Ahmet Taner Kışlalı isminin önüne onlarca sıfat getirilebilir: Gazeteci, yazar, aydın, akademisyen, siyasetçi… Kızı Dolunay Kışlalı Uluç için hepsinden önce ‘baba’ydı. Okullarda klişe önermelerle okutulan ‘hayat bilgisi’nin en kayda değer derslerini babasından aldı. Hayatın, “Kapı çalınca arkasında durmayın, taranabilir” dedirtebilecek kadar acımasız olabileceğini de babasından öğrenmişti. Dolunay Kışlalı Uluç’un, suikastin 13. yıldönümünde Milliyet’e verdiği röportaj sizlerle…
– Olay günü, haberi nasıl aldınız?
Belçika’daydım. Ablam aradı. ‘Kolu kopmuş’ gibi şeyler söyledi. Bizim ailede kötü haberler sabah gelir, annemin ölüm haberini de öyle almıştık. Anlamadım önce. BRT’de çalışıyordum o dönem. Vefat haberini dış haber müdürümüzden aldım. Televizyonlarda annemle geçirdikleri trafik kazasının arşiv görüntüleri kullanılıyordu. O görüntülerde sakat ama hayattaydı. Onlar gösterildiği için uzun süre kimse öldüğüne inanmadı.
– Cumhuriyet’teki bir yazınızda babanızın, ‘Kapı çalınırsa arkasında durmayın, mutfağa girip ‘Kim o’ deyin. Kapıyı tararlarsa arkasında bulunmayın’ dediğini anlatıyorsunuz. Bu tedirginlik hep var mıydı?
Bunu söylediği zaman, sene 1978 olmalı. Babamın bakan olduğu dönem. Ben o zaman 4 yaşındaydım. Bilinçaltına işliyor insanın bir şekilde. Ergenlik dönemi korkar, geceleri uyuyamazdım. Rüyalarımda hep babamın öldürüldüğünü, kollarımda kanlar içinde yattığını görürdüm. Psikolojik destek aldırmışlardı bir ara. Uğur Mumcu’nun öldürülmesinden sonra annem çok endişe yaşadı. Tehditler varmış ama bize pek anlatmazdı. Babam, ‘Öldürmeye karar verirlerse, bununla mücadele edemem’ diye düşündüğü için koruma istemezdi.
– Babanızın hedef seçilmesini anlamlandıramayanlar olmuştu. Siz bir sebep bulabildiniz mi?
İlk aşamada ben de bulamadım. Ne medyatik ne de sivri bir adamdı. Ama doğru seçim olduğunu anladım zaman içinde.
– Neden?
Çünkü çok tavizsiz bir Kemalistti. Her zaman sakin, bilgiye dayalı ve uzlaşmacıydı. Bu üç özellik, fikir çatışmalarının çok yaşandığı ülkelerde çok önemli. Çok sayıda konferans veriyordu. Sınıfında iki ayrı kutupta öğrenciler özgürce tartışabiliyorlardı. Bunların etkili olduğunu düşünüyorum.
– Babanız için hazırlanan belgeselin gösterim gecesinde adaletin yerine getirildiğini ancak siyaseten tatmin olmadığınızı söylediniz.
Makul bir süreç içinde tetikçiler bulunarak adalete teslim edildi. Bu görev yerine getirildi. ‘Umut davası’ görüldü ve sonuçlandı. Tetikçilerin nerede eğitim aldıkları, hangi ülkenin güdümünde bu işi yaptıkları ortaya çıktı. Dava sonucu İran suçlu bulundu. Bundan sonra siyaset ne yaptı? Hiçbir şey. Tetikçileri bulmak önemli ama en önemlisi bu işi organize edenleri bulabilmek. İran’a karşı gerekli tepkiler gösterilmedi.
Ulusal mahkemenin aldığı kararın arkasında durup, uluslararası bazda gerekliliğini yapmak. Bunu bekledik. ‘Mahkeme kararlarını yerine getirebilmek için şunları yaptık, şöyle yaptırım uyguladık’ denilebilirdi. Her şey olabilirdi ama ben herhangi bir şey görmedim.
– ‘Umut davası’nda 22 eylem yargılanarak bir ‘torba dava’ oluşturulduğunu, dolayısıyla tetikçilerin ötesine geçilemediğini düşündünüz mü?
Bence birleştirilmesi hataydı. Ailelerin yolları da farklıydı. Davaların ayrı görülmesi gerektiğini düşünüyorum ama ben sonuçta mahkeme kararından tatmin oldum. Sonraki aşamalardan tatmin olduğumu ise söyleyemem.
– Yeni Akit Genel Yayın Koordinatörü Hasan Karakaya geçen hafta T24’te Hazal Özvarış ile söyleşisinde, ‘Hedef göstermek için yapılmamıştı. Tavrımız sadece Kışlalı’nın yazısına yönelikti’ dedi.
Bir fotoğrafın üzerine çarpı koyulmuş. Bu hedef değil de nedir? Ne denir ki buna? Ne diyeyim? ‘Evet, biz öldürülsün diye koyduk’ mu diyecek? ‘Öldürülsün amacıyla yaptık’ deme cesaretleri keşke olsaydı. Türkiye gibi bir toplumda bir adamın fotoğrafının üzerine çarpı koymak herhalde o kadar saf değildir.
– Karakaya aynı söyleşide Kışlalı’nın ölümüne üzüldüğünü de söyledi.
O zaman neden Hrant Dink’e aynısını yaptılar? İşin en vahim kısmı, hala bunu yapan insanların devam edebiliyor olması. Cinayete teşvik her yerde olur ama önemli olan bunun önüne geçmek. Nasıl hala yayına devam edebilirler? Bunun önüne geçmek lazım. Bir daha aynı şeyi yapamamaları gerekirdi. Kışlalı’ya yaptılar, Dink’e nasıl yaptılar? Bu, basın özgürlüğü falan değil.
– Kışlalı suikastinin, Ergenekon davası kapsamında değerlendirilmesi gerektiği konusunda bazı sesler yükselince tepkiniz sert olmuştu.
Faili meçhul denmesine isyan etmemenin nedeni tam da bu. Böyle denilince, isteyen istediği yere çekebiliyor. Kafa karışıklığı yaratılarak geri adım atılıyor. Kanal 24’teki ‘Keşke Olmasaydı’ adlı belgeseli, ‘Kendileri vurdular, kendileri gömdüler’ diye bitirdiler. El insaf! Neredeyse Mustafa Balbay öldürdü diyecekler. Bir adım ötesi o!
– Kendinizi Kemalist olarak mı tanımlıyorsunuz?
Evet. Özellikle Avrupa’dayken daha Kemalist oldum. Ben son derece iyi niyetle gittim ama düşmanca yaklaşıldığını gördüm. Hep saldırıya uğruyorsunuz. ‘Kemalistim’ dediğimde, Fransız arkadaşlarım, ‘Faşistsin yani’ diyorlardı. Halbuki benim ulusalcılık anlayışım, onlarınkiyle aynı.
– Kemalizm sizin için ne ifade ediyor?
Bence Kemalizm Türkiye için düşünülmüş en iyi siyasal sistem. Süreç içinde daha da çok böyle düşünür oldum. Çözüm, Ahmet Taner Kışlalı’nın anlattığı Kemalizm. Uzlaşmacı, herkesi kucaklayan çatı olduğunu düşündüğüm için en iyi siyasal çözüm diyorum. Babam Kemalizm’i geçmişin bekçiliği değil, geleceğin öncülüğü olarak özetlerdi. ‘Sürekli devrimdir’ derdi. Ben de zaten babamın bakış açısından Kemalistim diyorum.
– Babanız, başörtülü öğrencileri dersine aldığı için tepkiler alıyor muydu?
Muhakkak almıştır. Ancak babam için eğitim ama özellikle kız çocuklarının eğitimi çok önemliydi. Önemli olan öğrencilerinin bilgiye ulaşmaları, özgür bireyler olmalarıydı.
– Peki dinle ilişkiniz bu noktadayken, babanızın ‘İslami örgüt’ tarafından öldürülmesini nasıl karşıladınız?
Bunu her zaman söyledim: Babamı öldürenler Müslüman olamaz. Kimse bana, ‘Babamı Müslümanlar öldürttü’ dedirtemez. Çünkü dini inancı olan kimse böyle bir şey yapamaz. Babamın çok sık kullandığı bir laf vardı: ‘Tanrı iyileri, kötülerse Tanrı’yı kullanır.’
‘Okula gitmediği gün oruç tutardı’
Babam inançlıydı. Mide sorunu olduğu için okula gitmediği günler oruç tutardı. Geniş aile için iftar yapılırdı. Paris’te olduğumuz sürede Noel de kutlardık ama. Annem Katolikti ama Müslüman olmuştu. Ben annemin Müslümanlığına çok saygı duyardım. Türkçe bilmezken Fransızca okumuş Kuran’ı. Kendine çok yakın hissetmiş. Çok güzel bir Müslümanlık anlayışı vardı. Çok yardımseverdi. Ramazan boyunca oruç tutardı. Kurbanı kendisi kestirip kendisi dağıtırdı. Bütün bunları İslamiyet’ten aldığı duygularla, çok inanarak ve severek yapardı.
– Babanız, annenizin Müslüman olma kararını nasıl karşılamış?
Çok şaşırmış, mutlu olmuş. Tamamen hür iradesiyle verdiği bir karar. Lütfi Doğan hocaya gitmiş, babamın arkadaşıdır. Kimseye söylememiş giderken. Akşamları bize yarı Türkçe yarı Fransızca dualar okuturdu!