta en ilginç bulduğum kişi. Sorularla dolu bir karakter. Aşur nasıl bir insan siz çözebildiniz mi?
OSG: Binlerce Aşur var. Şimdi bu röportajı Eminönü’nde yapıyoruz. Sokaktan geçen insanları izliyoruz, boyacılar, çaycılar, hamallar ve niceleri. Her ülkenin Aşurları var. Dünya var olduğu müddetçe olacaklar. Aşurlar sokağı anlatıyorlar, öte yandan eğitimsizliği anlatıyorlar ama bir yandan da sokaktaki içgüdüsel olgunluğu anlatıyorlar. Aşurlar ağacın yaprakları gibi bir o yana bir bu yana savruluyorlar.
EDK: Biraz daha net olması için soruyorum. Mısır’da 25 Ocak ve 3 Temmuz isyanlarını, özellikle 3 Temmuz isyanını devrim olarak nitelendiren var darbe olarak nitelendiren var. Hangi kesimler devrim, hangi kesimler darbe olarak değerlendiriyor?
OSG: Şimdi bakalım; İhvan’ı devirmek için 90 milyonluk Mısır’da 30 milyona yakın insan sokağa döküldü.
30 milyon insanın sokağa döküldüğü ve orduyu peşinden sürüklediği bir süreci, Mısır halkı elbette ki devrim olarak adlandırır.
Ancak Batı etkisinde kalan aydınlar -içlerinde gerçekten samimi olan gençler, dostlarımız da var- ve İhvan mensupları bu süreci bir darbe olarak isimlendiriyorlar.
Fakat çok açıktır ki, İhvan, ordu-millet birlikteliğinin sonucunda devrilmiştir ve bu süreç bir devrimdir.
“SORUNLARIMIZ ORTAK VE BUNLARI ÇÖZMEK İÇİN BİR ARAYA GELMEMİZ ŞART”
EDK: Peki, Mısır’ın nargilesi mi daha güzel yoksa Türkiye’nin nargilesi mi?
OSG: Nargileyi -Saint Benoit lisesindeydim ben o zaman- Tophane’de içerdik. O zaman o nargile güzeldi şimdi oralar da kapandı. İki ülkenin nargilesi olsun, mimarisi, gelenekleri olsun daha birçok ortak noktası var.
Biz işte bu kitapla ve oraya gitmekle aslında bunları az da olsa ortaya çıkarmaya, üzerlerindeki tozu atmaya çalıştık. Pek çok ortak noktamız var ve oraya gittiğinizde oradaki aydınlarla, gençlerle iletişime girdiğinizde Kahire’deki ve İstanbul’daki benzerlikleri ya da kadınların neler çektiklerini daha iyi görüyorsunuz. Sorunlarımız ortak ve bunları çözmek için bir araya gelmemiz şart.
Bölge halklarıyla aynı masaya oturmazsak kısır döngümüzde kaybolup gideceğiz.
EDK: Mısır’la tarihi ve kültürel benzerliğin tek sebebi Osmanlı’nın orada bir dönem bulunması mı?
OSG: 1517 Ridaniye Savaşı’ndan sonra Mısır’ı alıyoruz. 400 sene Mısır’da kalıyoruz. Bu etkiyi elbette ki yadsıyamayız. Ondan önce baktığımız zaman Kölemenler ve Memlükler. Çerkez kökenli Kafkaslardan gelmişler. Türkiye’de de büyük etkileri var, orada da çok büyük etkileri var. Bizi birbirimize bağlayan aslında Akdeniz. Onun haricinde Osmanlı’ya kafa tutan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın reformist fikirleri İttihat ve Terakki’yi etkiliyor. Kahire’deki çocuk Gezi’den, Gezi’deki çocuk Kahire’den etkileniyor. Ondan önce Nasır Atatürk’ten etkileniyor. Bu aynı coğrafyayı paylaşmanın bir sonucu.
EDK: Azerbaycan ya da diğer Türki Cumhuriyetler ile benzerliklerimiz ve kültürlerimizin uyumu konuşulur ama baktığımız zaman Arap kökenli bir devlet olan Mısır ile sanki daha çok benzerliğimiz daha çok doku uyumumuz var gibi?
OSG: Türki Cumhuriyetler ile dil birliğimiz var bu çok önemli bir olgu. Çünkü dil bir metot. Matematiğe başlangıcımız dil öğrenmekle oluyor. Oralarla da birçok benzerliğimiz var ama benzerlik tek bir şey değil birden çok. Hangi noktalar çok benziyor? Tarihsel köken konusunda baktığımız zaman 4 bin yıllık bir tarih birliği var. Orta Asya steplerinden Anadolu’ya kadar uzanan bir Türk Medeniyeti var. Elbette ki bunun izlerini taşıyoruz.
Mısırlılarla da çok kültürel alışverişimiz olmuş. Mesela pek çok Mısırlı kendilerine Arap demez biz Mısırlıyız der. Çünkü adamlarda 8 bin yıllık medeniyet var. Bizde nasıl 5 bin yıllık medeniyet varsa onlarda da 8 bin yıllık organizasyon, devlet olma bilinci var. Nil yatağı çok geniş bir yatak. Memlükler, Osmanlılar, Fransızlar birçok medeniyet geçmiş ama onlarda Mısırlılık bilinci var. Nasıl bizde Anadolu’da 72 halk yaşasa da bizi bir arada tutan Türk olma bilinciyse, bu aynı bilinç işte. Türk Milleti kavramı içinde Mısırlılık da var, keza Mısır Milleti içinde Türklük olduğu gibi.
EDK: Yeni çalışmalarınız var mı?
OSG: Fransa’da çok uzun süre kaldım. Orada da günlük hayata dair yazdığım anekdotlar var. Ortadoğu’da da uzun süre bulundum. Bunların hepsi bir süreç, iyi harmanlamak lazım, iyi damıtmak lazım. Elbette ki bu yolda devam etmeyi düşünüyorum.
EDK: Eklemek istedikleriniz var mı?
OSG: Gençlerimizin, aydınlarımızın aklını, gözünü doğuya; Mısır’a, İran’a, Irak’a, Suriye’ye çevirmeleri lazım. Oraları sadece bataklık, kan gölü olarak görmek yanlış ve eksik bir bakış açısı. Kafamızı kaldırıp doğuyu anlamalıyız.
Bölgeyi sadece terör örgütlerinden ibaret görmek yerine, oradaki medeniyetleri anlamaya çalışmak, tarihsel bağları ortaya çıkarmak, bize çok şey katacaktır. Yaşadığımız kısır döngüyü kırmanın tek yolu komşularımızı anlamaktan geçiyor. Böyle bir yöneliş ufkumuzu genişletecek, yolumuzu aydınlık kılacaktır.