17 Ağustos 1999 Depreminden sonra AKUT adında arama kurtarma çalışmaları yapan bir sivil toplum kuruluşu girdi hayatımıza. AKUT şuanda arama kurtarma çalışmaları üzerine Türkiye’deki en iyi, en tecrübeli ekibe sahip.
Nasuh Mahruki arkadaşlarıyla birlikte AKUT’u kurmadan önce özellikle dağcılık üzerine adından söz ettirmişti. Rusya’dan Kar Leoparı unvanı alan, Everest’e 2 kere çıkan dağcı Nasuh Mahruki daha sonrasında AKUT ile özdeşleşmiş oldu. Siyasi duruşu, söylemleri, sporcu kişiliği, başarılarıyla ve AKUT’la herkesin sevgisini toplayan Nasuh Mahruki ile röportaj yapmak istedik. Bizi evinde, aile ortamında ağırlayan Nasuh Mahruki’ye bugüne kadar sorulmamış soruları sormaya çalıştık. Gayet sıcak geçen röportajda Mahruki’ye AKUT’u, siyasete ne zaman gireceğini, maden kazalarını, yeşil alanların rant uğruna AVM’lere dönüştürülmesini, TGB’nin ABD askerinin başına çuval geçirmesini sorduk cesur cevaplar aldık.
Röportaj: Ercan Küçük
RÖPORTAJLIK: Verdiğiniz röportajlarda dağcılığa başlamanızı anlatırken “basit bir ilanın peşine giderek ne kadar doğru bir karar verdiğimi gördüm” diyorsunuz. O yaşlarda cesurca davranarak hayallerinizin peşinden koşmuşsunuz. Günümüzde hayallerinin peşinden koşmak isteyen milyonlarca genç var ama sizin kadar cesur olamıyor. Yetiştiği yaşadığı ortam ve kültürün de bunda etkisi büyük. Bu anlamda neler söylemek istersiniz?
NASUH MAHRUKİ: Tam bu amaçla Kendi Everest’inize Tırmanın diye bir kitap yazdım. 7.kitabım ve 42 yaşında yazdığım bir kitap. Artık olgunluk yaşında ürettiğim bir kitap. 64 adımdan oluşan başarı ve mutluluğun yol haritası adını verdiğim bir süreç anlatıyorum o kitabın içinde. Başından sonuna bir kişisel gelişim kitabı. Ben kendi kafamda 15-25 yaş arası gençler için diye düşünmüştüm ama çok daha yaşlı başlı insanlar bile keşke bu kitabı gençken okusaydık diyorlar. Neticede buradaki asıl hikaye kişinin genç yaşlarda kendini yeteneklerini tanıması, keşfetmesi ve bu yetenekleri kapsamında kendisine bir yaşam yolculuğu tasarlaması, bununla uyumlu hedefler belirlemesi burada asıl akıllıca yapılacak şey. İşin en başlangıç noktası kendini tanımak. Gençlere kendilerini çok iyi tanımalarını öneririm. Hayatın farklı alanlarında deneyimler yaşayarak kendileriyle ilgili farkındalıklarını arttırmalarını, yeteneklerini keşfetmelerini, yeteneklerinden zevk alıyorlarsa bunları iyice geliştirmeye çalışmalarını öneririm. Çünkü yetenek nankör bir şey. Kullanırsan gelişir, kullanmazsan da körelir. O farkındalıklarla kendileriyle ilgili hedefler belirlemelerini, ondan sonra da onun peşinden cesaretle disiplinle kararlılıkla devam etmelerini öneririm. Sonuçta herkes hayata bir kere geliyor. Bir kere yaşadığın yaşam deneyimi bu. Bir kere bebek oluyorsun, bir kere çocuk, bir kere ergen, bir kere genç yetişkin, olgun oluyorsun. Her şeyi bir defa yaşıyorsun, hayatın provası yok. Hiç kimse daha önceden bu yaşayımı deneyimleyerek bir kere daha bunu yaşama fırsatına sahip olmuyor. Bir defada bunu doğru yapmamız lazım. Hayatı iyi kurgulayabilir, mutlu başarılı keyifli bir hayat kurgulayabilirsen bunun en büyük ödülü sana. Beceremezsen de en ağır bedeli sen ödüyorsun. Bu dolayısıyla öyle mi olsun böyle mi olsun diye kestirip atılacak bir şey değil. Böyle olmak zorunda, yapamadığın zaman hayat gidiyor çünkü. Hedeflerinin tutkularının peşinden inatla kararlılıkla cesaretle gitmediğin takdirde o hayatını sıradanlaştırıyorsun. Hayatın içerisinde herkes gibi bir yer bulmaya çalışıyorsun. Önemli olan kendin gibi olabilmek. O zaman da değerli oluyorsun. Değerli olduğun zaman da o başarıyı getiriyor yanında.
RÖPORTAJLIK: 80’den fazla ülkeye gittiniz. Özellikle Hindistan’dan çok etkilendiğinizi belirtiyorsunuz. Ama Türkiye’den başka bir ülkede yaşamak istemediğinizi söylüyorsunuz. Neden Türkiye?
NM : Burası benim vatanım. İnsan vatanında yaşamak ister. Ben Türkiye’yi çok seviyorum. Türkiye’den başka bir yerde yaşamayı hiçbir zaman düşünmedim. İstanbul’dan başka bir yerde yaşamayı hiçbir zaman düşünmedim. Bu evden başka bir yerde yaşamayı düşünmedim. Burası ailemden kalan bir ev.
RÖPORTAJLIK: Ülkemizin özellikle genç aydınları arasında gösteriliyorsunuz. Sizce bunun nedeni sportif başarılarınız mı, siyasi duruşunuz mu? Yoksa AKUT’un başarıları mı?
NM : Bence hepsi birden. Sonuçta hayat bir bütün. Neticede insanlar konuştukları kişilerin hayatta yaptıklarına bakıyorlar, ürettiklerine, söylemlerine, davranışlarına. Hatta hayata kattıklarına bakıyorlar. Bence bir bütün olarak bunu değerlendirmek gerekiyor. Eğer öyle gözüküyorsa ne mutlu bana.
RÖPORTAJLIK: Vatan Lafla Değil Eylemle Sevilir kitabınızın bir 40 yaş hesaplaşması olarak hazırlandığını söylüyorsunuz. Geriye dönüp baktığınızda keşke şunu yapsaydım, şunu eksik yaptım dediğiniz bir şey var mı?
NM : Muhakkak öyle detaylı düşününce bir şeyler çıkar. Ama benim hayatta öyle keşkelerim pişmanlıklarım yoktur.Çünkü ben geriye bakmam ileriye bakarım. Geçmişte ne olduysa oldu. Artı eksi doğru yanlış yaptık bitti. Ya da yapamadık, ne kadar yaptıysak o kadar yaptık. Önemli olan bugünle yarın. Önüne bakacaksın. Geçmişten yapacağın tek şey ders alacaksın. Geçmişten olası hataların, eksiklerin varsa onlarla ilgili kendini bağışlayacaksın, başka çaresi yok. Ama kendini bağışlamanın da ön şartı aynı hataları ya da benzer hataları tekrar etmemektir. Ve yoluna önüne bakıp devam edeceksin. Ufak tefek hatalar yapmışımdır elbette ama büyük hata yapmadım.
RÖPORTAJLIK: Dağ tırmanışlarınızda şüphesiz ki birçok olayla karşılaşmış, maceralar yaşamışsınızdır. Bunları, kendi yaşadıklarınızı beyaz perdeye aktarmayı düşündünüz mü?
NM : Ben motorsiklet seyahatleri, dağ tırmanışlarıyla ilgili bir sürü belgesel yaptım. Beyaz perde projesi yok şimdilik. Onu da artık başkaları yapsın.
RÖPORTAJLIK: AKUT özellikle 1999 depreminden sonra hayatımıza girdi. Bir dönem özellikle bürokrasiyle sıkıntılar yaşadınız. Sivil Savunmanın sizi yurtdışındaki afetlere göndermemesi, İstanbul Valiliği’nin AKUT’a müdahaleleri. Şuanda bu sıkıntılar ne seviyede? Sorunlar çözüldü mü?
NM : Bir dolu problem yine tabi var. Maalesef sıkıntı şu: AKUT her zaman Türkiye’nin önünde bir sivili toplum kuruluşu oldu. Toplum bizi 1999 depreminde tanıdı ama o bizim 34. Arama kurtarma çalışmamızdı. Bugünkü arama kurtarma çalışmamızın sayısı 1800lerde. 99 depreminden önce de biz bir hayli arama kurtarma çalışması yapmıştık. Hatta Adana-Ceyhan depreminde 98’de katıldığımızda kamuoyu bizi ciddi derecede tanışmıştı. Ama 17 Ağustos depremi işi bambaşka bir yere getirdi. Çünkü Türkiye’nin hazırlıksız yakalandığı bir afetti. Ve o olaydan sonra AKUT’un gösterdiği yararlılıklar neticesinde AKUT en üst düzeyde onurlandırıldı. Başbakanından Cumhurbaşkanına birçok isim AKUT kaskını taktılar. Devletin bütün kademeleri en üst düzeyde takdir, teşekkür etti. Fakat bu öncülük neticede bir taraftan ülkenin arama kurtarma acil durum yönetimine de bakış açısını değiştirdi. Şuan Türkiye’de çok güçlü bir arama kurtarma faaliyeti var AKUT’un sayesinde. TSK bile bizden sonra kurdu arma kurtarma ekiplerini. Dolayısıyla burada büyük bir liderli, ufuk açıcılık var. AKUT’un kurulduğundan beri bu şekilde devam etti. Şuanda bile birçok şey konusunda öncüyüz. Bu tabiî ki de ülkesinin insanlarını seven kişiler, böyle yönetilen kurumlar için çok saygıdeğer bir şey. O insanlar ve o tür insanların başında bulunduğu kurum ve kuruluşlar AKUT’a böyle yaklaşıyor. Ama bir de kendi yetersizliklerini benzer alanda çalışan ve kendisinden bin kat daha iyi iş yapan insanları görüp de kendi yetersizliklerinin ortaya çıkmasından rahatsızlık duyan, işgal ettikleri makamlara layık olmayan bir takım insanlar da var. Onlarla sorun yaşandı. Bizi devleti zayıf gösteriyorsunuz diye suçladılar. Biz devletin yapması gereken işi yapıyoruz. Bunu devletten daha iyi yapıyorsak bunun sorumlusu biz miyiz? O zaman devlette işini yapmayanlardan kurtulalım. İşini düzgün yapan insanları getirelim oraya. “Siz yaptığınız şeylerle halkın arasını açmaya çalışıyorsunuz.” şeklinde sözleri çok üst düzey insanlardan duyduk. Bakış açısı bu bazılarında. Bu tabi yetersiz bir yöneticilik. Böyle bir bakış açısı olmaz. Eğer sorumlu olsalar, bütün ülkeye eşit, adil, tarafsız olsalar hakikaten ülkeyi insanları sevseler böle düşünmeyecekler zaten. Birisi bir tuğla mı koyuyor memlekete hemen alalım koruyalım, önüne fırsatlar koyalım demeleri gerekirken, onların eksikliği beceriksizliği ortaya çıkıyor diye bizi suçluyorlar. Medyada bunu zaman zaman çok olumsuz kaşıdı. 99 depreminden sonra Sabah Gazetesi, “Halkın AKUT’u, Devletin Sivil Savunması” diye bir kapak yaptı. Bizimkiler pırıl pırıl gencecik insanlar, kızlar erkekler şeklinde. Hepsi öğretmen doktor mühendis, iş adamı, öğrenci, sporcu tipler. Diğer tarafa da devletin sivil savunması diye koydular. Bıyıklı kilolu, erkekler. Onları aşağılayacak şekilde koydular bunu. Bunları görünce onlar da geriliyorlar. AKUT yüzünden bize niye vuruyorlar diye. İster istemez böyle bir ikilik yaratıldı. Bunları önemli ölçüde aştk. 2001-2002-2003 bayağı zor zamanlardı. Çok organize saldırılar da yaptılar. Ülkenin etkin köşe yazarlarını Hıncal Uluç’u, Fatih Altaylı’yı saldırttılar üstümüze. Vatan Lafla Değil Eylemle Sevilir kitabında bunları yazdım. Karşılaştığımız zorluklar diye bir bölüm var o kitapta. 70 sayfa AKUT’a yapılan kötülükleri, engellemeleri, hakkımızda çıkartılan karalama kampanyalarını belgeleriyle yazdım. O yüzden 40 yaş hesaplaşması dedim o kitap için. Şuanda da devam ediyor. Ama başka bir taraftan devam ediyor. AKUT siyaset üstü bir STK. Herkese eşit adil ve tarafsız yaklaşmak durumunda ve insan hayatı için mücadele ediyoruz. Birisini kurtarmaya gittiğimizde dili, dini, etnisitesi, Haitili, Tayvanlı olması bizi ilgilendirmiyor. Biz insan diye bakıyoruz. Hatta sadece insan değil hayvan da kurtarıyoruz. Bugüne kadar 300’ün üzerinde hayvan kurtardık. Havyan kurtarmada da Türkiye’nin en iyi ekibiyiz. Bizim için yaşam kutsal. Bunu hiçbir sınırlandırma koymadan yapmaya çalışıyoruz. En önemli olan bu bakış açısı ve bizim gücümüzün kaynağı da bu. Benim kişi olarak tabi ki bir dünya görüşüm var. Gördüğüm ülkedeki çarpıklıkları eksiklikleri düşünen bir insan olarak ülkesine karşı, insanlara karşı, kendisini sorumlu hisseden bir yurttaş olarak yurttaş olma sorumluluğumla bunları yazıyorum söylüyorum. Bunu AKUT’la ilişkilendirip sen AKUT’un başkanısın niye böyle siyasi söylemlere giriyorsun dediklerinde ben de “ne alakası var? ben AKUT’un başkanıyım diye fikrim olamaz mı?” diyorum. Ben ASHOKA Vakfı’nın da Türkiye’deki başkan vekiliyim. Milli Olimpiyat Komitesi, Su Altı Araştırmaları Derneği, Gezginler Derneği gibi kurumlara da üyeyim. Onların hiçbiri benim bu söylemlerimden etkilenmiyor. Niye bunları AKUT’l a ilişkilendiriyorsunuz diyorum. Bunu da aştık aslında. Hatta AKUT Nasuh Mahruki AKUT’un başkanıdır ama kendi görüşlerini anlatıyor, AKUT’u ilgilendiren bir şey değil bu diye basın açıklaması da yaptı. Dolayısıyla onun söylemlerini AKUT’a yansıtmayalım denildi. Bunu 1-2 defa yaptık ısrarla da söyledik. Şuanda belli bir yere getirdik bunu. Oyüzden de tabii ki özellikle hükümet kanadından hiçbir destek görmüyoruz. Hala arabalarımıza motorlu taşıt vergisi ödüyoruz. AKUT 19 senedir hayat kurtarıyor. Ülkeye hayat kurtarmayı öğreten ekip biziz. 35 bölgede 44 aracımıza 1500-1600, 1700 gönüllümüz var. Hayat kurtardığımız araçlara, 300 civarı telsize frekans tahsil ücreti ve cihaz kullanım bedeli diye para ödüyoruz. Bugüne kadar devlete herhalde 300-400bin lira vergi ödedik. Biz bu vergiyi niye ödüyoruzki? Ben defalarca kez gittim Ankara’ya: iki kez Kemal Unakıtan’la görüştüm. Efkan Ala Başbakan Dnaışmanıyken bir kere görüştüm. Şimdiki Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e gittim. Bize zaten para vermiyorsunuz. İstemiyoruz da zaten. Bari arabalarımızdan vergi almayın dedim. Ben kendimi kötü hissediyorum. Parasının miktarında da değilim. AKUT’u kurmaya karar verdiğimizde ben 26 yaşımdaydım. Bugün 46 yaşımdayım. Bukadar senedir hiçbir karşılık beklemeden gönüllü olarak insan hayatı kurtarmaya devam ediyoruz ve siz bizim arabalarımızdan vergi alıyorsunuz. Bunu alamazsınız. Yasaya uygun olabilir ama ahlaka uygun değil, etik değil. Nerelere ne paralar harcanıyor, AKUT’tan da motorlu taşıtlar vergisi alma kardeşim. Telsizlerden de o ücretleri alma. Ben sonuçta hobilerimi gerçekleştirmek için bu işi yapmıyorum. Bu ülkeye millete karşı bir sorumluluk projesi. Bunu nda çok iyi yapıyoruz. Ama devlete ödediğimiz bu vergi elimizi kısıtlıyor. Başka kaynaklardan kesmemiz gerekiyor. O 400bine biz 2 ekip daha kurabilirdik.
“KUPON ARAZİLERİ KARŞILIĞI TÜRGEV’E BİR KALEMDE 100 MİLYON DOLAR BAĞIŞ”
RÖPORTAJLIK: Kamu yararına çalışan dernek olmak bu vergileri vermeye engel değil mi?
NM : Değil. Biz hem kamu çalışan derneğiz, hem de izin almadan yardım toplayabilen bir derneğiz. Bu statüdeki 11 dernekten biriyiz. Öte yandan şunu da söylemek gerekiyor. Bu siyaset yapmak değil ama. Bu ülkedeki çarpıklıklara dikkat çekmektir. TÜRGEV diye bir vakıf çıktı ortaya. Erdoğan’ın oğlu Bilal’in, yedi sülalesinin yönetiminde olduğu vakıf. 100 Milyon dolar bağış yapmışlar. Bir kalemde. Kim görmüş bu kadar parayı yan yana bir yerde? Ama birisi geliyor bir vakıfa bir kalemde bu kadar bağış yapıyor. Niye çünkü başbakanın tapelerinde çıktı. Bana sormadan kupon arazileri kimseye vermeyeceksiniz diye. Bir de fırça atıyor. O kupon arazileri ona buna vererek oradan onun karşılığında da buralara bağışlar yaptırıyorlar. Bu ayyuka çıktı artık. AKUT’un arabalarından motorlu taşıt vergisi alan bir hükümet var bir tarafta bir tarafta kendi ailesine kurdurduğu bir vakfa 100 milyon dolar bağış yaptıran bir hükümet var. ben bundan nefret ediyorum. Ve bunu her ortamda da söylüyorum. Bunu söylediğim zaman bunun neresi siyaset yapmakmış? Birisi hırsızsa rüşvetçiyse yalancıysa sen hırsız ve rüşvetçisin pis bir yalancısın demenin neresi siyaset yapmakmış? Ayna tutuyorum. Bu kardeşim bu. 17 Aralık’ta tapelerde hepsi çıktı. Sen görmüyorsan gerizekalı olan ya da vicdanıyla hesaplaşması gereken sensin. Ben bunu görüyorum ve açık yüreklilikle cesaretle söylüyorum. Bu adamlar hırsız rüşvetçi ve yalancı. Ve bizi yönetiyorlar şuanda. Bu çok tehlikeli bir şey. Ulusal güvenliğimiz için de çok tehlikeli bir şey. Bunu görenler, söyleyenler var. Bundan dolayı çok endişe edenler var. Keşke herkes bu gerçekleri görse.
AKUT’UN BİLİNÇLENDİRME ÇALIŞMALARI
RÖPORTAJLIK: AKUT’u daha çok afet, felaketlerden sonra arama kurtarma çalışmalarında görüyoruz. Peki AKUT’un daha bu felaketler yaşanmadan öncesi için alınması gereken tedbirler anlamında ilgili kurum, kuruluşlarla çalışmaları var mıdır?
NM : AKUT’un varlık sebebi 1.si acil durumlarda dağ ve doğa sporu kazalarında deprem sel gibi doğal afetlerde can kaybını en aza indirmek. 2.si de bu konular hakkında toplumu bilinçlendirmek. Operasyonda zaten Türkiye’de en iyisiyiz. Çok yakın zamanda AKUT 2000. canını kurtarmış olacak. Suriye sivil savunmasını da biz yetiştiriyoruz. Biz 750 civarı insan yetiştirdik. Bazıları eğitmen oldu. 1100 civarında şuanda Suriye sivil savunmasında insan var. 10binin üzeride insan kurtardılar savaş koşullarında. 1.5 sene gibi bir zaman içerisinde. Bütün dünyada bunlar anlatılıyor. Bu bizim arma kurtarmayla ilgili yaptıklarımız. Öte yandan toplumu bilinçlendirme çalışmaları yapıyoruz. Bu konular hakkında insanlar önceden bilgili olsun ki başımıza geldiğinde enaz zararla atlatabilelim. Öncesinde, sırasında, sonrasında insanlar ne yapmalı bilsinler diye. Bu konuda bir tırla deprem eğitimi projesi çerçevesinde 2 kere Türkiye’nin tamamını dolaştık. 2004’te ve 2008’de illerin tamamını dolaştık. 5 sene boyunca da ilçeleri dolaştık. İlçeleri dolaştığımız projede AkSigorta’ydı sponsorumuz. Deprem simulatörüyle nasıl önlem alabiliriz diye anlatıyoruz. Seminerler veriyoruz. Her sene 100binin üstünde insana Türkiye’nin her yerinde seminerler veriyoruz. Bazen yerel yönetimlerle işbirliği yapıp o bölgedeki bütün okullardaki bütün öğrencilerle seminerler yapıyoruz. Liselere dönük afet bilinçlendirme eğitimimiz var. Haftada iki saat olarak 1 ya da 2 dönem olarak sürüyor. Bu anlamdan çok çalışmamız var. Toplumu bilinçlendirme ciddi zaman ve efor ayırdığımız bir alan. Çünkü bu konular hakkında önemli olan bu konuları içselleştirmek ve davranış değişikliklerine yol açmak. Bunu ısrarla ve inatla 7’den 70’e sürekli toplumun karşısına bir şekilde çıkartmak lazım. Bu eğitimin artık öyle bir hale gelmesi gerekir ki Japonya’da olduğu gibi bir deprem anında herkes ne yapması ve nasıl yapması gerektiğini biliyor. Ne birbirlerini sıralarda itiyorlar, ne birbirlerinin hakkını taciz ediyorlar. Tamamen işin gereklerine göre hareket ediyor bütün nüfus. Yaşadıkları tecrübelerden çıkarttıkları sonuçları okadar çok iyi anlatmışlarki çok küçük yaşlardan itibaren bir afet anında herkes nasıl davranması gerektiğini biliyor ve toplumsal bir dayanışmayla birlikte afetten en az zararla çıkabiliyorlar. Korkunç bir tsunami afetini atlattılar. Hem de nükleer sızıntıya rağmen. Türkiye’nin de bu hale gelmesi için uğraşıyoruz. Türkiye’de birgün inşallah Büyük Atatürk’ün yol gösterdiği gibi çağdaş medeniyetler içerisinde layık olduğu yere ulaşmış afetlere dayanıklı bir toplum olacak. Toplumu bilinçlendirme çalışmalarında sadece seminerler ya da tır projesiyle yapmıyoruz. Tiyatro sanatını da kullanıyoruz. Bir çocuk tiyatrosu müzikalimiz var. ‘Birimiz Hepimiz Hepimiz AKUT’ diye. Birçok yerde oynadı. Şimdi de bir kukla tiyatro hazırlığımız var. İnteraktif tiyatromuz var. Çocuk tiyatromuz, yetişkin tiyatromuz var. İstanbul Kalkınma Ajansı vakfının projesiyle 4 bölümlük bir çizgi film hazırladık. Kitapçıklar üretiyoruz. 2004’teki çalışmada 50bin kitapçık dağıtmıştık bütün Türkiye’de. Deprem eğitimiyle alakalı. 2008’deki projede Vodafone Vakfı sponsorumuzdu. 1milyon adet kitapçık dağıttık. Aksigorta’yla da deprem yangın ve sele yönelik bir kitapçık çıkarttık. Ondan da yine 100binlerce dağıttık.
“MADENLERDEKİ ÖLÜMLERDEN TAYYİP ERDOĞAN SORUMLUDUR”
RÖPORTAJLIK: Son dönemde iş kazaları, iş cinayetleri çok gündeme geldi. Alınmayan tedbirler, patronların tasarruf yapmak için işçilerin can güvenliğini arka plana atması çok tartışılıyor. AKUT bu konuya da el attı mı?
NM : İş sağlığı iş güvenliği konusunda hükümetin alması gereken insiyatifler var ama almıyor bunları. O yüzden bunlar yaşanıyor zaten. Hep göstermelik her şey. Şuanda inşaat sektörü inanılmaz hızlı büyüyor. Ve tamamen hükümete yakınlar tarafından büyüyen bir yapılanma bu. Orada da bir takım denetlemeler maalesef göz ardı edildi. Özellikle madencilikte görüyruz. Korkunç durumdayız madencilikte. Türkiye 19 yıldır Uluslar arası Çalışma Örgütü İLO’nun 176 sayılı madencilikteki iş sağlığı güvenliği normlarını belirleyen yönetmeliği imzalamıyor. Birkaç yıl önce bütün madenlerin işletme ruhsatlarının dağıtımı doğrudan başbakana verildi. Doğrudan Tayyip Erdoğan belirliyordu kime ne maden verileceğini. Bu ölümlerin hepsinden doğrudan o sorumludur. Çünkü bu yönetmeliği imzalamadığı ve tüm madenleri kendisine bağladığı için. Ama çıktı savunmasında ne dedi? Bu işin fıtratında vardır, geçmişte de oldu böyle olaylar dedi. Geçmişte dediği 150 sene öncesinde. Biz de gerizekalıyız, yiyoruz bunu. Sonuçta amaç rant ve daha fazla para kazanmak. İLO 176’yı imzalamayan ülkelere bakıyorsun. Birisi Afganistan diğeri Pakistan. Türk madencileri bu 2 ülke standartları gibi madenlerde çalışıyor. Çünkü böyle bir yönetmelik şart değil Türkiye’de. Hatta Soma faciasında “ biz daha yeni denetlendik” dediler. Çünkü yalandan denetleme yapılıyor. Normalde 125 dolar olan kömürü 25 dolara çıkartıyoruz diye başarı olarak söylediler. Bunu nasıl yapıyor? İş sağlığı güvenliğiyle ilgili önlemleri almadan çıkartıyor. Yaşam odalarını yaptırmayarak, doğru kişisel güvenlik malzemelerini almayarak yapıyorlar. Fotoğraf çok açık ortada. Bunu görmemek için ya kör olmak lazım ya da vicdansız olmak. Biz ikisi de değiliz.
“İSTANBUL’U SATIYORLAR, CEPLERİNE DOLDURUYORLAR”
RÖPORTAJLIK: Türkiye’de uzmanlar 99’dan sonra özellikle Marmara Bölgesi’nde büyük bir deprem bekliyorlar. Depremden sonra halkın toplanması gereken ormanlar gibi yeşil alanlar ranta kurban gidiyor. Siz hem bir doğasever hem de AKUT’un Başkanı olarak bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
NM : Bu korkunç bir durum. İstanbul şuanda hükümet tarafından talan ediliyor. 17 Ağustos 1999 depreminden sonra 480 tane olası bir İstanbul depremi için toplanma alanı ilan edildi. Bu hükümet geldikten sonra yarısından fazlasını imara açtı ve avm, rezidans yaptı. Çünkü orayı para diye görüyor. Halkın ona ihtiyacı var, nefes alacak bir alan, çocuklar çıksın yeşil görsün de demiyor. Oraya baktığında dolar görüyor. Elinde yetki de var. Belediye meclisinde elini kaldırıyor, herkesin de işine geliyor. Herkes de oradan besleniyor. Müthiş rüşvetler dönüyor. İstanbul’u satıyorlar ceplerine dolduruyorlar. Hepimize ait olan kamu kaynaklarını kendileri için kullanıyorlar. Cep telefonlarında mesela deprem vergisi koydular, sonra adını değiştirdiler. Yıllarca hepimiz deprem vergisi ödedik. Muazzam bir para toplandı. Defalarca soruldu, nerede bu paralar diye. En sonunda Maliye Bakanı Mehmet Şimşek çıktı dedi ki biz o paralarla yol yaptık. Yapma ya! Demek yol yaptınız. Nerede faturası? Kime ne verdiniz nasıl yapıldı? Hiçbir denetleme yok. Ne anladım ben bu işten? Senin zaten yol yapmak için topladığın vergiler var. Bu deprem vergisi. İstanbul’un ya da Türkiye’nin depreme dayanıklılığını arttırmak için toplanan bir vergi bu. Sen o parayı yolda kullanamazsın. Ama ne Danıştay, ne Sayıştay, ne HSYK, ne polis, ne yasa hiç kimse işini yapmadığı için hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam ettiler. Kim bilir ne paralar ne rüşvetler yenmiştir onun içinde. Denetlemesi yok çünkü. Ve devlet son yıllarda denetlenemiyor. Sayıştay “bana belgeleri yollamıyorlar denetleyemiyorum” diyor. Ama onlar mecliste işlerine devam ediyorlar. Bunların hepsi anayasal suç. Hepsi hapislik suç. Dokunulmazlıkları olmasa hepsi hapise girecek. Bu iş bittikten sonra girecekler.
RÖPORTAJLIK: Gençlik için en büyük tehditlerden birisi bonzai ve diğer uyuşturucu maddeler. Türkiye’nin genç bir aydını olarak hem de AKUT olarak bu sorunla mücadele anlamında projeleriniz, çalışmalarınız var mı?
NM : Bu bizim doğrudan konumuz değil. Ama özellikle benim çok hassas olduğum bir konu. 10 yaşın altına inmiş deniyor uyuşturucu kullanımı. Eczanelerde artık çocuğunuz uyuşturucu kullanıyor mu testini satıyorlar. Bu korkunç bir travma. Bir anne baba çocuğuna kan testi yapacak. Gel bakalım buraya kullanıyormusun diye. Bu aradaki ilişkiyi mahfeder. Buradaki asıl sorumlu aile. Kimse kendi kendine sokaktan bulup uyuşturucuya başlamıyor. Arkadaş çevresi ile başlıyor. Aile eğer çocuğuyla anne baba olmanın ötesinde bir dost sırdaş olmayı becerebilirse çocuğunu sıkmadan rahatsız etmeden ama onun her zaman güvenebileceği güvenli bir aile olmayı başarabilirlerse ozaman çocuklar uyuşturucuya saplanmaz. Çocuktaki en küçük değişikliği aile fark eder. Uyku düzeni mi bozuldu daha mı fazla para harcamaya başladı, kılık kıyafeti mi değişti, arkadaş çevresi mi değişti, kullandığı dil mi değişti, dersleri mi düştü filan. Bir takım emareleri zaten görmemek mümkün değil. Ama ailenin çocukla yakın olması lazım. Ama maalesef Türkiye’de bir çok parçalanmış ailede sorunlu ilişkilerde arada çocuklar kötü yola düşüyorlar. Ailelerin bilinçli olması çok önemli. Sonra sistemin problemi. Bugün ortaokulların önünde satılıyormuş. Herkes bunu söylüyor. Madem satılıyor gidin yakalayın ozaman. Çocukların uyuşturucu kullanması korkunç bir şey. Çocuk yaşta böyle bir kayıbın içerisine girerse bir birey onun hayatında yaratacağı fırsat maliyetini ve kayıpları bir daha kapatamayabilir. Bir kere geldiğin hayatta çocuk yaşlarda öyle bir hata yaparsan sonrasındaki bütün hayatın bundan etkilenebilir ve bütün hayatın boyunca bedel ödemek zorunda kalabilirsin. Bu çok acı bir şey olur. Çok daha etkin mücadele etmek gerekir.
NASUH MAHRUKİ SİYASETE GİRECEK Mİ?
RÖPORTAJLIK: Biraz da siyasete, Türkiye gündemine girelim. 30 Mart yerel seçimlerinde size CHP’den Kadıköy Belediye Başkan Adaylığı daveti gelmiş, sonra o gece İşçi Partili olduğunuz gerekçesiyle bu karardan vazgeçilmiş. Peki Nasuh Mahruki siyasete atılmayı düşünüyor mu? CHP’li mi İşçi Partili mi?
NM : Ben hiçbir parti üyesi değilim, CHP seçmeniyim. CHP’de daha az yanlış insan olduğunu düşünüyorum. Ve CHP’nin de daha az yanlış yapacağını düşünüyorum o güce sahip olursa. Siyasete girme konusu çok uzun zamandır gündemde olan bir konu. Bir dönem ben niyetlendim de aslında. Hatta 2000-2002 arasında bu konulara ilgim çok arttı. Milli Güvenlik Akademisi’ni bitirdim ben. 2003-04’te Milli Güvenlik Akademisi’ne kabul edilen ilk STK lideriydim. Müthiş bir eğitim. Bu konular hakkında kendimi yetiştireyim, ileride daha büyük sorumluluklar alayım diye. Kitap okumalarımı da değiştirdim, bu yönde bir sürü kitap okudum. AKUT çok iyi yerlere geldi. AKUT’ta ben ve arkadaşlar hayallerimizi gerçekleştirebiliyoruz. Bugün bizim derneğimiz var, vakfımız var, spor kulübümüz , yayınevimiz, enstitümüz, çocuk akademimiz, üniversite topluluğumuz, liselerde afet bilinçlendirme eğitimlerimiz var. Birçok yerde bir çok alanda binlerce insanla birlikte çok büyük bir aileye dönüştü AKUT. Şuanda 11 ülkede proje yapıyoruz. Spor kulubümüz, dağcılık, kayak, snowbord, atletizm, bisiklet, motosiklet, motor sporları, kaysirf, geleneksel Türk okçuluğu branşları var. Şimdilerde oryantalingi kuruyoruz. 15-16 üniversitede topluluğumuz var. AKUT’ta biz çok önemli bir şey yakaladık. , başardık. Bunun zarar görmesini hiçbirimiz istemiyoruz. Hep birlikte bunu buraya getirdik. Lider kadrosu uzun yıllardır birlikte çalışan, birbirini çok iyi tanıyan ve birbirimizin boşluğunu çok iyi tamamlayan farklı yetki ve sorumlulukları olan bir modelle gidiyoruz. Birbirimize çok güvendiğimiz için de AKUT’un değerlerini çok iyi bildiğimiz için de gözümüz kapalı ayrı odalara koyup önümüze aynı soruları da sorsanız aynı cevapları veririz. Bu büyük bir verimlilik ve hız kazandırıyor. Bunun zarar görmesini istemiyoruz. Bu sistem biz birlikte olduğumuz zaman güçlü bir sistem olarak devam ediyor. Birimiz ayrılsak çok yara alırız. O yüzden benim çok düşündüğüm bir konu. Şuan niyetim yok siyasete girmeye. İyi gidiyoruz çok daha iyi yerlere de gideceğiz. Bir de AKUT tarafsız bir yer. Bugün kimsenin dinine, diline, etnisitesine, boyuna posuna bakmıyoruz. İnsan diye, yaşam diye, can diye bakıyoruz. Siyasette bir yere girdiğiniz andan itibaren ister istemez taraf olmak zorundayım. Taraf olduğunda karşı taraf da var. Ben şimdi herkese eşit adil ve tarafsız bir şekilde yaklaşabiliyorum. Bunu kaybetmeyi de aslında istemiyorum. Bu değerli bir şey. Toplumun her kesimi tarafından takdir edilmek güzel bir şey. Kişi vatan haini değilse bizi sever. İlerisini bilemem ama bugünkü konjönktürdeki düşüncem bu yönde.
CHP NASUH MAHRUKİ’YE NE TEKLİF ETTİ?
CHP ile de ilişkimiz uzun zamandır var. Kemal Derviş Türkiye’ye geldiğinde bana şöyle denmişti. “Kemal Bey CHP’ye girerken yanında birkaç isimle girmek istiyor. Birisi de sensin ne dersin?” Ondan sonra Genel Başkan Yardımcılığı teklifi geldi. Gürsel Tekin ile oturduk konuştuk. Ciddi bir teklifti. Oturalım konuşalım dedim. Şunu sordum. Benim AKUT’ta böyle böyle bir hareket alanım var. İster spor olsun, ister toplumu bilinçlendirme olsun, eğitim olsun ben bunları zaten yapıyorum. Bana bundan daha fazla ne vereceksiniz? Benim yetkim ve sorumluluklarım ne olacak ve benden ne bekliyorsunuz dedim. Bunlara Genel Başkan cevap verebilir dedi. O zaman Genel Başkanla konuşalım dedim. Burada ben zaten dünyanın işini yapıyorum. Bana burada yaptığımın 2 katını yapabileceğim bir alan tanıman lazım ki en az, ben ona göre düşüneyim. Sonuçta burayı bırakmak zorunda kalacağım. Hem siyaset hem AKUT’un başı olmaz. O da orada kaldı. Sonra Kadıköy Belediye Başkanlığı adaylığı geldi. Yani CHP ile böyle bir flörtümüz var uzun zamandır ama bir türlü net bir yere varamadı mesele. Siyaset konusunda düşüncem bu. AKUT’ta yaptığımdan daha fazlasını yapabileceğim bir alan yakalayabilirsem düşünebilirim.
RÖPORTAJLIK: İşçi Partili olduğunuz iddiası nereden çıktı?
NM : İşçi Partisi bana sorarsan Türkiye’nin en önemli kritik meselelerinde yıllardır çok doğru pozisyon aldı. PKK meselesinde, Ermeni Soykırımı yalanları meselesinde ve Kıbrıs meselesinde. Bu 3 konuda da tam benim düşündüğüm gibi, olması gerektiği şekilde ve vatanseverce pozisyon aldı. Ve ciddi de mücadele edildi. Lozan eylemi mesela. Demokrasiden bahsedip soykırım yalandır diyeni hapse atıyorlar. Bu hiçbir yasaya uygun değil. Ama bunun çözülmesi için birilerinin gidip o suçu işlemesi gerekiyordu. Ben de Doğu Perinçek ile birlikte o suçu işleyenlerden biriyim. 300 tane aydın gittik. Kendimiz ödedik paramızı. Kendimiz İsviçre Lozan’a gittik. Orada bu suçu bağıra çağıra hep birlikte işledik. Sonra dava açtılar Doğu Perinçek’e. Bu davanın sonucunda da AİHM’den döndü süreç. Bu müthiş bir kazanım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Genelkurmay Başkanlığı’nın Ermeni Soykırımı yalanlarıyla mücadele ile ilgili bir birimi var. Bunların başaramadığını başardı bu 300 aydın. Doğu Perinçek ve İşçi Partisi liderliğinde yapılan birşeydi. Doğru ve yapılması gereken bir şeydi. Bunu da onlar yaptığı için ben onlarla yan yana durdum. Güneydoğu’nun elden gittiğinin konuşulduğu günlerde binlerce kişi Diyarbakır’a gidip Türk bayraklarıyla miting yaptık. Yapılması gereken bir şeydi bu. O ölçekte Türk bayraklarıyla öyle bir miting Diyarbakır’da hiçbir zaman yapılmamıştı. Orası da bizim vatan toprağımız. Öyle 3-5bin tane PKK’lı terörist bir karış toprağımızı alamaz elimizden. Diyarbakır, Şırnak, Hakkari, Edirne bizim, hepimizin. Bunu kimse değiştiremez. Kıbrıs meselesinde de Annan Planı rezilliklerinde ‘Kıbrıs Türk’tür Türk kalacak’ denildi. Orası stratejik öneme haiz bir yer. Bu 3 konuda çok doğru tavır aldıkları, ben de öyle düşündüğüm için onlarla işbirliği güçbirliği yaptım. Üçünde de çok olumlu sonuçlar çıktı. Ama ben İşçi Partili değilim. Başka partiler yapsın, AKP yapsın onlara da gider destek olurum.
RÖPORTAJLIK: Son dönemlerde Atatürk heykellerini saldırıları görüoruz.
NM : Atatürk çağdaşlığın sembolü. Atatürk demek doğruluk demek, iyilik, güzellik demek. Güç demek, kuvvet, kudret, özgürlük demek. Bağımsızlık, liderlik, vatan demek. Türkiye demek, bütün Türkiye’nin sahip olduğu tarihsel kültürün en üstü demek. Buna düşman olan herkes Atatürk’e de düşman. Büstüne bile düşman. Çağdaşlık düşmanı bunların hepsi.
TGB’NİN ABD ASKERİNİN BAŞINA ÇUVAL GEÇİRMESİ OLAYI
RÖPORTAJLIK: 12 Eylül 1980’de12 yaşındaydınız. O günden bugüne baktığınızda Türk gençliğini nasıl görüyorsunuz? Mesela TGB ABD askerinin başına çuval geçirdi.
NM : Ben o eylemi çok haklı bir zeminde görüyorum. Amerika’nın Türkiye’den özür dilemesi lazım. Açık şekilde özür dilemedikleri sürece daha çok çuval geçirecekler onların kafasına. Çünkü Türk kültürünün en önemli özelliği; biz gururlu insanlarız. Biz gururumuz için ölürüz. Sen benim kafamı kırabilirsin ama gururumu kırmana müsaade etmem. Amerika’da hiçbir hakkı yokken bizim 11 askerimizin kafasına çuval geçirdi. Ve bizi uluslar arası arenada inanılmaz derecede aşağıladı. Ben bunu kabul etmiyorum. O olayın yaşandığı gecenin sabahında biz AKUT olarak bir basın duyurusu yaptık. Daha kimse ne pozisyon alacağını bilememişti. Biz açıklama yaptık. Bu Türklüğe Türklere yapılan çok büyük bir hakarettir. Biz mütekabiliyet esasına dayalı olarak bunun karşılığının verilmesini istiyoruz dedik. Orada doğru hareket bana sorarsan 11 Mehmetçik şehit olacaktı, 100 tane de Amerikan askeri ölecekti. Ve bir daha kimse Türklere o şekilde dokunamayacaktı. Bu işin doğrusu buydu. Sonradan çıktı ortaya. Hilmi Özkök vermiş direnmeyin emrini. Sen bir Genelkurmay Başkanı’sın askeri nasıl esir aldırırsın gözgöre göre? Hem de baskın yapıyorlar. Müttefikim dediğin birisi sana baskın yapıyor. Üstelik bütün dünyanın gözüne sokarak aşağılayarak yapıyor. Amerika yol yakınken Türkiye’den özür dilesin yoksa kafasına daha çok çuval geçirirler. Ve bu bizim meşru hakkımızdır. Sen beni aşağıladın, ben de seni her fırsatta aşağılayacağım demektir bu. TGB’yi bu konuda takdir ediyorum.
RÖPORTAJLIK: Gezi Direnişinden yola çıkarsak bugünkü gençlik?
NM : Ülkenin menfaatlerini kendilerince düşündükleri için sağ ve sol kamplara bölünmüş gençlerin ölmeyi ve öldürmeyi göze alacak kadar kafayı sıyırıp çatıştığı bir dönem. Yanlış yolda olabilir ama tamamen vatanseverlikle yapılan bir şey. Çok uçlara gidersek Biri komünist diğeri faşist diyelim. O pencerelerden bakıyor ve Türkiye’nin oradan yönlenmesini istiyorlar. Ölümü göze alacak kadar mücadele eden insanların üzerinden 12 Eylül bir silindir gibi geçip işkencelerle bu insanları öldürünce olay değişti. İşkence bu dünyada olabilecek en korkunç şey. Faili meçhullerle, işkencelerle, baskılarla, zulümlerle, hapise atmalarla kendi vatandaşına yaparsan, insanını ezersen insan da siner içine kapanır. Türkiye 12 Eylül’den sonra yıllarca içine kapandı. O eziyetleri çekenler aman oğlum sen karışma siyasetle ilgilenme dediler. Siyaset sanki kadın satıyormuş, uyuşturucu atıyormuşsun gibi bir hale geldi. Dersine bak, kimseye karışma, işine gücüne bak, sen karışma diye yönlendirildi herkes. Memleket meseleleriyle ilgilenmesin diye. Çünkü öyle acılar çekildi ki. Memleket meselelerinden yanlış da olsa ilgilenildiği süreçten sonra herkesin üzerinde bir ölü toprağı vardı. 99 depreminde AKUT’un hiç beklenmedik bir anda ortaya çıkıp müthiş işler başarması ülkenin üzerindeki ölü toprağının atılmasını da sağladı. Tekrar ülke için sorumluluk almanın ne kadar yüksek bir değer olduğu, takım çalışmasının, özverinin, başka insanlar için mücadele etmenin ne demek olduğunu tekrar hatırlamamıza neden oldu. Biz bunu zaten herkesten iyi biliyorduk. Bu coğrafya zaten çok kültürlü bir coğrafya. Osmanlı 72.5 milletin yaşadığı yerdi. Herkes işini yapıyor, vergisini veriyor, sorumluluklarını yerine getiriyor, sanatını yapıyor. Askerliğini, ticaretini ve tarımını yapıyordu. Barış içinde yaşıyordu. Bugün Amerika’nın başardığı. Amerika’da 72 milletten oluşuyor. Barış içinde yaşıyorlar. Çünkü herkes eşit. Biz bunu başarmıştık Osmanlı’da. Anadolu’da en eski kurulan vakıfın tarihi 1048’dir. AKUT’un yaptığı 99’da bütün Türkiye’nin farkına vardığı, başkaları için sivil insiyatifle çalışmak fikri Anadolu’da 1000 yıldır var. 1071’de Malazgirt Zaferi’yle başlar Anadolu’nun Türkleşmesi. Ama 1048’de vakfımızla gelmişiz biz Anadolu’ya. Devlet örgütlenmemizle gelmişiz. Bizim bu kabiliyetimiz en az 1000 yıldır var zaten. Ama 12 Martlar 12 Eylüller silindir gibi geçti toplumun üzerinden geçmeler, insanlara eziyet etmeler sonunda bütün bu kabiliyetimizi bastırmak zorunda kalmışız. Ama 17 Ağustos depreminde biz hatırlattık. AKUT’un aslında ülkeye yaptığı en büyük şey budur. Arama kurtarmada kurtardığımız canlar, devlette arama kurtarma çalışmasının gelişmesini sağlamamız, TSK’nın arama kurtarma çalışmaları yapmasını sağlamamızın ötesinde biz toplumda bu duyguların hareket tarzını bir daha hatırlattık. Şuanda müthiş bir stk hareketliliği var Türkiye’de. 15 sene önce AKUT’un gösterdiği yararlılıklarla başladı bu.
“Bölücü zihniyetle hareket eden AKP’den kurtulmamız lazım”
RÖPORTAJLIK: AKP 3 dönemdir iktidarda. Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı oldu. Halk halinden memnun gözüküyor sanki. AKP’nin hala %45-50’lere yakın oy almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
NM : Senin baktığın yerden öyle gözüküyor olabilir. Ama dokunsan kavga çıkmak üzere. Herkesi rüşvete bağlamışlar. Oy veren herkes AKP’nin ya çalışanı ya da AKP’nin beslediği, AKP’nin taşeron şirketlerinde çalışan işçisinden yöneticisine kadar, ya da bir biçimde yeşil kartla, kömür makarnayla rüşvete bağladığı insanlar. AKP çok adice ama çok akıllıca bir strateji uyguladı. Geldiğinden beri ülke kaynaklarını sadece kendisine oy verenlere paylaştırdı. Seni beni kazanmayı denemedi bile zaten. Onlara hangi kitle oy veriyorsa oralara bütün hizmetlerini yoğunlaştırdı. Onlara iş verdi. Devlette, belediyelerde belli bir yerlere getirdi. Onların işlerini yaptı. Dolayısıyla kendine bağlı ve bağımlı bir kitle yarattı. Ülkenin yarısı çok mutlu. Çünkü devletin bütün faydalanabileceği imkanlardan en üst düzeyde faydalanabiliyor. AKP’li olduğu için pozitif ayrımcılığa uğruyor. Diğer yarısı da halinden son derece mutsuz. Çünkü hiç birşeyden faydalanamıyor. Düşünün biz AKUT olarak motorlu taşıt vergisi ödüyoruz. Ama TÜRGEV’e her tür bağışlar akıtılıyor. Böyle bir çarpıklık var. Ülkenin yarısı çok mutlu yarısı çok mutsuz. Bunun gideceği yer toplumsal barışın sona ermesidir. Bizi birbirimize düşüren bu bölücü zihniyetle hareket eden bu AKP’den kurtulmamız lazım. AKP ülkeyi Alevi-Sünni diye, Türk-Kürt diye böldü, zengin-yoksul diye böldü. Takımları taraftarları bile böldü. çArşı’nın bile içine hamle yaptıu. En iyi yaptıkları şey bölücülük bunların.
RÖPORTAJLIK: HES’ler, nükleer ve termik santraller çok tartışılıyor. Ülkenin enerji ihtiyacı olduğu da biliniyor. Bir doğa sever olarak HES’ler, nükleer santraller ve termik santraller ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
NM : Dünyanın geldiği yer itibariyle çok daha sürdürülebilir alternatif enerji kaynakları var. Artık bütün dünya bunlara geçiyor. Almanya, Türkiye’nin herhalde yarısı kadar güneş almaz, Türkiye’nin kaç katı güneş enerjisi paneli kullanıyor. Bizim güneş, rüzgar ve dalga enerjisine geçmemiz lazım. Bütün gezegen bu tarafa doğru evriliyor. Çünkü bunlar hem daha ekonomik, hem çok daha uzun süre kullanabiliyorsun. Ve çok daha az atığı var. Bu daha iyi bir sistem. Çevreye de zararı yok. Bunu kullanmak gerekirken hala HES’ler nükleerleri kullanıyoruz. Ben nükleerlere kategorik olarak karşı değilim aslında. Ama eğer alternatif yöntemlerle aynı enerjiyi üretebiliyorsak nükleer riskli bir süreç. Hele Türkiye gibi bir deprem bölgesinde riskli bir süreç. Japonlar bunu en iyi bilen adamlar. 100 yılda bir meydana gelen 10 metreyi aşacak dalgalara karşı tasarım yapmamışlar. Yapmazsın bunu zaten. Ama neticede normalde meydana gelebilecek bütün tsunami dalgalarına karşı önlem almışlar zaten. Fakat bu seferki çok ender meydana gelebilecek büyüklükte bir depremdi. Tsunami dalgalarını aşıp reaktöre denk geldi. Ki reaktör de kapatılmak üzereymiş zaten. Kapatıyorlarken yaşandı. Talihsizlik oldu orada. Türkiye Japonya gibi sistemli bir ülkede değil. Bu konulara bukadar sıkı önlemler alabilirler mi şüpheliyim açıkçası. Bence artık rüzgar ve güneş enerjisine daha fazla ağırlık vermemiz lazım. HES’ler zaten ayrı bir trajedi. Heslerin de yapılma sebebi tamamen rant amaçlı. Geçenlerde Almanya’ya gittiğimde bir Türk çocukla tanıştım. Yatırım bankacılığında çalışıyormuş. Almanya’da benim çalıştığım bankada Türkiye’deki HES’lere kredi buluyoruz dedi. Sen yatırımcısın Türkiye’de yatırım yapmak istiyorsun. Önüne bir dosya koyuyorlar. Türkiye’deki bütün akarsular, nehirlerin üzerinde dünya kadar HES projelerini satmışlar zaten. Şuanda Almanya’daki bankalar yatırımcıya dosyayı veriyor önüne kendine nehir ve Hes seç diyor sen paranı oraya yatırıyorsun. O banka üzerinden Türkiye’deki HES’e yatırım yapıyorsun. Para kazanmak için yapıyorlar bu HES’leri.
RÖPORTAJLIK: 6 derece miyop, 2 derece astigmat olarak dağa tırmanmışsınız. Bu size sorun yaratmadı mı hiç?
NM : Ben hep gözlüklüydüm. 2 yaşında gözüm şehlaydı. Kendimi bildim bileli gözlük kullandım. Üniversitede kontakt lense geçtim çok rahat ettim. Everest’e kontakt lensle çıktım. 1996’da Camel Trophy’ye kontakt lensle katıldım. Ama Camel Trophy’deki mücadele, çamur, ter vs lense uygun olmayan bir alandı. Ve gözlerim enfeksiyon oldu. Gözlük taktım akarsu etabında kaybettim. Döndükten sonra dedim ben bu sorundan kurtulacağım. 1997’de göz ameliyatı oldum. İyiki de olmuşum. Hayatımdaki en doğru kararlardan birisi. Çok rahatım. Herkese tavsiye ederim. Gözlük artık estetik bir alet. Miyop gibi hipermetrop gibi göz hastalıklarında gözlük takmaya gerek yok bence.
RÖPORTAJLIK: Türkiye Dağcılık Federasyonu (TDF) Başkanlığı’na bir dönem aday oluyorsunuz. Seçimde kaybediyorsunuz. Sonrasında Türkiye’de dağcılığı geliştirmek, dağcılık kültürünü yaymak için herhangi bir örgütlenme projesi düşünüyor musunuz?
NM : O zaman da düşünmüyordum aslında. Şimdiki başkan Alaattin Karaca 96’dan beri federasyonun başına. Türkiye’de dağcılığın başına gelmiş en en büyük talihsizliktir. Ve Türkiye dağcılığını bitiren adamdır. Hala 1980’lerin anlayışıyla dağcılık yapılıyor. 300 kişi Ağrı dağına çıkınca bunu bişey zannediyorlar. Bu durumdan rahatsız olan çok insan var. Özellikle üniversite kulüpleri. O da hükümetin yaptığı gibi kendisine bağımlı bir kitle yarattı. Benim seçime girdiğim sene 13milyon nüfuslu İstanbul’un 1 delegesi, 370bin kişilik Rize’nin 21 tane delegesi vardı. 220 delegelik sistemin 21 tanesi Rize’den. Alaattin Karaca naylon kulüpler kurdurmuş. kendisine garanti oy verecek adamlardan. Eş, dost, arkadaş, yandaşından. Demokrasi gözüküyor baktığında. Seçime gidiyorsun insanlar oy veriyor ama böyle veriyor. Bir sürü yerde bu numarayı yapmış zaten. O yüzden 16 yıldır da indirilemiyor. Hatta son seçimlerde hükümet bile çok karşı çalıştı ona. Hükümet karşı çalıştığı halde indirilemedi. Benim böyle bir isteğim olmadı hiçbir zaman. Zaten AKUT büyük sorumluluk. Bir de AKUT acayip büyüdü. Ben zaten burada yeterince zaman ayırıyorum. Bir AKUT gibi büyük bir kurum yönetecek zamanım yok. TDF’de büyük bir kurum. O dönemde üniversite kulüpleri toplantı yaptılar. Toplantının ortasında bu sorumluluğu benim kucağıma attılar. Bu işin başına geçmek zorundasın ve biz hep birlikte çalışıp bu Alaattin’den Türk dağcılığını kurtarmak zorundayız dediler. Ben de düşündüm taşındım bu 2 işi nasıl yaparım diye. Nasılsa ekip işi olacaktı. O dönem özellikle eski dağcılardan sıkı bir kadro motive olmuştu. Bu kadroda Türkiye’nin gördüğü en baba dağcılar vardı. O motivasyon maalesef Alaattin’in delege oyunları nedeniyle boşa çıktı. Şuanda öyle bir motivasyon da yok zaten. O gün olsaydı o ekiple birlikte gözümü karartmıştım. Bir taraftan AKUT bir taraftan TDF ile başaracağım dedim. Mecburen. Çünkü başka türlü kurtaramayacaktık. Bu şekilde de kurtaramadık ya. Kerhen girdim seçime. Sonuçta da saçma delege olayı yüzünden de bir şey olmadı.
Yaşlandığını hissediyor mu?
RÖPORTAJLIK: Geçen zaman içinde hiç yaşlandığınızı hissediyor musunuz?
NM : Aslında pek öyle bir hissim yoktu. Ben gayet iyiydim. Hatta Everest’e 2010’da 42 yaşımdayken gittiğimde kendimi özellikle test ettim. 20’lerimde 30’larımda çok hızlı bir adamdım. Profesyonel dağcılık kariyerimde yüksek irtifada benden daha hızlı 10 tane dağcıyla tanışmamışımdır. 2010’da bir daha kendime baktımki öyle antrenman falan da yapmadım. Gayet iyiydim. Eski günlerime çok yakın olduğumu söyleyebilirim. Ama şu Gezi’de kolumu bacağımı kırdım ya. O çok düşürdü beni. Kötü bir kırıktı. Parçalı kırıldı bacağım. Zor toplandı. Bir sene titanyumlar kaldı bacağımda. 23 tane plaka çıkartıldı kolumdan bacağımdan. Hala sıkıntısını çekiyorum. Şuanda performansım çok düştü.
RÖPORTAJLIK : Arama kurtarma üzerine MAGDER-AFAD tarzı kurumlar oluşturuldu. Onlar sizce yeterli mi? Nasıl daha iyi hale getirilebilinir?
NM : AFAD devletin zaten. Sonsuz bütçesi var. Ama bürokrat var da teknotrak yok. Devletin en büyük sıkıntısı bu. Devletin her kademesinde çok iyi teknotraklar yok. Ama Türkiye kendisini ciddi geliştiriyor bu anlamda. Büyük kaynak aktarılıyor. Bir taraftan da AKUT var. AKUT büyüdükçe onlar da aha iyi olmak zorundalar. UMKE’leirn depolarında sonsuz malzemeler var. Ama kim açıyor kullanıyor diye sorarsan bilemem. AFAD’ın da bazı yerleri iyi bazır yerleri maalesef kötü durumda. Mesela şimdi heryer üniversite doldu. Bazı yerlerde kalite süper, bazı yerlerde düştü. Senin onu destekleyecek akademik alt yapın yoktu ki heryere üniversite kurmayı maharet sayıyorsun. Akademik eğitim kalitesi düştü şimdi de. Biraz daha sindire sindire doyura doyura bunu yapmak lazım. Büyümek elbette gerekli, büyümezsen küçülürsün. Bunu ben söylüyorum zaten. Ama kendi temponda mantıklı bir ölçüde büyüyeceksin. Biz devletiz her şeyi yaparız diye saldırmayacaksın. Her konuda olduğu gibi yine tribünlere oynadıkları için sürekli 155 yerin açılışını yaptık gibi sayısal çokluk ihtiyacı içindeler. Bütün öğrencilere tablet bilgisayar veriyoruz gibi olmayacak projeler. Kanalİstanbul gibi mega mega projeler. Çünkü ona oy veren kitleyi bu büyük ve mega rakamlarla büyülüyorlar aslında. Ama işin kalitesi çok düşüyor. Zaten birçoğunu yapamıyorsan. Mesela her öğrenciye tablet projesi konuşuluyor mu? Hayır. Yapılamazdı da. Önce bir pilot çalışma yaparsın. AFAD bu konuda bayağı kafa yoruyor biz de yardımcı olacağız AFAD’a. Çünkü dışarıda çok sayıda gönüllü çalışan var. onların seviyesini belli bir standarta çıkartmamız lazım. Bir afet durumunda kimin ne kapasitede olduğunu bilelim derdindeyiz biz. Onların kafasında projeler var. Biz de zaten açık yüreklilikle bütün desteği vereceğimizi söyledik. Bir biçimde birlikte hareket edeceğiz.
RÖPORTAJLIK : Son sözlerinizi alalım.
NM : Bence dünyanın en güzel ülkelerinden birinde yaşıyoruz. Her şey var bu ülkede. İnsanımız çok güzel. Kendini kandıranların, kötü niyetlilerin eline düşmese harika duyguları olan, merhametli, şefkatli, dürüst, namuslu bir milletiz biz aslında. Ama kötü niyetlilerin, profesyonel yalancıların eline düşerse yanlış yerlere savrulabiliyor. Bence devletimizin, vatanımızın, milletimizin, toprağımızın, havamızın, suyumuzun kıymetini bilmek lazım. Çok özel bir ülkede yaşıyoruz. Tarih boyunca başat bir kültür olmuş olan bir milletiz. Buna layık olarak davranmamız lazım. Herkesin geriye bakıp biz nerelerden gelmişiz buraya. Bizim atalarımız neler yapmış, neler katmış bu dünyaya diye bizim de düşünmemiz onlara layık olmamız lazım. Ben bunu yapmaya, atalarıma layık olmaya çalışıyorum.