Bir insanın kendi işi üzerine konuşması epey zor. Yaşamım boyunca röportaj benim ana işlerimden birisi oldu. Koşullar bana yardım etseydi röportaj yazarlığımı bugüne kadar sürdürürdüm. Koşulların bana yardım etmemesi, benim işimi sürdürememem çok acı oldu. Gazeteciliğimiz olağan yaşamını sürdürseydi, şimdiye kadar benim bir sürü röportaj kitabım olurdu. İşimi çok seviyordum ama 12 sürdürebildim. O da zor bela. Çok ağır koşullar altında. Benim röportaj yaptığım sıralarda bizim gazeteciliğimizde röportajcılık pek öyle anlaşılmış değildi ama bugünkünden çok iyiydi. Ortada daha Hürriyetler, Günaydınlar, gazete olmayan parti gazeteleri henüz fink atmıyorlardı. Makas gazeteciliği pek öyle azıtmamıştı. Patronlar öyle pek gazeteyi gazete yapan adlara düşman değildiler ve öyle tepeden bakmıyorlardı onlara. Bu karşın benim röportaj yazarlığım inanılmaz ağır koşullar altında geçti. On iki yılda, o çok ağır koşullar altında yaptığım röportajlar karşılığında ne kazandığımı söylesem şaşılır. Gerçekten, şu anda o rakamı ben size vermeye utanırım. Ama ben gene de, az kazanmama karşın, işimi sürdürmeye seve seve razıydım. 1963 yılında gazetemin sahiplerinden birisiyle birlikte birçok arkadaşımla işimle oldum. O gün bugün de bir Allahın kulu kalkıp da, “Yahu sen bir zamanlar iyice röportajlar yapardın, benim gazetemde de yapar mısın?” diye sormadı.
“Makasçı gazetecilik”
Makasçı gazetecilik röportaja gerek duymuyordu, bütün sorun buydu.
Röportaj gazeteciliğin başlıca, ana kollarından biridir. Hele sinemadan, televizyondan, radyodan sonra önemi gittikçe artıyor. Şu andaki Batı gazeteciliği bir tür röportaj gazeteciliğine dönüştü. Haber bir soyutlama, geniş bir çerçevedir. Haber bir yaşam değildir, belki de yaşamın geniş bir gölgesidir. Gazetecilikte haber, radyodan, televizyondan önce de okuyucuyu doyurmuyordu. Ancak röportaj çıkıncadır ki, okuyucu yaşamla, yaşamın, olayların özüyle karşı karşıya gelebildi. Haber gerçeğin kaba yansıması, röportajsa yaşamın özüne, gerçeğin özüne doğru bir iniştir.
Örneğin bir Vietnam savaşını ne haberlerden, ne de bilimsel araştırmalardan öğrenebildim, daha da ileri gidersem, televizyon filmlerinden de öğrenemedim, ancak Vietnam savaşı üstüne birkaç röportaj okuyuncadır ki bu korkunç savaşın dehşetine varabildim.
“Röportaj bal gibi edebiyattır”
Röportaj bir edebiyat sayılabilir mi? Bu soruyla çok karşılaştım. Röportaj bir edebiyat dalı sayılmak ne, röportaj bal gibi edebiyattır. Onu haberden ayıran nitelik onun edebiyat gücüdür. Haber bir yaratma değildir, bir taşımadır. Aslında röportaj, taşına anlamına geliyor ya yanlış, o taşıma olan haberdir, hem de en gerçek anlamıyla. Röportaj bir yaratmadır. Gerçeğe, gerçeğin, yaşamın özüne yaratılmadan varılamaz. Yaratmadan hiç kimse hiçbir şekilde gerçeği yakalayamaz, yakalasa da karşısındakine anlatamaz. Haber gerçek değil mi, bence haber gerçeğin simgesidir. Haberin arkasında neler var, neler dönüyor, ne yaşamlar, ne dramlar, sevinçler var, haber bunu bize veremez. Röportaj haberin varamadığı yere varandır, nasıl, yaratarak, gerçeği değiştirerek değil, yaratarak.
Dünyadan çok röportajcı geldi geçti, çoğu röportajını haberin ilerisine götüremedi ve bize anlatmaya çalıştığı gerçeği söylemedi. Kendisi de, anlatmaya çalıştığı gerçek de güme gitti. Dünya gazeteciliği röportaja haber kadar önem vermiş olsaydı dünyamızın yüzü, yüzyılımızın yüzü şimdiye kadar bambaşka olurdu. Dünyamızı röportaj başka, daha mutlu, daha umutlu bir yere götürebilirdi. İnsanlığın kirlerini biraz daha dökmesi, yanlışlarını biraz daha düzeltmesi demektir. Yanlışlıklarımızın, ahmaklıklarımızın çoğu kendimizi ve dünyamızın gerçeklerini bilmememizden dolayıdır. Dünyayı, insanı ne kadar çok öğrenirsek, ne kadar çabuk gerçek yaşama varırsak o kadar çabuk mutluluğa kavuşuruz. Haber, bize dünyayı çok az vermekte. Gerçeğin kabuğuna bile varamıyoruz haberle. Dünyanın yaşamı uzun süredir haberin kalıplaşması yüzünden çok gizli kalıyor. Üstelik, çağımızın birçok haberi de gerçekleri gizleme ödevi görüyor ki, bu, dünyamızın mutsuzluğu oluyor. Röportaja kişi ister istemez damgasını vurmak zorunda, haberse bireyin işi olmaktan çoktan çıktı. Haberden bir takım çıkar toplulukları sorumlu, röportajdansa ister istemez bir kişi sorumlu oluyor. Röportaj ajanslarını katmıyorum buna. Onlar nitelik değiştirmiş bir çeşit haber ajanslarıdırlar gene.
“Bizde birçok ünlü yazar röportaj yaptı, ha yapmışlar ha yapmamışlar”
Dünyadaki en iyi röportaj yazarları da büyük romancıdırlar. Bunların arasında Hemingway, Ehrenburg, Şolohof, Simonov, Kessler var. Salt gazetecilikten gelen usta, büyük bir röportaj yazarı daha tanıyoruz, o da Malaparte’dir. Şu saydığım adlar da gösteriyor ki röportaj bir yaratmadır. Bu yaratmada da gene önde gelenler büyük yaratıcılardır. İyi röportaj orta adamın işi değildir. Bu arada çağımızın en büyük düşünürü Sartre’nin röportajlarını da sayabiliriz. Nazım Hikmet’in unutulmaz Küba röportajları erişilmez bir güzelliktir.
Bizde birçok ünlü yazar röportaj yaptı, şimdi hiçbirisi aklımda değil, ha yapmışlar ha yapmamışlar. Ama Sait Faikin, Orhan Kemalin, Aziz Nesinin röportajlarını kim unutabilir?
Röportaj bir edebiyat türüdür, onun için bize insan yaşamını, gerçeğini en güzel veren bir daldır.
Bizde röportaj gelişemezdi. Bizim politikamız uzun yıllar gerçeğe varmak değil, gerçeği örtmek oldu. Ben doğudaki mağaralarda yaşayan insanları yazdığım zaman [“Mağara İnsanları”, 5 Ocak 1954,Cumhuriyet] kıyametler koptu. Az daha gazeteden kovduruyordu beni o çağın hükümeti. Bereket versin Nadir Nadiyle Cevat Fehmi dayattılar. Örneğin Cumhuriyetin başında Nadir Nadi gibi, Cevat Fehmi gibi anlayışlı, özgürlük yanlısı kişiler olmasaydı ben Cumhuriyette değil on iki yıl, on iki dakika kalamazdım. Onlar Cumhuriyetin başından uzaklaştırılınca bana da hemen o anda yol göründü.
“Gazetelerimiz örtülü faşizmin birer çığırtkanı”
Türkiye uzun yıllardır demokrasi uydurması, perdesi altında bal gibi faşizmi yaşıyor. Demokrasi demokrasi diye kendimizi aldatıyoruz. Çoğunlukla gazetelerimiz bu örtülü faşizmin birer çığırtkanı. Gelen ağam, giden paşam gazeteleri bunlar. Bunlar yurdun, insanın gerçeğine varmak için kişilikli kimseleri bulacaklar, yetiştirecekler de insan ve yurt gerçeğine varacaklar, öyle mi? Faşizmin yoğunlaşması Türkiyede röportajın ölümüyle sonuçlanmıştır. Bu bir orantı sorunudur.
Türkiye’de bugünkü faşizm çözülürse basınımızda da değişiklikler olacaktır. Şu günlerde tirajları tepe aşağı giden gazetelerimiz bir çıkar yol arayacaklardır. Onları kurtaracak, onları halkın, okuyucunun gözünde sevimli kılacak, gerçek insan yaşamını, olayların, haberlerin ardındaki gerçeği verecek olan tek yol röportajdır.
Güçlü bir şiirimiz, hikayemiz, romanımız var. Buna karşın röportajlarımız sıfırda denecek kadar cılız. Neden? Bu gerçeğe aykırı değil mi? Çünkü röportaj gazetelerin tutumların yüzde yüz bağlıdır. Gazeteler isterse röportaj dalı çabuk gelişir. Röportaj dali birkaç yıl içinde kendi Sait Faikini, Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Dağlarcasını, daha ileri gidersek Nazım Hikmetini yaratabilir. Yeter ki gazeteler tutumlarını değiştirmek, gerçek gazeteciliğe yönelmek zorunluluğu duysunlar. Daha da gereklisi Türkiyede demokrasi gerçekleşsin.
“Röportajlarımı nasıl yaptım?”
Başka bir sorunuza karşılık vermeliyim. Ben röportajlarımı nasıl yaptım? Hemen söylemeliyim ki, herhangi bir röportajıma herhangi bir romanım kadar çalıştım. Çoğunlukla dizi röportajlar yaptım. İkinci yaptığım röportaj kaçakçılardır [“Kaçakçılar Arasında 25 Gün”, 22 Ağustos – 2Eylül 1951,Cumhuriyet]. Güney sınırlarımızdaki kaçakçılığı konu almıştım. Gittim, üç aydan bir fazla süre kaçakçılar arasında bir kaçakçı gibi yaşadım. Onların korkularına, acılarına, sevinçlerine, varlıklarına, yokluklarına katıldım. Bunca yıl geçti, 1951 yılında tanıdığım birçok kaçakçıyla yakın dostluğum sürer gider. Benim kaçakçı değil de gazeteci olduğumu öğrendikten sonra bile benimle ilişkilerini kesmediler. Şimdi bir geceyi anımsıyorum, kilometrelerce bir kayalık yolu aşarak, sırtımda ağzına kadar doldurulmuş bir çuvalla canım çıkarak, korkarak, ödüm koparak, kaçakçılarla sırtımızdaki çuvalları taş yığınlarına saklayışımızı… anımsıyorum. Bunca yıl nasıl unutmamışım. Bunun önemli bir sebebi olacak. Hiçbir röportajımda bir tek not almadım. Ne bir sözcük, ne bir çizgi. Hiçbir zaman yanımda kalemim olmaz ki.. Adres yazmak için bile. Son iki röportajımı banda aldım. Niye acaba? Çok düşündüm, belki makineyi kullanmak hoşuma gitti.Ama bir kere olsun, yazmak için teybi açıp da dinlemedim. Dinlemek gerekliğini duymadım. “Denizler Kurdu” röportajım [11 Eylül – 20 Ekim 1972, Cumhuriyet], uzun yıllar yaşadığımdı zaten. Laf olsun diye teybe aldım. Biri de son röportajım “Çocuklar İnsandır”. Onu da teybe aldım ama bakmadım bile. Yakında çıkacak. [Yaşar Kemal’in bu röportajı 1975 yılında Cumhuriyet gazetesinde Ara Güler’in fotoğrafları ve Turhan Selçuk’un çizimleriyle yayınlandı.]
“Notlar, gerçeğe varmak için tuzaktır”
Bu davranışımın sebebi ne? Çok bilinçli olduğumu sanmıyorum burada. İnsan ancak gerçeğe, o gerçeği, o insanı, insanları yaşayarak varır. Bence not almak, çizgi çizmek, saptamak hava. Bana öyle geliyor ki notlar çizgiler, sözler, gerçeğe varmak için tuzaktır. İnsan onlara güvenip yaşamayı unutur. Yaşamayı önemsemez. Yazıcı olduğunu, salt onların yaşama yazıcı olarak katıldığını unutamaz. Unutmazsa da işte o zaman hapı yutar. Yaratması engellenir, kısıtlanır. Ne kadar röportaj yapmışşam, onu sunan kadar yaşadım diyebilirim. Konumu, insanlarımı gereğince yaşayamamışsam röportajlarım da olmadı. Uydurma oldu. Ya da ben öyle sandım. Nasıl roman yazmışsam, hangi biçimle, hangi davranışla, öyle röportaj yaptım.
Türkiye’de demokrasiyle birlikte röportajcılık da gelişecektir. Gazeteler ne kadar diretirlerse diretsinler, ayakta kalmak, okuyucuya insanca varmak için, televizyon, radyo, sinema furyasında, röportaj başvurmak zorunda kalacaklardır. Dünya gazeteciliğinin bugünlerde girdiği çaresiz yola bizimkiler de gereceklerdir. (GT)
* Milliyet Sanat dergisinin röportaj soruşturmasına yanıtlar, Ağustos 1975
Kaynak: HABER VESAİRE