Atatürk; “Sanatsız kalmış bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş demektir” der. İstanbul Üniversitesi’nde (İÜ) dans hocası Nuray Uzun sanatın bir parçası olan dansın hayatımızdaki evrelerini anlatıyor. İstanbul doğumlu ve İstanbul aşığı olan Nuray Uzun İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı’ndan mezun oldu. Dansla tanışma serüveni ise 6 yaşında başladı. İlkokul itibariyle 11 sene çok başarılı gruplarla Folklor oynadı. Ardından uzun yıllar buz dansı yapan ve klasik bale eğitimiyle dans hayatına yön çizdi. Üniversiteyi bitirdikten sonra yol ayrımına gelen Uzun yaptığı tercihi şu şekilde ifade ediyor; “Bir seçim yapmam gerekiyordu. Bütün bir ömrüm boyunca ruhumun hiç yorulmadan yapacağı tek şeyi yapmaya karar verdim. Dans etmek”. Uzun, ailesinin dans kariyerini hep çok desteklediğini ancak üniversite bittikten sonra onlarında klasik Türk aileleri gibi 9-6 sigortalı işi tercih ettiğini söyledi. Ancak bu süreç fazla sürmedi. Şuanda ise International Latin branşında Türkiye Dans Sporları Federasyonu’na bağlı A klasmanda dereceli sporcudur. Aynı zamanda antrenör ve koreograf. Milli takımda ülkemizi IDSF’in (International Dance Sport Federation) uluslararası dans yarışmalarında başarıyla temsil etmenin yanısıra İstanbul Üniversitesi’nde 16 yıldır hocalık yapmakta. Başlangıç seviyesinden ileri seviyelere kadar birçok sınıfı çalıştırıyor. Gösteri Grubu bu grupların içerisinde en ileri seviye grup olup, üniversiteler arası dans festivallerinde üniversitemizi temsil etmektedir.
“İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ OLARAK TÜRKİYE BİRİNCİSİ OLDUK”
Yazdığı eserlerle Dans Kulübü Gösteri Grubu olarak üniversitemizi temsil etmekte olan Uzun, üniversiteler arası dans festivallerinde Gösteri Grubu’nun en iyi grup ünvanını aldığını da ekliyor. Eserlerinden bazıları; Altı Mevssim, Ateş ve Su, Uyanış, Yüzleşme, Zaman, Nefes, Paradoks. 2015 Türkiye Üniversiteler Arası Dans Yarışması Dans Maratonu’nda Yüzleşme adlı eseri ile üniversite olarak Türkiye Şampiyonu olduk. Uzun sözlerine şu şekilde devam ediyor: “Bunun yanı sıra birçok sosyal sorumluluk porjesinde yer aldım. Aksanat, Harbiye Askeri Müze, Borusan Sanat gibi çok değerli sahnelere baş dansçı olarak çıktım. Yeşil Papağan Limited adlı tiyatro oyununda ve Onur Ünlü’nün yönetmenliğini yaptığı Kırık Kalpler Bankası adlı filmde koreograflık yaptım. Bunun yanı sıra Engin Gürkey Vurmalı Çalgılar Topluluğu, Carnaval Turco gibi değerli müzik gruplarında ekibimle birlikte koreograf ve dansçı olarak uzun yıllar dans ettim. Kendi adıma sanat ve devamlılığı için elimden geleni yapmaya çalışıyorum”.
“DANS NE İSTEDİĞİNİ BİLEN İNSANLARIN İŞİ”
Dansı ne istediğini bilen insanların işi olarak gören Uzun bu bakış açısını Merce Cunningham’ın şu sözleriyle üzerinden geçiyor: ”Dansa bağlı olabilmek için çok sevmeniz gerekmektedir. Dans, size bunun karşılığında hiçbir şey vermeyecektir,elle tutulur ne şiir, ne resim, ne de bir kitap olmayacaktır. Geriye sadece varlığınızı duyduğunuz uçup giden birkaç saniye kalacaktır. Dans, kendinden emin olmayan, ne istediğini bilmeyen insanın yapacağı iş değildir”. Gece gündüz çok yoğun tempoda çalışıyor ve yaptığı şeyi iş olarak görmüyor. Bir şeyi sevgiyle yapıp sevgiyle anlattığımızda asıl başarının ortaya çıktığını ifade ediyor. Hiç dans etmemiş insanlara onu öğretmek, felsefesini anlatmak, zamanı geldiğinde aynı sahneyi paylaşmak kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir mutluluk olduğunu düşünüyor. Dans ederken hissettiği en temel duygu ise “Gerçeküstücülük”.
“TÜRK İNSANI ÖZÜNDE SANATA ÇOK YAKIN VE YATKIN”
Bir toplumu yönlendiren ve etkileyen en önemli şeyin medya olduğunu düşünüyor. Bunu ise şu sözleriyle ifade ediyor: “Geçmiş yıllarda birçok kanalda düzenlenen dans yarışmaları insanların bu branşa olan ilgisini arttırdı. Ve o dönemde dans okullarında ciddi anlamda bir artış yaşandı. Ama şu anda aynı çizgide gittiği kanısında değilim. Toplumun sanata ilgisi düşük ve yapılan emeğe gerekli deger verilmiyor. Bu Klasik Bale, Latin Dansları, Müzik veya tiyatro da olabilir. Türk insanı özünde sanata çok yakın ve yatkın, yalnız son yıllarda sanatla buluşamıyor. Klasik müzik konserinin bir kanal kapatıldıgında ceza olarak verildigi bir ülkede yaşıyoruz. Bu zihniyet değişmediği sürece sanat hep toplum dışında, bir azınlık tarafından yapılan ve bir azınlık tarafından izlenen bir akım olarak kalacak. Bunun yanı sıra bir sanatçı kolay yetişmiyor. Ve dünya standartlarında çok kıymetli sanatçılarımız var. Bir ulusun gelişmesinin tek yolu sanatçısına ve bilim adamına sahip çıkmaktan geçer diye düşünmekteyim. İnsanın kendisini anlayabilmek için sanata ihtiyacı var”. Kesinlikle ne iş yaparsak yapalım yolumuz sanattan geçmesi gerektiğini düşünüyor. Bu dansta olabilir başka bir branşta. Uzun, sanatın yüksek uygarlık düzeyine ulaşmak isteyen bir ülkenin çıkması gereken basamaklardan biri olduğuna dikkat çekiyor. Bu merdivenin sonunda ülkenin geleceğinin yattığını, bugün halkın sanata verdigi deger ve desteğin gelecegi oluşturduğuna vurgu yapıyor.
SANATSIZ BİR MİLLET GERİ KALMIŞLIĞA ADIM ADIM SÜRÜKLENİR
Sanatın toplumdaki en önemli unsurlardan biri olduğunu ve sanata gereken değeri vermeyen ülkelerin sonu vahim olacağını söylüyor dans hocamız. Sözlerine bunları da ilave ediyor: “Atatürk; ‘ Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.’ derken, bizlere milletin temel yapısını sanatın oluşturduğunu anlatıyor. Sanatsız bir millet ilerleyemez, çağa ayak uyduramaz ve böylelikle de diğer ülkelerin sömürgesi altına girmek zorunda kalır. Her devlet, toplumda iz bırakan ve unutulmayan kişiler adına heykeltıraş yaparak duygularını sanatla ortaya koyar. Ünlü besteci Beethoven, ölmeden önceki son senfonisini çok sevdiği babası adına yaparak, hissettiği duyguları açığa vurmuştur”. Son olarak biz İstanbul Üniversitesi öğrencilerine de şu şekilde sesleniyor: “Kendinize bir soru sormanızı rica edeceğim. Atatürk, bu toplumu bize emanet ederken, vatanın gelişmesi için sanatın gerekli olduğunu birçok sözüyle anlatmıştır. Ama biz bugün çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için sanata gerekli değeri veriyor muyuz?”